Pikniğe gidiyorsun ormanı yakıyorsun.
Sahile gidiyorsun çöpünü orada bırakıyorsun,
İçtiğin suyun,kolanın,biranın şişesini yerlere atiyorsun arkandan kim toplayacak sanıyorsun?
Yetmiyor yediğin yemeklerin ambalajların çöpünü de her yere bırakıyorsun.
Nereye gitsek senin gibi "insanın" izlerini görüyoruz.
Her dağ başına, her deniz kıyısına, her doğal parka, her doğal güzelliğe iz bırakıyorsun.
Dünyanın en güzel, en özel, en eski tarihi eserlerine sahip olsak ne fayda mağaraların duvarlarına o saçma sapan adını yazıyorsun.
Doğaya,insanlara,hayvanlara, geçmişe saygın yokki geleceğe saygın olsun.
Üstüne başına bakınca insana benziyorsun ama ne yazık ki olamıyorsun.
Çocukların karınca yuvalarını bozuyor, bön bön bakıyorsun.
Sokak köpeğine taş atıyor sırıtıyorsun, Kedinin yavrularını alıp ölümüne sebep oluyor iyi bir şey yapıyor sanıyorsun, Kuşların yuvalarını dağıtıyor kıs kıs gülüyorsun,
Doğal yaşam parklarında soyları tükenmek üzere olan her canlıyı avlıyorsun, bir de fotoğrafını çekiyorsun.
Sonra bunları sosyal medya da paylaşıyorsun,
Buralardan bakılınca pek sosyal, pek modern, pek bilmem ne göründüğünü sanıyorsun ama hiç bir mahkuka benzemiyorsun.
Kendinden başka hiç bir şeyi düşünmüyorsun,
Yaşadığın gezegenin ve hatta oturduğun sokağın bile farkında değilsin.
Hatta kimi zaman kitap okuyormuş gibi bile yapıyorsun.
Oysa sen ne okuduğunu anlayacak zekaya sahipsin, ne de dünyayı görecek gözlere.
Keşke senin gibiler hiç doğmamış olsaydı sensiz daha güzel olurdu...
Mavi Gezegen
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Eskiden Anadolu’nun tozlu yollarında otomobiller, kamyonlar henüz bu kadar yaygın değilken atlar, eşekler, katırlar çekermiş milletin tüm yükünü.
Şimdilerde arabalar nasıl alınıp satılıyorsa o zamanlarda da bu hayvanlar alınıp satılırmış kasabaların muayyen yerlerinde. O pazarlarda alıcı ile satıcıyı birbirinden ayırmak oldukça kolaymış.
Kim elinde ucu biraz sivriltilmiş 40-50 cm lik bir tahta kazıkla geziyorsa herkes bilirmiş ki o kendine eşek almaya niyetli bir alıcı.
Peki bu kazık ne için kullanılırmış. Kendine eşek arayan kişi bir eşek ilgisini çekince hayvanın genel durumunu kontrol ettikten sonra
Tatil ya, sokaklara çıktılar, korkunç kalabalıklar oluşturdular. İş günlerinde arada kaynıyor, tek tek göze batmıyorlardı ama bayramda aileleri ile birlikte sokaklara çıkınca insanın kanını donduracak,
ürpertecek, sorgulamaya yöneltecek korkunç tablo ile karşı karşıya kaldık. Gördük ki Istanbul çoktan bizim olmaktan çıkmış. Her yerdeler ve her yeri ele geçirmişler. Koskoca şehirde onlar çoğunluk olmuş, biz azınlık durumuna düşmüşüz.
Yani İstanbul fiilen artık onların eline geçmiş. Abartmıyorum Istanbul sahillerinde yüzlerce Afgan, Suriyeli toplu halde denize giriyor. Türk babalar ailelerini onların kirli bakışlarından uzak tutmak için bedenleriyle âdeta etten duvar örüyorlar.
Papazın biri, uzun süredir ahbaplık ettigi Haham'a
"Bana Tevrat'ı ogretmenizi isterim" der...
Haham, olmaz der, "Sen Yahudi doğmadın, kafan Yahudi gibi çalışmaz.
Tevratın kelamını anlaman mümkün değil..."
Papaz, "Bundan kolay ne var?" diye atılır. "Kirlenen yıkanır, temiz kalan yıkanmaz."
Haham içini çeker, "Sana Tevrat'ın kelamını asla anlamayacağını söylemiştim! Doğrusu tam tersi. Temiz kalan adam ötekinin kirlendiğini görünce, kendisinin de kirlendiğini sanıp yıkanır.
Kirlenen adam ise karsisindakini temiz gordugu için kendisini de temiz sanıp yıkanmaya gerek duymaz."
Papaz, kafasını kaşır. "Bak bu aklıma gelmemişti. Bir soru daha sorar mısın?"
İki büklüm beli, elinde asası...
Yüzünde derin çizgiler...
Durup, arabaya aldım.
-Nereye gidiyorsun dede ?
-Az ilerdeki kurban kesilen yere bırakırmısın oğlum .?
- Ne yapacaksın orda dede ?
- Belki biraz et verirler...
- Evin nerede ?
- Zafer mahallesinde...
- E nasıl gideceksin uzak oralar...
- Biraz et bulalımda Allah kerim...
Kısa yol boyu bi kamyon dua etti...
Dedeyi bıraktıktan sonra aklıma takıldı.. Gideceğim yerdeki işimi alel acele halledip pazara geri döndüm..
Ethem dede pazarın sütünlarından birinin dibine koyduğu çuvala bir poşet koyup, boş başka bir poşetle elinde asa ağır aksak tekrar pazarı turluyor...
Öbek öbek insanlar karınca misali etleri kesip biçip tasnif ediyor... İyiler çil çil leğenlerde...
Evlenmiş boşanmış, elli yaşlarında aklı başında biri olarak tanıdığım Hanımefendi’ye üzerinde çalıştığım “Evlenmeden Önce” adlı kitaptan söz ettim.
Bey fendi, dedi, şimdiki aklımla yeniden evlenecek olsam,
kişiyi daha iyi tanımak için şu dört durumda nasıl davrandığını görmek isterdim.
Anlatmamı ister misiniz?
Anlatmasını rica ettim, kısaca şöyle açıkladı:
1- Aç olduğu zaman nasıl hissediyor ve nasıl davranıyor, ona bakardım. Duygusal bakımdan olgun değilse, aç insan sabırsız ve bencil davranmaya başlıyor.