"Anlama Yetisi" ile "Kavrama Yetisi" arasındaki fark gövdedir, güdülerdir. Kant, insanın anlama yetisinin sınırlarını belirlerken bu yetinin ötesinde de bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu. Anlama Yetisinin ötesinde Nietzsche'nin "güdü"sü ve/veya Freud'un "bilinçdışı"sı vardır.
Kant; bilim ile din, bilmek ile inanmak, akıl ve iman arasındaki sınırı belirleyen metafiziğin inancın içinde olduğunu söylemişti. Nietsche, Freud ve Husserl'in yaptığı ise "bilmek" eyleminin sınırlarını genişletip onu "kavramak" eylemine dönüştürmektir.
Dinin, imanın ve her türden felsefi metafiziğin karşısında insanın biyolojik kavrayışı vardır. Bu kavrayış, bilinen duyu organları ile birlikte henüz keşfedilmemiş birçok farklı duyum organının eseridir.
Kavrayışın keşfi, İnanmak Fiilinin Muallaklığı Problemini derinleştirmiştir. Tarih boyunca tüm filozoflar "inanmak" diye bir fiilin varlığını sabit kabul ederek bilgiyi, bilimi, aklı, dini, metafiziği tartıştılar. Oysa "inanmak" diye müstakil bir insan eylemi yoktur.
Bütün dillerde "inanmak" fiilinin etimolojik kökeni "güvenmek" fiiline ya da ona benzer başka insani bir fiile dayanır. "İnanmak", Tanrı fikri ile birlikte ortaya çıkmış metafizik (=uydurma) bir fiildir; gerçek dünyada karşılığı yoktur.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Liberalizm kağıt üzerinde durduğu gibi durmaz geri kalmış, hukuksuz memleketlerde. Sen sanayileşmeci girişim dersin halbuki o marmara denizinin sanayi atıklarıyla doldurulmasıdır. Senin özgür teşebbüs sandığın da siyaset mafya tarikat üçgeninde üzerine çökülmüş kapitaldir.
Çare?
Adaletsizliğin çaresi olmaz. Çareye en yakın adım ilerici istikamete yönelmektir. Nedir o? Toplumun imanını zayıflatıp ötedünyacı nihilistliğini azaltmak; kavrayışı kutsallaştırıp budünyacı bir sosyal taban yaratmaya çalışmak. Yani Kemalizm.
Bu durum zoraki olarak ilerici bir hukuki, bürokratik ve sermayedar sınıfın tahakkümünü gerektiriyor. Sosyalizmdeki sosyalist sınıfın sosyalist olmayan sınıfa tahakkümü gibi. Zaten şu anda da TR'de İslamcı sınıfın tahakkümünde yaşayan alt bir sınıfız.
Daha 2010 Yılına kadar, başörtüsü yasağını savunan çok ciddi oranda bir toplumsal taban vardı; bu taban elbette nüfusta çoğunluk değildi fakat başörtüsünün kamusal alanda yer almasına karşıydılar. Bunların tümü öyle radikal laik falan da değildi.
O zamanlar konjonktür oydu; havada çağdaşlaşma, batılılaşma, modernleşme kokusu vardı; sesi olanların tavrı da buydu. Kamusal alanda başörtüsüne karşı çıkan, kendi annesi başörtülü bir dünya adam vardı. Ortam buydu... Ne uyduruyorsunuz başörtüsü yasağı akp için yapıldı diye.
1922'ye kadar 200 yıl girdiği her savaşı kaybetmesine rağmen bir tane bile üniversite açamayan, sokağa akıttığı boku temizlemekten aciz, gayrimüslümden topladığı haraçla cami yapmayı devlet yönetmek sanan, medresede 10 yıl Arapça/Arap tarihi öğretmeyi bilim sanan o yüz ifadesi 👇
Osmanlı Padişah ve İdarecileri, halk cahil kalsın, bilimden uzak dursun, gelişemesin, Anadolu ve Balkanlar ve Orta Doğudan bir tane bile adam çıkmasın diye adeta insanüstü çaba göstermiştir:
Bunlar 19. Yy sonlarında bütün bir milletin kaderini -ülkenin bilim umudunu- Nuri Paşa Konağına hapsettiler. Halbuki ta 1700'lerde Matematik Devrimini gerçekleştiren Euler, Rusya'nın Bilimler Akademisinde ders veriyordu. 4 İşlem bilen Osmanlı vs Euler'li Rusya. Kim kazanır?
Arap kavramlarıyla Türk gerçekliğini tarife kalktığınızda fetih kavramının yarattığı gibi bir saçmalık çıkar ortaya; bir kısım atalarımız İstanbul'u Bizans'ın elinden aldılar.Bu neden kutlanıyor? Bu kutlamanın ardındaki motivasyonun kaynağı Arap mitolojisindeki fetih hadisidir.
Ulusların tarihsel başarı hikayelerine girdiğimiz takdirde, Türklük ortalama bir başarı sıralamasına sahip. Mesela Çin'e korkudan duvat yaptırdık geyiği...
Bir de şu açıdan bakın: Çin Seddini yapacak teknolojiye sahip olan mı yoksa o seddin dışında kalan mı evladır?
Tarihle övünmek ya da yerinmek bir tür özcülüktür. Özcülük: her şeyin dibinde bir öz var; misal Türklük özü var ve o öz ta zamanın en başında bile diğer özlerden (örn. Yunanlık özünden) üstündü. Oysa Türk, olsun olsun bir kaç onbin yıldır var. Onun bir özü yok. Hiçbir şeyin yok.