1)Türkiye'yi kelimenin tam anlamıyla her bakımdan ABD emperyalizmin pençesine bırakan Menderes, bilindiği gibi siyasi gücünü din istismarı ve köylü-çiftçi odaklı söyleminden almıştır.
2)Ancak aynı Menderes, bir taraftan Atatürk'ün Türkçe okuttuğu ezanı yeniden Arapça okutmayı "dine dönüş" olarak adlandırıp, milletvekillerine "Siz isterseniz Hilafeti bile getirebilirsiniz" demiştir. Menderes'in DP'sinin 1950/1960 yılları arasında ABD ile imzaladığı tarım
3)anlaşmalarında Türkiye'nin ABD'nin kalmış don yağını ve konserve etlerini de aldığı belirtilmiştir. Ancak bu yağların ve etlerin ne eti olduğu konusunda en ufak bir açıklayıcı madde ve bilgi yoktur.
4)Bugün mağdur edebiyatı yapıp ballandıra ballandıra anlattıkları, yücelttikleri, "Müslümanlığa büyük hizmet etmiş bir siyasi lider" diye tanıttıkları Menderes'in bu ABD'nin helal kesim olmayan sığır ve Domuzları meselesinden hiç söz etmemektedirler.
5) Şimdi bu bahsedilmeyen anlaşmaların belgelerine hadi hep birlikte göz atalım:
1.Belge; ABD, yardım adı altında 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşma ile kendi ihtiyaç fazlası olan buğday, mısır, arpa, konserve ve sığır eti, dondurulmuş et, don yağı ve soya yağı gibi tarımsal
6) ve hayvansal ürünleri Amerikan gemileriyle Türkiye'ye taşıma ücretiyle birlikte 46.3 milyon dolar karşılığında Türkiye'ye verecektir.
7) Belge 2; Türkiye 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşmaya ek olarak 25 Ocak 1957 tarihli başka bir "tarım anlaşmasıyla" ABD'den şu tarım ürünlerini satın alacaktır.
8)Belge 2 devamı;Buğday, arpa, mısır, konserve ve sığır eti, peynir, süt tozu, pamuk tohumu, soya fasulyesi yağı... Bu ürünler Türkiye'ye taşıma ücretleri ile birlikte 19.40 milyon dolara verilecektir.
9)Belge 3; İki maddelik bu Amerika notasında, Amerika Türkiye'den şu isteklerde bulunmuştur:
a)1957 mahsulünden yumuşak buğday veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar diğer herhangi bir yumuşak buğdayı ihraç etmekten kaçınmayı.
10)Belge 3 devamı; b)1957 mahsulünden veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar sert buğday ihracatını asgari bir seviyede tutmayı ve bu devre zarfında vuku bulacak her sert buğday
11)Belge 3 devamı;ihracatını Türkiye'nin kendi kaynaklarından finanse edilecek muadil miktardaki buğday mübaayatı ile telafi etmeyi taahhüt etmektedir.
12)Belge 4;20 Ocak 1958 tarihli ABD noktasının resmi gazetede yayınlanmasıyla Türk dış ticaretinin ABD KONTROLÜNE GİRMESİ RESMEN KABUL VE İLAN EDİLEREK UYGULAMAYA KONULMUŞTUR.
13) 12 Kasım 1956 tarihi anlaşmaya göre adı geçen tarımsal ve hayvansal ürünleri ABD aşağıdaki bağlayıcı şartlarla Türkiye'ye verecektir:
1) Türkiye'ye satılan Amerikan tarım ürünleri fazlası,Amerika'nın aynı malların alıcısı bilinen pazarlara ve Amerika'nın düşman tanıdığı ++
14)+ülkelere satılmayacak ve yanlız Türkiye'nin iç tüketimi için kullanılacaktır.
2) Bu anlaşama ile Türkiye'de satılacak malların dünya mahsul piyasa fiyatları üzerinde tesir yapmaması için dünya piyasası üzerinden fiyat tespit edilecektir.
15) 3) Türkiye'nin yetiştirdiği ve anlaşmada adı geçen ve ya benzeri mahsullerin Türkiye'den yapılacak ihracatı, Amerika tarafından kontrol edilecektir.
16) 4) Amerikan tarım ürünleri fazlası Türk lirası ile satın alınacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'na yatırılacak olan Türk liraları ABD hükümeti tarafından kullanılacaktır.
17) 5) Türk ve Amerikan hükümetleri, Amerikan tarım ürünlerine ait Türkiye'deki piyasa taleplerini artırmak ve geliştirmek için devamlı gayret sarf edecektir. ++
18)+Her iki hükümet, bu anlaşmanın uygulanmasında özel teşebbüs sahiplerinin etkili bir biçimde rol oynaması için ticari şartları sağlayacaklardır.
19)Bu anlaşmalar ile Türk devletinin hükümeti, bu ağır şartları reddetmedği gibi Amerika’nın dünya piyasa fiyatları üzerinden vereceği buğdayın cinsini,niteliklerini,ne zaman ve nerede teslime dileceğine ait,böyle alışverişlerde normal sayılabileck şartları dahi ileri sürmüyor.
20)% 98’i Müslüman olan Türk halkının İslam usullerine göre kesilmeyip, öldürülerek kanı akıtılmayan, dondurulmuş veya konserve etlerin Türk halkına yedirilmesi için, Türkiye’ye sevk edilecek dondurulmuş veya konserve etlerin İslam usullerine göre kesilmiş olması şartını ++
21)+dahi anlaşmaya koydurmuyor veya aklına dahi getirmiyor. Sözün kısası şu ki dostlar;
Türkiye 1950’lerde ve sonrasında ABD’nin gerçek anlamda bir sömürgesi durumuna getirilmiştir.
22)Atatürk’ün “milletin efendisi” olarak adlandırıp her bakımdan kalkındırmaya çalıştığı Türk köylüsü zaman içinde bitirilmiş, bir zamanlar kendi kendine yeten Türk tarımı baltalanmış, kendi buğdayını, kendi pamuğunu, kendi zeytin yağını, kendi sığırını üretip ihraç ++
23)etmesine izin verilmeyen Türkiye, Amerikan buğdayına, Amerikan soya yağına, Amerikan pamuk tohumuna, Amerikan konserve sığır etine mahkum edilmiştir.
24)Son olarak da, Haydar Tunçkanat’ın 1969’da yayınlanan “İkili Anlaşmaların İçyüzü” adlı kitabındaki şu cümlelerle bitirmek istiyorum:
25)“Geçmişin acı ve kanlı tecrübelerinden sonra öğrendiğimiz gerçeklerden, Atatürk’ün koyduğu ilkelerden ayrılmamış olsaydık, boşa giden yıllar Türkiye’ye neler kazandırırdı bugün.”
SUNİ OLARAK YARATILAN “KÜRT SORUNU” DEDİKLERİ ŞEY: 500 YIL ÖNCE YAVUZ’UN TÜRK DÜŞMANI SİYASETİ VE İSKAN POLİTİKASININ BİR DEVAMIDIR.
1)Bu günlerde Kürt “Kürt Sorunu”diye piyasaya sürülen şey,Yavuz’un 1512 den sonra İran’ın Kirmenşah bölgesinden Anadolu’ya getirttiği ve İran Türkleriyle,Anadolu Türkleri arasına kama gibi sokup,kendi iktidarını sağlama almak için yerleştirdiği İrani ( Pers) göçebe bir ➡️
2)aşiret topluluğudur. BUGÜN Türkiye’de ben kürdüm diyenlerin bir çoğuda Osmanlı 16. yüzyıl tahrir defterlerine bakarsanız Anadolu kökenli ve Yavuz’un Anadolu’ya İran’dan getirdiği Pers aşiretleri tarafından asimilesi edilmiş, kayıtlarda TÜRKMEN olarak adı geçen,➡️
"Atatürk demek, namus ve şeref demektir...
Atatürk demek, hiç bir ülkenin egemenliğinde olmamak demektir...
Atatürk demek, bu sokaklarda korkmadan yürümek demektir...
Bu şehre, bu memlekete, BENİM VATANIM diyebilmektir...
Anladın mı oğlum?"
YAŞA YAŞA BİN YAŞA MUSTAFA KEMAL PAŞA!
4 ya da 5 yaşında idim. Yıl 1952-53 olmalı...
Bir gün Anneannemle Söğütlü çeşmeden Altıyol'a doğru yürüyorduk...
Yol kenarındaki kitap satan bir satıcı vardı. Tezgah üzerinde başka kitaplar vardı ama Atatürk'ün kitapları yerde idi...
Anneannemin kitap satan adama ;
''Atatürk'ün kitapları niye tozun toprağın içinde, onları tezgahın üstüne koysana" diye bağırdı.
Kitap satan adam da;
"Amaaan teyze ölmüş gitmiş adam ne olacak" dedi...
Osmanlı İmparatorluğu dünyada hiç bir ulusun yapmadığı hatayı yaparak devşirmelere devletin tüm yönetim kadroları teslim etti. Görevleri savaşmak olmayan sadece padişahı korumakla görevli olan Kapıkulu Sipahileri gibi özel muhafızları tamamen devşirmelerden seçtiler.
Bu devşirme unsurlar imparatorluğun asli kurucusu olan Türklere yapmadıklarını bırakmadılar. Bu devşirmelerden Sadrazam Rum Mehmet Paşa Karamanoğulları'nı Konya'dan Aksaray'a yalın ayak kırbaçlatarak yürüttü.
Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet tarafından görevden alındıysa da kısa süre sonra tekrar göreve getirildi. Türk vezir Çandarlı Halil Paşa katledildi, Rum Zağanos Paşa vezir yapıldı. Zağanos'un sonunda ki Nos kelimesi Rumca'da bey demektir.
Siyasi ve askeri dehası üzerine binlerce kitap yazıldı. Ama ülkenin gelmiş geçmiş en vizyoner en isabetli girişimcisi olduğu pek yazılmadı.
Ömrü boyunca tek hatalı ekonomik karar almadı.Temelini attığı devlet şirketlerinin %100'ü başarılı oldu.
1924'de Türkiye İş bankasını kurdu, bir asır geçti halen bankacılık sektörünün lideri.
Ekonomik dehasının kanıtlarından biri de, Türk tekstilinin temeli kabul edilen Nazilli Sümerbank Basma fabrikasıydı.
Ruslar'a yaptırdı.
Krediyi Ruslar verdi.
Makineleri Ruslar getirdi.
Rus mühendisler kurdu, eğitim verdi.
Eğitti, öğretti.
1937'de bizzat açtı.
2500 insanımız istihdam edildi.
Kadın-erkek moral motivasyon baloları düzenleniyordu.
700 kişilik sinema salonu vardı, haftanın 6 günü film gösteriliyordu.
Bir ülkede halk hükümdara karşı ayaklanır. Haklıdırlar da. Ne adalet, ne düzen kalmıştır ülkede.
Hükümdar ayaklanan halkı meydandaki büyük bir havuzun etrafında toplar ve bir konuşma yapar :
- Eğer isterseniz benden çok kolay bir şekilde kurtulabilirsiniz.
- Böyle isyan etmenize hiç gerek yok.
- Şimdi ben bu havuzu boşalttıracağım üzerini de kapattıracağım.
- Sizden tek isteğim, bu havuzu süt ile doldurmanız.
- Herkes gece yarısından sonra bu havuza tek başına bir kova süt dökecek. Ama herkes.
- Kimse kimseyi görmeyecek. Güneş doğarken hepiniz burada olun.
- Havuz süt ile dolduğunda ben tahtı bırakıp gideceğim.
Selanik’te doğduğu gün hiç kimse fark etmemişti, onun ilk kez doğduğunu.
Tıpkı “Öldü” denilen gün doğduğunu fark edemeyenler gibi.
O adamın iki doğum günü vardı, biri 1881 olan, diğeri 1938’te doğan.
İlk doğumunda, Osmanlının ve dünya mazlumlarının bahtı batıktı.
Türk ulusunu kurtaracak bir “O adam” lazımdı.
Öyle bir “O adam” olmalıydı ki, diğer adamlardan ayrı yazılmalıydı.
O adam; bilinir adıyla Mustafa, öğretmeninin eklemesiyle Kemal, savaşlarda elde ettiği pâyeyle Gazi Hazretleri, milletinin ona layık gördüğü unvanla Atatürk olmalıydı.
O adam;