İki büklüm beli, elinde asası...
Yüzünde derin çizgiler...
Durup, arabaya aldım.
-Nereye gidiyorsun dede ?
-Az ilerdeki kurban kesilen yere bırakırmısın oğlum .?
- Ne yapacaksın orda dede ?
- Belki biraz et verirler...
- Evin nerede ?
- Zafer mahallesinde...
- E nasıl gideceksin uzak oralar...
- Biraz et bulalımda Allah kerim...
Kısa yol boyu bi kamyon dua etti...
Dedeyi bıraktıktan sonra aklıma takıldı.. Gideceğim yerdeki işimi alel acele halledip pazara geri döndüm..
Ethem dede pazarın sütünlarından birinin dibine koyduğu çuvala bir poşet koyup, boş başka bir poşetle elinde asa ağır aksak tekrar pazarı turluyor...
Öbek öbek insanlar karınca misali etleri kesip biçip tasnif ediyor... İyiler çil çil leğenlerde...
Kemikliler ayrı bir yere yığılmış... Kantarlar ortada belliki işler sona yaklaşmış.. Birazdan ne var ne yok paylaşılacak..
Yanına yaklaştığı yerlerde kaçamak bir göz teması kuruyor Ethem dede ...
Bu çok kısa tedirgin “ bana verecek bişeyiniz var mı? ” sorusu..
Bu göz temasına çok yerde karşılık alamayıp ürkek adımlarla çekilip bir diğerine gidiyor...
Bu naif sorunun cevabı hiç o çil çil etler olmadı kaç yere gittiyse...
Kimi göz ucuyla iç yağları işaret etti, bonkör olan bir ikisi bol kemikli birkaç parçayı...
Eliyle lütfedip veren olmadı...
En son yerde herkesten uzak sahipsiz olduğu belli olan bir işkembeyi cebinden çıkardığı çakı ile kabaca temizleyip poşete koydu... Ben yarım saate yakın onu farkettirmeden izledim...
Bende de işgüzarlık var...
Bir iki yere “ Şu amca yardıma bakınıyor galiba” dedim.
Pek kimse oralı olmadı...
Sana ne? Senin menfaatin ne türünden bakışlar attılar sadece...
Birkaç kare de fotoğraf çektim...
Bunun dışında hiç müdahil olmadım.
Onun ve çevresindekilerin yaşadığı sessiz diyaloğu, olup bitenleri bir mimik bile kaçırmadan gözlemeye çalıştım...
Epey sonra, dolaşmaktan yorgun olarak güzgüneşine nazır bir kaldırıma oturunca yanına gidip oturdum..
- ne yaptın dede ?
Beni tanıdı ... Tekrar gördüğüne mi sevindi, haline mi hüzünlendi bilmem ağlamaya başladı !
- Çok şükür toparladık bişeyler... dedi
- hadi o zaman seni evine bırakayım dedim...
Yol boyu bir tır daha dua etti...
Hikayenin ana fikri ben ne iyi bir insanım değil...
Nefsimiz işin içine bulaşık ettiyse affola.
Bu yaşadığımı paylaşıp paylaşmama konusunda çok tereddüt ettim.
Ana fikir şu ki bu bayram biz bol et yiyelim diye emredilmemiş. Kurban kesme imkanı bulanların büyük bir kısmı zaten normal zamanda da evine et alıp götürme imkanına sahip.
O dedeye parça kalıntı etleri göz ucuyla işaret edenlerin boğazından kendilerine ayırdıkları löp etler nasıl geçecek bilmiyorum...
İbadet şuuruyla kurbanlarını kesenler nizami olarak emredildiği gibi üçe tasnif edecekler mi ?
Hassas Dijital tartı ile etleri aralarında paylaşanlar aynı hassasiyetle ondan ihtiyaç sahiplerinin hakkını ayırmalı değil mi ?
Çevremizdeki Ethem amcalara dikkat edelim...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Pikniğe gidiyorsun ormanı yakıyorsun.
Sahile gidiyorsun çöpünü orada bırakıyorsun,
İçtiğin suyun,kolanın,biranın şişesini yerlere atiyorsun arkandan kim toplayacak sanıyorsun?
Yetmiyor yediğin yemeklerin ambalajların çöpünü de her yere bırakıyorsun.
Nereye gitsek senin gibi "insanın" izlerini görüyoruz.
Her dağ başına, her deniz kıyısına, her doğal parka, her doğal güzelliğe iz bırakıyorsun.
Dünyanın en güzel, en özel, en eski tarihi eserlerine sahip olsak ne fayda mağaraların duvarlarına o saçma sapan adını yazıyorsun.
Doğaya,insanlara,hayvanlara, geçmişe saygın yokki geleceğe saygın olsun.
Üstüne başına bakınca insana benziyorsun ama ne yazık ki olamıyorsun.
Çocukların karınca yuvalarını bozuyor, bön bön bakıyorsun.
Eskiden Anadolu’nun tozlu yollarında otomobiller, kamyonlar henüz bu kadar yaygın değilken atlar, eşekler, katırlar çekermiş milletin tüm yükünü.
Şimdilerde arabalar nasıl alınıp satılıyorsa o zamanlarda da bu hayvanlar alınıp satılırmış kasabaların muayyen yerlerinde. O pazarlarda alıcı ile satıcıyı birbirinden ayırmak oldukça kolaymış.
Kim elinde ucu biraz sivriltilmiş 40-50 cm lik bir tahta kazıkla geziyorsa herkes bilirmiş ki o kendine eşek almaya niyetli bir alıcı.
Peki bu kazık ne için kullanılırmış. Kendine eşek arayan kişi bir eşek ilgisini çekince hayvanın genel durumunu kontrol ettikten sonra
Tatil ya, sokaklara çıktılar, korkunç kalabalıklar oluşturdular. İş günlerinde arada kaynıyor, tek tek göze batmıyorlardı ama bayramda aileleri ile birlikte sokaklara çıkınca insanın kanını donduracak,
ürpertecek, sorgulamaya yöneltecek korkunç tablo ile karşı karşıya kaldık. Gördük ki Istanbul çoktan bizim olmaktan çıkmış. Her yerdeler ve her yeri ele geçirmişler. Koskoca şehirde onlar çoğunluk olmuş, biz azınlık durumuna düşmüşüz.
Yani İstanbul fiilen artık onların eline geçmiş. Abartmıyorum Istanbul sahillerinde yüzlerce Afgan, Suriyeli toplu halde denize giriyor. Türk babalar ailelerini onların kirli bakışlarından uzak tutmak için bedenleriyle âdeta etten duvar örüyorlar.
Papazın biri, uzun süredir ahbaplık ettigi Haham'a
"Bana Tevrat'ı ogretmenizi isterim" der...
Haham, olmaz der, "Sen Yahudi doğmadın, kafan Yahudi gibi çalışmaz.
Tevratın kelamını anlaman mümkün değil..."
Papaz, "Bundan kolay ne var?" diye atılır. "Kirlenen yıkanır, temiz kalan yıkanmaz."
Haham içini çeker, "Sana Tevrat'ın kelamını asla anlamayacağını söylemiştim! Doğrusu tam tersi. Temiz kalan adam ötekinin kirlendiğini görünce, kendisinin de kirlendiğini sanıp yıkanır.
Kirlenen adam ise karsisindakini temiz gordugu için kendisini de temiz sanıp yıkanmaya gerek duymaz."
Papaz, kafasını kaşır. "Bak bu aklıma gelmemişti. Bir soru daha sorar mısın?"
Evlenmiş boşanmış, elli yaşlarında aklı başında biri olarak tanıdığım Hanımefendi’ye üzerinde çalıştığım “Evlenmeden Önce” adlı kitaptan söz ettim.
Bey fendi, dedi, şimdiki aklımla yeniden evlenecek olsam,
kişiyi daha iyi tanımak için şu dört durumda nasıl davrandığını görmek isterdim.
Anlatmamı ister misiniz?
Anlatmasını rica ettim, kısaca şöyle açıkladı:
1- Aç olduğu zaman nasıl hissediyor ve nasıl davranıyor, ona bakardım. Duygusal bakımdan olgun değilse, aç insan sabırsız ve bencil davranmaya başlıyor.