Dünyanın En Işıltılı Taşının Ardında Yatan Kanlı Düzen
Bir babayı ve bir oğulu bu duruma düşüren hırsın, acının sebebi ne olabilir? Elmas ve pırlantanın gerçek bedeli göz alıcı ışıltısının ardında çok iyi gizlendi. İşte kanlı elmasın serüveni+
Afrika'yı delik deşik talan eden, binlerce masumun canına kıyan elmasın acımasız öyküsü Güney Afrika'da başladı ve hızla civarına yayıldı. Dünyada elmas ve pırlanta fiyatlarını belirleyen, piyasayı domine eden, en önemli firma De Beers Elmas Şirketi burada doğup büyüdü.
''De Beers'' Dutch dilinde ''Ayılar'' demek. Güney Afrika'da Hollanda'dan gelip kolonileştirdikleri bir çiftlikte yaşayan De Beers kardeşlerin tarlasında büyük bir elmas yatağının keşfedilmesiyle hem onların hem de Güney Afrika ve civarındaki ülkelerin kaderi değişti.
Hollandalı yerleşimci Diederik Arnoldus De Beer ve Johannes Nicolaas De Beer, Vooruitzicht (Olasılık-Görünüm) adlı elmas madeni çıkan çiftliklerini İngiltere'nin baskısıyla 1871’de Alfred Johnson Ebden adlı bir tacire 6,600 sterline sattılar. Vooruitzicht sadece başlangıç oldu.
De Beers kardeşlerin tarlasında iki başarılı elmas madeni olan Big Hole ve De Beers madenleri açıldı ve De Beers adı kurulan şirkete verildi. Artık 19.yy sonundan tüm 20.yy'a ve oradan da günümüze kadar sürüp halen devam eden elmasın baş döndürücü ve kanlı macerası başlıyordu!
Afrika kıtasını dele dele açılan devasa çukurlarla cüzzamlı bir yüze çevirmekle yetinmeyip, kıtanın sahillerinde de deniz dibini sürekli kazıp mahveden bu sürecin en önemli isimleri: Cecile Rhodes, Alfred Beit, Ernest Oppenheimer, Lord Nathan Rothschild ve J.P.Morgan'dı.
İngiliz politikacı, iş adamı ve girişimci Cecil Rhodes, elmas furyası ile birlikte Güney Afrika'da madencilik faaliyetlerine başladı. Rhodes küçük maden işletmelerini De Beers Elmas Madencilik şirketi altında birleştirip şirketi hızla büyük bir tekele dönüştürdü.
Cecile Rhodes bu girişimi ile çok stratejik bir adım atmıştı. Çünkü o zamana kadar az bulunan elmas 19. yüzyılın sonuna doğru Güney Afrika’daki elmas madenlerinin keşfedilmesi ile çoğalmış oldu. Elmasın hem miktarı hem de kalitesi artmıştı. Bu fiyat açısından büyük bir riskti.
Piyasada elmas arzının aşırı artması, elması her an bir yarı-değerli taşa dönüştürebilirdi. Bu durumda yapılan onca yatırımı, hedeflenen on milyarlarca dolarlık kazançları bir an da suya düşürebilirdi. Rhodes arzı ve daha sonra talebi kontrol etmenin yollarını aramaya başladı.
İlk olarak Londra’daki Elmas Karteli ile bir anlaşma yaptı ve elmas fiyatlarını sabitledi. Ancak Rhodes artık piyasada tek değildi. Bir diğer elmas girişimcisi Ernest Oppenheimer, Anglo Amerikan Elmas Şirketi ile sektörde oldukça agresif adımlar atmaya başlamıştı.
Oppenheimer Almanya kökenli bir Yahudiydi ve Yahudi sermaye sahipleri ile güçlü ilişkileri vardı. Özellikle Avrupa'nın köklü ve ünlü Yahudi banker ailesi Rothschild Ailesi'nin büyüğü Lord Nathan Rothschild ve ABD'li banker J.P.Morgan'dan ciddi finans desteği sağladı.
Arkasına bu güçlü finans desteğini alan Oppenheimer, De Beers’in hisselerini ele geçirmeyi çok istiyordu. Bunu yapmalıydı çünkü sürekli yeni madenlerin bulunduğu Güney Afrika’daki elmas işletmeleri, birleşmeye gidiyorlardı. Oyun kurucu olabilmesi için De Beers hisseleri şarttı.
Ernest Oppenheimer zorlu mücadeleler ve uzun çabalar sonucunda De Beers’in yönetim kurulu başkanı olmayı sonunda başardı. Dev bir elmas tekelinin başındaydı artık ve Amerika, İsrail, Hollanda ile İngiltere’deki bağlantılarıyla uluslararası elmas ticaretinde iyice güçlenmişti.
Oppenheimer dünya elmas ve pırlanta piyasasının küresel fiyat belirleyicisi olmuştu. Başına geçtiği De Beers’in elmas fiyatlarını belirlemek için yaptığı şey son derece basitti: Çıkan tüm elması, mümkün olan bütün üreticilerin elmaslarını satın almak!
De Beers elmas çıkarılan tüm ülkelerle art arda elmasın satın alımında tek yetkili olma anlaşmaları yaptı. Her yerde çıkan tüm ham elması alınca, işlenip üretimden sonra piyasaya verilecek elmas miktarı üzerinde de tamamen tek belirleyici oldu. Mutlu pozlar ne güzel değil mi?
Ama arkadaki gerçek işte buydu. Acı dolu bedeli garibanlar tarafından ödenmek zorunda kalan ve ışıltılı taşların, pırıltılı sözlerin arkasında gizlenen kanlı bir bedel. Üzerinde kum tanesi kadar elmas çıkan zorunlu işçinin ödediği bedel:
De Beers güçlü ilişkiler ve lobi ağları sayesinde ABD ve Rusya arasındaki soğuk savaş koşullarını dahi aşıp, komünist SSCB'nin Sibirya bölgesinde bulunan elmas yataklarının işletilmesi için de Sovyetlerle anlaşma yapabilmişti. De Beers tutulamıyordu!
De Beers Afrika ve Sibirya'nın yeni elmas madenlerinin ardından Hindistan’daki bilinen eski madenleri de kendisine bağladı. Dünyanın neredeyse tüm elmasları De Beers ve kendisine bağlı alt şirketlerin tekeline akıyor, kurulan bu tekel saadet zinciri müthiş kârlar elde ediyordu.
Elmas arzının kontrolü fiyatların düşmesine izin vermeden piyasaya az miktarda elmas salıyor, böylelikle elması işleyip pırlanta haline getiren üreticilerin ve ortakların aşırı kâr etmeleri sağlanıyordu. Karşılarına hiçbir rakip çıkamıyor, çıksa da piyasada barınamıyordu.
De Beers'in tekeline karşı çıkacak bir rakip girişim olduğunda, De Beers bir anda piyasaya bolca elmas salıp, fiyatların aşırı düşmesini sağlıyor ve bu sayede mali gücü bununla başa çıkamayan rakipler saf dışı ediliyordu. Ardından da üç kuruşa satın alınıyordu bu firmalar.
De Beers elmas ve pırlanta piyasasındaki bu hakim konumu ile rakiplerini ezmekle yetinmedi. Elmas standardı ve fiyatlamasında tek söz sahibi olmasını legalize edecek “otorite kuruluşlar” oluşturarak piyasada tek söz sahibi ve ''saygın'' bir konuma taşıdı kendisini.
De Beers'in başarı sırrı iki şeyde saklıydı: Elmas sektöründe kartel olmak ve buna bağlı olarak piyasayı dilediği gibi domine edebilmek. Adını dahi topraklarında büyük bir elmas yatağı bulunup, baskıyla eline üç beş bir şeyler verilen çiftçi bir aileden aldığını belirtmiştim.
Konu gerçekten çok ilginç. De Beers'in başını çektiği ve Afrika'yı talan eden, on binlerce insanın canını alan, ve yine on binlercesinin kollarının kesilmesine yol açan zulme geçmeden önce, De Beers’in yaptığı muazzam reklam algısı ve başarısından(!) biraz söz etmek istiyorum.
De Beers, hepimizin hayatına gayet doğal zannedip hiç sorgulamadığımız bir ''geleneği'' yerleştirdi. Bu dünya çapında bir başarı, hatta belki de tüm zamanların gelmiş geçmiş en büyük reklam & pazarlama zaferiydi: Evliliklerde geline tek taş pırlanta yüzük takma ritüeli...
1929'da başlayan 1930'lar boyunca etkili olup, binlerce kişinin intihar etmesine, milyonlarca kişinin evsiz ve işsiz kalıp fakirleşmesine yol açan ekonomik kriz, “büyük buhran”, lüks tüketim olan mücevher ve değerli taş ticaretini de doğrudan vurdu. Kriz çok büyüktü.
İnsanların düşen alım gücü ve ekonomik belirsizlik nedeniyle De Beers tüketicilerini yani müşterilerini kaybediyordu. İnsanlar açken, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmekten acizken kimse elmas ya da pırlantayı düşünecek halde değildi. Peki De Beers, bu etkiden nasıl kurtulacaktı?
Herkes kara kara düşünürken De Beers dahice bir hamle yaptı ve oyunu değiştirdi: 1938 yılında N.W. Ayer reklam firmasıyla bir reklam kampanyası anlaşması yaptı. Bu reklam kampanyası o kadar tuttu ki, evlilik ritüellerini sonsuza kadar kökünden değiştirdi kampanyanın gücü.
Tarih boyunca elmasın önemi ve değeri yüksekti. Ortaçağda asillere verilen en değerli hediyelerdendi. De Beers'in 1938 senesinde başlayan reklam kampanyasından önce de, nişan ve evlilik yüzükleri olarak elmas, pırlanta yüzükler kullanılıyordu. Fakat “olmazsa olmaz” değildi.
Evlilik = Pırlanta algısı yoktu insanlarda. Zaten Büyük Buhran, elmasa olan talebi de iyiden iyiye düşürmüştü. De Beers kampanyasının özü pırlanta yüzüğü evlilik ritüelinin olmazsa olmazı olarak konumlamak ve eskimeyen aidiyet vurgusunun sembolü haline getirmekti.
“A Diamond is forever” / “Elmas ebedidir”
Günümüzde de kullanılmaya devam eden bu reklam sloganı kampanya kapsamında 1947 yılında oluşturuldu. 1938-1947 yılları arasında ise elmas ve pırlanta hakkında herkesin bilgi sahibi olmasını sağlayan tanıtımlar yapıldı.
Burada keselim ve ikinci bilgiselde devam edelim nasipse
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Çin asıllı Amerikalı mimar I.M.Pei'nin Kahire'deki Tolunoğlu Ahmet Camii'nden esinlenerek tasarladığı Doha İslam Sanatları Müzesi'nin iç ve dış mekânlarından birkaç fotoğraf:
Müze deniz doldurularak oluşturulan bir zemine inşa edilmiş.
Etkileyici mimarisi ile fotoğraf çekmeyi sevenler için gece ayrı, gündüz ayrı kareler sunuyor.
Kâbe Örtüsü Suudi Arabistan'da Mekke ile Cidde arasında bulunan özel bir dokuma fabrikasında hazırlanıyor. Fabrikayı özel izinle gezmiştim. Yaklaşık 1 yıl boyunca, tamamen el işçiliği ile özenle hazırlanan yeni Kâbe örtüsü hac zamanı Arefe Günü'nde öncekiyle değiştiriliyor+
En kaliteli ipek iplikler usta ellerde dikkatle hazırlanan yazı istiflerine dönüşüyor. Fabrikada Kâbe Örtüsü'nün yanı sıra, Mescid-i Nebevi Ravza Örtüleri de dokunuyor. Kâbe Örtüsü her yıl, Ravza Örtüleri ise 3,4 yılda bir değiştiriliyor.
Kâbe Örtüsü'nün farklı bölümleri var. Kuşak bölümleri, Damla formundaki ''Samediye'ler'', Kâbe Kapı Örtüsü gibi parçalar uzun çaba ve emek gerektiriyor.
1.Kapalıçarşı’da bir restorasyon süreci yaşanıyor. Ancak süreç, eski kalem işi desenlerin tamamen “kazınmasının” ardından yerine aynısının yep yenisinin yapılması olarak devam ediyor. Çarşının tüm yaşanmışlığının, zamanın tatlı izlerinin canına okunuyor:
Bu “ışık seli / ledimsi” aydınlatma tarihi beş asırı geride bırakan Kapalıçarşı’yı ne güzel “açmış” değil mi? Sıfır km yeni desenlerle “pırıl pırıl” olmuş çarşı! Maksatta bu zaten, restorasyon dediğin dokunduğu her yeri pırıl pırıl yapmalı, geçmişin tüm izleri silinmeli. Yakışır.
Şimdi sırayla çarşının bu sokaklarına geliniyor. Üç, beş gün sonra buralar da raspa ile iyice kazınacak, sonra aynısının yenisi yapılacak ve şahane restore başarı(!) ile tamamlanmış olacak… Ya zamanın buraya kattığı ruh? Hayatın izleri? Salla gitsin, kazı geç yepyenisini yap.
İstanbul'da Latin Krallığı Paraları
1204-1261 yılları arasında Kudüs ve kutsal topraklara sefere diye niyet edip, İstanbul'u görünce burayı ele geçiren Haçlı-Latin yönetimi kendi paralarını da bastı. Bizans paraları tarzında basılan bu paralar düşük ayar gümüş (Billon) paralardı.
Latin işgali dönemi paraları üzerinde ''Hristiyan İsa'' ibaresinin kısaltımış hali olan ''IC - XC'' ve Hz.İsa tasviri, Melek Mikâil, çeşitli azizlere yerilmiş. Baskı, ve madeni pul kalitesi oldukça zayıf olan bu paralar iç bükey, adeta gazoz kapağı gibi basılmış:)
Darp kalitesi bu kadar düşük ve çöp adam tarzı zayıf tasvir düzeyi, Latinlerin şehirde köklü bir ekonomik / finansal düzen kurma gayreti içinde olmadıklarını düşündürüyor. Bu kargacık burgacık figürler özensizce hazırlanmış. Kimi örneklerde imparator tasvirini de yer verilmiş.
Avustralya'nın güneyindeki Tasmanya Adası'na yerleşen Britanyalı yerleşimciler, adanın 48 kabileden oluşan yerli 1803-1847 yıllarında yerlilere uyguladıkları soykırımla adanın safkan halkı ''bitirildi''+
1828-1832 yılları arasında yerli halkı yok etmeye yönelik olarak yapılan ''Kara Savaş'', tarihte kaydedilen ilk modern soykırım örneği olarak bir utanç ve kara leke oldu. Safkan Tasmanyalıların tamamı yok edildi bu soykırımda.
İlk Britanyalı yerleşimcilerin 1803 yılında geldiği Tasmanya'da yaşanan bu soykırım; çoğu çağdaş Avustralyalı tarihçi tarafından soykırımdan daha ciddi olan ''imha'' sözcüğüyle tanımlanıyor. Türkçe kaynaklarda ise Aborjin Soykırımı adı altında biliniyor.
Bir Kıtayı Çalan Katliam 2: Kızılderili Katliamı
19.yy'da Amerikalı yerleşimcilere kıtanın doğu kıyısından batı kıyısına kadar genişlemeyi hedef gösteren Manifest Destiny çağrısı yapılınca katliamlar tekrar başladı ve Kızılderili nüfusu 12 milyondan 237 bine geriledi.+
Yuki Kızılderilileri kapatıldıkları rezervasyon çiftliğinde zorlama ile çalıştırıldılar. Yukilere yalnızca kişi başına günde altı buğday başağı olarak açlık diyeti (starvation diet) uygulandı ve yetersiz beslenme ile hastalıklardan çok sayıda ölümler görüldü.
Kaliforniya'da kendini human (insan) olarak tanımlayan beyaz yerleşimciler Yukileri ''Subhuman'' (insan-altı, alt-insan, insanımsı, insan olmayan, insanla aynı kategoride bulunmayan, insandan daha aşağıda bulunan) olarak tanımlıyordu.