"Vergi miktarını ol mertebe arttırmalı kim,
Sahib-i servet olanlar da züğürt kalmalıdır.
Yalnız fahişeler vergisi haksızlık olur,
Evlilerden de yaptıkça rüsum almalıdır"
1846’da doğduğunu Şair Eşref’in kendisi söyler.
Manisa'nın Kırkağaç ilçesi Gelenbe kasabasında dünyaya geldi.
Dedesi alim ve matematikçilerden Gelenbevi İsmail Efendi, babası Usulizade Hafız Mustafa Efendi'dir.
Babası Deli Hafız diye tanınmıştır,
Annesinin de hafız ve şair olduğu söylenmektedir.
Manisa'da Hatuniye Medresesi'nde Arapça, Farsça, matematik ve fizik dersleri almışsa da bütün öğrenimi birkaç yıldan ileri gitmemiştir.
Bunu, “Biz hüdayı nabitiz, bizde muallim hakkı yok” diye espri konusu yapan Eşref, kendi kendini yetiştirmiştir.
1870’te Manisa Vilayeti Tahrirat Kalemi’nde göreve başladı.
"Ey padişah-ı alem, düşman mısın zekaya?
Erbab-ı iktidarı gördün mü saldırırsın,
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,
Havf eylerim yakında Kur’an‘ı kaldırırsın.
Besmele güş eyleyen şeytan gibi,
Korkuyorsun ”höt” dese bir ecnebi
Padişahım öyle alçaksın ki sen,
İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi! "
Çeşitli ilçelerde mal müdürlüğü yaptı. 1878-1900 yılları arasında Çaparçuk, Hizan, Ünye, Tirebolu, Akçadağ, Garzan, Garbi Karaağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç, Daday ve Gördes’te kaymakamlık yaptı
Doğuda çalışırken Ermenice ve Fransızca öğrendi. Gördes kaymakamlığı sırasında birçok yolsuzluğa şahit oldu ve bunları şiirleriyle hicvetti.
Değersiz kimselerin el üstünde tutulmasına içerleyerek yazdığı hicivler, hükümeti kızdırmıştı.
Gördes kaymakamı iken İstanbul’da bir jurnal üzerine evi arandı.
Zamanının ileri gelenleri hicvettiği şiirlerinden oluşan «evrak-ı muzirre» yi evinde bulundurduğu için yargılanmıştı. Bu yüzden bir yıl hapse mahkûm edildi.
"Nazır paşam halk derler bir uyuz merkebe binmiş,
Yemiş yemiş doymamış külli sülalesine ikram etmiş,
Ye sen de bu ahir viranenin izzet-i ikramını arsızca,
Çal çırp .ik, üstüne tüttür tütünü pervasızca."
1903’te Mısır’a kaçtı. Hayatının belli bir kısmını Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’ta geçirdi. Sonra tekrar Mısır’a döndü. Curcuna adlı mizah dergisinde yazıları yayımlandı.
Mısır’da yaşadığı sürede, Deccal, İstimdad, Hasbihal Yahur Eşref ve Kemal, Şah ve Padişah ve İran’da Yangın Var adlı eserlerini yazdı.
1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a döndü.
İstanbul’da "Eşref" adlı bir haftalık mizah gazetesi çıkardı.
"Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler!
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler,
Beyhude inat etme hemen salla başını,
Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını."
Turgutlu’da kaymakamlık, Adana’da vali yardımcılığı yaptı.
1909'da emekliye ayrılıp Kırkağaç'a yerleşti. Yaşamının kalan bölümünü burada geçirdi.
"Eylemem ölsem de kızbi ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir şairim,
Bir güzel mazmun bulunca eşrefa,
Kendimi hicveylemezsem kafirim."
22 Mayıs 1912’de (kimi kaynaklara göre 1910’da) Kırkağaç’ta, Bahçivanpazarı’ndaki evinde hayata gözlerini yumdu.
Tek isteği vardır, o da mezar taşını çalmamaları ( mezar taşı çalındı).
Vasiyeti gereği mezar taşına şu sözleri yazıldı:
"Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardeşimi,
Gözlerim ebna-yı ademden o rutbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı."
"Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı
Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
Söyletirler evvela, sonra s…..ler ananı"
"Erbab-ı mansıptan biri millete eşek demiş,
Reddedilmez böyle bir söz amma pek can sıkar,
Millet eşek olsa da eşek diyen bilmez mi ki,
Sadrazamlarla valiler de milletten çıkar."
Başta, Padişah II. Abdülhamit olmak üzere, II. Meşrutiyet döneminin önde gelen siyasetçi ve yöneticilerinin, toplumsal ve kişisel ahlaka ters düşen yönlerini şiddetli bir şekilde hicvetmiştir.
Bu nedenle sansürlerle, sürgünlerle, cezaevleriyle bir ömür geçirmek zorunda kalmış birisidir.
Zamanının belediye başkanına ;
"Hükmüne bizler daha hayran olduk demekten,
Bu ne hata, ne ayıp, ne de en küçük günah,
Alaşehir’den İzmir’e giderken bir zat-ı muhterem “Hz. Adem’in çamurunda saman var mıdır?” diye sorar. Cevap, adamı, soruyu sorduğuna soracağına pişman eder cinsten olur:
"Ey bana tıynet-i Adem’in çamurunda saman var mı diyen,
Bir daha etme bana gel bu sual-i hamı,
Balçığında saman olsaydı eğer ebülbeşerin,
Çatlayıp da yarık olmazdı ananın *mı"
"Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı
Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
Söyletirler evvela, sonra s…..ler ananı"
Osman amcanın hanımı, dayak yiyip memleketteki anasının yanına gitmiş ve epey zamandır gelmemiştir.
Cep telefonuyla yaptığı çağırma istemlerine cevap alamayan Osman amcanın çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik ve çocuklarla uğraşmaktan takadı tükenmiştir.
Kadınını son kez çağırmak için telefona sarılmış, ancak anasının yanından gelmek istemeyen kadın, telefona cevap bile vermemiştir.
Bunun üzerine Osman amca mesaj atmaya karar vermiştir.
Mesajdan 1 saat sonra evin kadını kapıda belirmiştir..
İşte o mesaj;
Kadınım bu sağa son mesajım.
Bebelerinen evde oturup ağlarım.
Çamaşır, bulaşık tarih yaptı.
Kadınım ben bu işlerden ne ağnarım.
Bi tokat salladım değmedi bile,
La bok mu var babağan evinde.
Ula ne bilinmez bir avradmışşın,
Bebelerinen beni mevlam gayırsın.
Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerde futbolla tanışması ile devletin sınırları içerisinde de takımlar kurulmaya başlar. Ancak ortada bir sorun vardır.
Futbol müslümanlar için günah sayıldığından sadece azınlıklar bu haktan yararlanacak ve böylece kökü o dönemlere dayanan pek çok kulüp kuruluşunu ilan edecekti.
Pera Kulübü, 1914 yılında Kostas Vasiliadis ve birkaç arkadaşının girişimiyle,
İstanbul'daki Rum azınlıklarının kulübü olarak kuruldu.
I. Dünya Savaşı sırasında pek faaliyet göstermeyen Pera Kulübü, İstanbul'un İşgali sırasında İstanbul Pazar Ligi'ne dahil oldu.
1919-22 yılları arasında işgal kuvvetlerinin kulübe müsamaha gösterdiği gerekçesiyle
19 Aralık 1926’da Aksaray’da dünyaya gelir .
Babası İsmet İnönü’nün silah arkadaşlarından Vasıf Bey, Yemen’de ve Anadolu’nun kurtuluş yıllarında askerlik yapar, emekli olduktan sonra eczacılık yapmaya başlar.
Fikret Otyam, adının anlamının hakkını verir, ‘düşünce’ ler üretir. Sanat yaşamında fotoğrafla yetinmez; ressam, gazeteci ve yazar kimliğini de kariyerine sığdırmayı başarır.
Ünlü besteci ve orkestra şefi olan ağabeyi Nedim Vasıf Otyam ve diğer ağabeyleri gibi altı yaşından itibaren babasının eczanesinde çalışmaya başlar.
Eczaneye gelen köylülerden dinlediği hikayeleri defterine günübirlik not eder,
1493 yılında Kristof Kolomb ve yanındakiler Küba’dan Barselona’ya ellerinde “Tobacco” dedikleri, duman tüten çubuklarla dönmüşlerdi.
“Tobacco” bir süre sonra tüm dünyaca bilinen, insan sağlığına zararları yanında, ülkelerin ekonomilerine yaptığı katkı ve
yarattığı iş olanaklarıyla önemli bir ürün haline gelmişti.
Tütünü Osmanlı topraklarına 16. yüzyılın son yıllarında Cenevizli tüccarlar getirdi. Cenevizliler tütünü birtakım hastalıkların tedavisinde kullanılan bir çeşit ilaç olarak tanıtmışlardı.
Osmanlı topraklarında tütün tarımı ilk olarak Makedonya, Kırcaali, Yenice’de; Anadolu’da ise Bursa, Avunya, Söke, Foça ve Akhisar’da başladı. Anadolu toprağına çok iyi uyum sağlayınca da uluslararası pazarlarda “Türk Tütünü” ya da “Şark / Oriental Tütünü”
1804’te açılmış, yaklaşık 44 hektar, daha çok park bahçe gibi, açık hava müzesi, sanat galerisi gibi bir yer.
Her din ve inanç sisteminden insanların istirahatgahı.
Devasa heykelleriyle bir açık hava müzesini andırıyor.
Paris’te turistler tarafından en çok gezilen on yerden biri 'Pere Lachaise' Mezarlığı.
Le Pere Lachaise’deki ebedi istirahat yuvalarının hepsi birbirinden değişik.
Napolyon tarafından kurulan mezarlık, 18 Mayıs 1804 tarihinde açılıyor.
Yapıldığı dönemde Paris'in dışında kalan mezarlık, ilk zamanlar hiç ilgi görmüyor.
Daha sonra Paris Belediyesi Héloïse d’Argenteuil, Pierre Abélard, Molière ve Jean de La Fontaine gibi
Türkiye’deki faaliyetlerine ilişkin ilk büyük itiraf Özel Harp Dairesi Başkanlığı da yapmış olan Sabri Yirmibeşoğlu’ndan gelmiştir. Yirmibeşoğlu, 1955’de Menderes hükümeti zamanında yer alan 6-7 Eylül olayları döneminde Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanmasını
“ÖHD’nin düzenlediği mükemmel bir operasyon” olarak nitelemiştir.
Kontrgerilla harekatı veya gayrinizami harp, Soğuk Savaş döneminde ABD tarafından komünizm tehlikesine karşı uygulanan stratejide çok önemli bir pozisyona sahipti
Başlangıç noktası Soğuk Savaş döneminde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü olan NATO'ya üye ülkelerde oluşturulan, aynı zamanda CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerine dayanır.