Siyaset, halkı ikna sanatı olduğu kadar vahşi doğada dahi eşine az rastlanan bir hayatta kalma savaşıdır.
Bazen en güvendikleriniz, bazen uçurumun kenarından kurtardıklarınız, bazen ise kol kanat gerdikleriniz avcınız olabilir.
Tıpkı görseldeki üç adamın hikayesindeki gibi…
6 Mayıs 2010 gecesi, Metacafe’de paylaşılan bir içerik Türkiye’yi ayağa kaldırdı.
Bir yatak odasının içini gösteren videoda, çıplak bir kadın ve yarı çıplak bir erkeğin üstlerini giyindiği görülüyordu.
Bahsi geçen video, Akit’in sitesi habervaktim.com’da da paylaşıldı.
Türkiye gündemine bomba gibi düşen videodaki erkeğin CHP Genel Başkanı, ana muhalefet lideri Deniz Baykal, kadının ise CHP Ankara Milletvekili Nesrin Baytok olduğu iddia edildi…
8 Mayıs 2010'da videoyu barındırdığı için Metacafe'ye erişim engeli geldiğinde; Türkiye’de videodan haberdar olmayan neredeyse kimse kalmamıştı.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir siyasi liderin müstehcen görüntüleri dolaşımdaydı…
Türkiye olayın etkisiyle çalkalana dursun herkes Deniz Baykal’ın yapacağı açıklamayı beklemekte koyuldu.
Baykal ise kameraların kaşlısında dört gün sonra, 10 Mayıs tarihinde çıktı…
“Bu bir kaset olayı değildir, bu bir komplodur.” sözleriyle başladığı 11 dakikalık konuşmasında yer yer gözleri dolan, yer yer sesi titreyen, yer yer öfke ve isyanını ele veren Baykal; belki de yaşamının en zor açıklamasını yaptı…
“Bu kara kampanyaya teslim olmayacağım. Bu hukuksuz ve ahlaksız komplo nedeniyle kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim. Eğer bunun bir bedeli varsa ve bu bedel CHP Genel Başkanlığı'ndan ayrılmaksa o bedeli de ödemeye hazırım."
sözlerinin ardından istifa etti…
Baykal'ın istifa kararının birçok kurmayı için de sürpriz olduğu anlaşılıyordu.
Belli ki Baykal bu kararı kendi başına almış, metni kendisi yazmış, en yakınlarıyla bile paylaşmamıştı.
Partililerin gözyaşları ve tezahüratları arasında güçlükle genel merkezi terk etti.
Deniz Baykal, istifa kararı sonrası “06 CHP 01” plakalı makam aracıyla; arkasında kendisini büyük bir konvoyla takip eden basın ordusuyla Çayyolu semtinde Angora Evleri'ndeki konutuna geçti.
Baykal’a o gün arabada tek bir kişi eşlik etti.
PARTİ GENEL SEKRETERİ ÖNDER SAV
2000 yılından beri partinin genel sekreterlik koltuğunda oturan Önder Sav; tüm otoriteler tarafından partinin en güçlü ismi olarak gösteriliyordu.
1950’lerde siyasete girmiş; İsmet Paşaların, Ecevitlerin döneminde pişmişti…
Bir siyaset kurdu, CHP örgütlerinin lideriydi…
Önder Sav, Deniz Baykal’ın da 55 yıllık arkadaşıydı.
Bülent Ecevit'in İsmet İnönü'yü genel başkanlık yarışında mağlup eden ekibinin Deniz Baykal ile beraber önemli ayaklarından biriydi…
CHP tarihinin en uzun süre genel sekreterlik yapan ismi olan Önder Sav, Baykal’ın istifa sürecinde de gözlerin ilk çevrildiği kişi olmuştu.
Zira herkes çok iyi biliyordu ki; Önder Sav kimi isterse o kişi Genel Başkan olacaktı.
Önder Sav, konuya ilişkin yaptığı ilk değerlendirmede oldukça sağ duyulu bir imaj ortaya.
Parti olarak Deniz Baykal’ın yanında olduklarını, bu komplonun hesabını soracaklarını, genel başkanlarına sahip çıkacaklarını söyledi.
Tüm CHP’lilerin büyük memnuniyetle karşıladıkları bu konuşma Baykal’ın da hoşuna gitmişti.
Evine çekilen Baykal’ın; -her ne kadar dile getirmese de- partinin tüm organlarıyla kendisine sahip çıkmasını ve genel başkanlığa döndürmesini istediği düşünülüyordu.
Gelgelelim, aslında Deniz Baykal ile Önder Sav’ın arası uzun zamandır limoniydi.
Sav’ın sahip olduğu güçlü genel sekreterlik koltuğu Baykal’ı rahatsız ediyordu ve ilk kurultayda Sav’ın yetkilerini tırpanlamak istiyordu.
Üstüne üstlük; Önder Sav parti içinde sahip olduğu büyük güce rağmen halk nezdinde son derece antipatik bir isimdi.
Bilhassa dindar çevreler kendisinde hiç haz etmiyordu. Bu durum dindar kesimlere açılmak isteyen Baykal’ı zor durumda bırakıyordu.
Tüm bunlara rağmen; Önder Sav’ın Baykal’ı geri döndürecek kişi olduğu konuşuluyordu. Nitekim, bir grup partili, istifa gününden beri Baykal’ın evinin önünden ayrılmıyor. Baykal liderliğe dönünceye kadar açlık grevi yapacaklarını söylüyorlardı…
Önder Sav, Baykal’a kayıtsız şartsız destek açıklaması yaptıktan sonra genel merkeze döndü.
Burada genel Merkez yöneticilerine bir konuşma daha yaptı; konuşmada yine Baykal’a sahip çıkıp bu komployla hesaplaşacaklarını söyledi.
O saatlerde kimsenin aklına gelmeyen ise şuydu: Önder Sav, Baykal’a sahip çıkıyordu çıkmasına ama, geri döndürmek için değil, veda edip Baykal’ı köşesine göndermek için.
Nitekim kısa bir zaman sonra Sav’ın gerçek niyeti ortaya çıktı.
CHP sadece 10 gün sonra, 22 Mayıs’ta olağanüstü Kurultay’a gidecekti.
Lakin ortada ne genel başkan vardı ne de genel başkan adayı.
Genel kanaat Baykal’ın bir şekilde ikna edilip döneceğiydi ama Önder Sav’ın başka planları vardı…
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, özellikle 2007 Seçimleri sonrası partide yıldızı parlayan isimlerin başında geliyordu.
2009 Yerel Seçimleri’nde partinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmuş ve 2004’e göre oyları epey yükseltmişti…
Kemal Bey partinin yenilikçi kanadını temsil ediyordu. “Dersim” Alevisi bir aileden geliyordu. CHP’nin ulusalcı şahinlerinden Onur Öymen’in Tunceli Harekatı’nı savunmasına kamuoyu önünde tepki göstermiş ve dikkatleri üzerine çekmişti…
Kılıçdaroğlu’nun kamuoyunun dikkatini çeken bir diğer özelliği de “dosyacılığıydı”
Melih Gökçek, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi isimlerle yaptığı açık oturumlarla popülaritesini yükselttikçe yükseltti.
Kılıçdaroğlu mükemmel bir hatip, birikimli bir teorisyen değildi. Bürokrasi geleneğinden gelen araştırmacı, çalışkan bir devlet adamıydı.
Tabanında ve örgütlerinde büyük bir Alevi yoğunluğu bulunduran partinin ender Alevi Genel Merkez önderlerindendi.
Bu yönüyle de öne çıktı.
Belki de hepsinden daha önemlisi Kılıçdaroğlu “yeniliği” temsil ediyordu.
Partinin güç merkezini oluşturan ama halkta karşılığı sınırlı olan ulusalcı, Kemalist entelijansiyanın karşısında daha “taşralı” bir hüviyete sahipti.
Tüm bu sebepler ve daha fazlasından dolayı Baykal’ın istifasının ardından tüm gözler Kılıçdaroğlu’na çevrilmişti.
Üç ihtimal konuşuluyordu:
1-) Baykal geri dönecek
2-) Önder Sav kendini genel Başkan adayı gösterecek.
3-) Kılıçdaroğlu öne çıkacak.
Üçüncü ihtimali Kılıçdaroğlu çabucak ortadan kaldırdı.
Deniz Baykal’a yapılan komplonun hesabını soracaklarını, genel başkan adayı olmak gibi bir niyetinin olmadığını söyledi…
Tüm gözler yeniden Genel Sekreter Önder Sav’a çevrildi.
Neredeyse tüm il Başkanları da Sav’ın gözünün içine bakıyordu.
Tek bir işaretiyle delegelere Baykal’ı tekrar aday göstertebilir, kendisini veya başka birisini de aday olarak sunabilirdi. Bu güce sahipti.
Gelgelelim, Önder Sav’a Genel Başkan olmak hiç de çekici gelmiyordu.
Genel Sekreterlik makamında fazlasıyla güçlü bir konumdaydı. Parti örgütü elindeydi.
Üstelik genel başkanlık sadece parti içi örgütsel gücü değil; toplumsal sempatiyi de gerektiriyordu ve bu Sav’da yoktu.
Tüm soru işaretleri 17 Mayıs günü giderildi.
Önder Sav, Kılıçdaroğlu’nu ziyaret ederek desteğini açıkladı.
Sav’ın pozisyon almasını bekleyen 40 il başkanı da aynı gün genel Başkan adaylarının Kılıçdaroğlu olduğunu duyurdu.
18 Mayıs günü geldiğinde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen il başkanı sayısı 60’a yükseldi.
Bu iş bitmişti.
Kılıçdaroğlu’na mesafeli yaklaşan partinin ulusalcı kanadı örgütün güçlü desteği yüzünden sessizliğe gömüldü…
Kılıçdaroğlu’nu en sert eleştiren ekibin başında gelen koyu ulusalcı Onur Öymen bile “kararı kurultay verecek” sözleriyle yetinmiş, esaslı bir çıkış yapamamıştı…
Yaklaşık 8 gün süren bu belirsizlik sürecinin kurbanı ise Deniz Baykal oldu.
Angora’daki evinde kırgın ve küskün bekleyen Baykal; partisinin tüm kadrolarıyla kendisine sahip çıkıp yeniden genel başkanlığa taşıyacağını ümit ederken bir anda kendini dairenin dışında buldu…
22 Mayıs günü gelip çattığında Ankara Spor Salonu tıklım tıklımdı ve yaklaşık 40 bin kişinin önünde tek aday olarak seçime giren Kılıçdaroğlu; 1250 delegenin
1189’unun oyunu alarak CHP’nin 7. genel başkanı.
“Başbakan Kemal” sloganlarıyla büyülenen kalabalık coşku içindeydi.
Kurultay salonuna Kılıçdaroğlu ile birlikte gelen Önder Sav’ın keyfi yerindeydi.
Genel Başkan olmamış ama genel başkanı tayin etmişti.
Genel Sekreterlik koltuğunda eskisinden de güçlü olacağına ve Kılıçdaroğlu’nun kendisine hep vefa hissedeceğine emin gibiydi.
CHP için 2010 yazı yeni genel başkanın arkasına aldığı sempati rüzgarıyla koltuğuna alışması, 12 Eylül 2010 referandumunun kampanya süreciyle geçti…
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ise “kaset meselesi” hem 2010 Referandumu hem de 2011 Seçimleri kampanya sürecinde sürekli dilindeydi.
CHP içindeki bu süreçten büyük keyif aldığı anlaşılıyordu…
12 Eylül 2010 referandumundan Ak Parti’nin; en önemli müttefiği Gülen Cemaati’nin, bilumum özgürlükçü, liberal çevrelerin güçlü desteğiyle %58 oy oranıyla çok net bir EVET sonucu çıktı.
CHP ve MHP’nin başını çektiği HAYIR bloğu hezimete uğradı.
12 Eylül 2010’da çıkan %58’lik EVET oyunun ardından CHP’de bir iç tartışma başladı.
Bizzat genel başkanın dile getirdiği bu tartışmaya göre CHP artık kendini sorgulamalı ve halka yaklaşmayı öğrenmeliydi…
Dindarların ve Kürtlerin CHP’den umacı görmüş gibi kaçtığı yılların geride kalması gerekiyordu.
%21 oy oranına takılıp kalan ve geleneksel ulusalcı tabanından sıyrılamayan CHP’de Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki yönetimi faturayı partinin gelenekçi yöneticilerine kesti.
Tüm bu gelişmelerin ışığında 4 Kasım 2010 tarihi gelip çattı.
Bu tarih, CHP’de önemli bir ihtilal tarihidir.
Siyasi literatüre geçen ve 50 yıl sonra bile tartışılacak “Yeni CHP” söyleminin hayat bulduğu tarihtir.
Yapılan PM toplantısında arkasında güçlü bir destek alan Kılıçdaroğlu, Önder Sav’ın 10 yıllık genel sekreterliğine son verdi.
Tüm yatırımlarını parti örgütlerine yapan, PM’de çoğunluğu olmayan Önder Sav gafil avlanmıştı.
Bir anda kendini kapının dışında buldu…
Önder Sav, parti içindeki ağırlığına ve gücüne o kadar güveniyordu ki; Kılıçdaroğlu’nun genel başkan yetkisiyle partinin başkanlık kurulunu belirleyebileceğini aklından çıkarmıştı.
Sav’ın itirazı ve kurultay çağrısı da PM tarafından kabul görmedi…
Önder Sav ile birlikte büyük çoğunluğu genel merkez yöneticisi olmak üzere Sav’a yakınlığıyla bilinen çok sayıda isim o gece tasfiye edildi.
PM sonrası CHP Genel Merkezi’nde iki basın toplantısı yapıldı.
8.katta Genel Başkan’ın sözcüsü konuşuyordu, 4. katta ise Sav’ın sözcüleri.
Sav’cıların toplantısını basan bir grup “bıktık sizden, biz iktidar olmak istiyoruz” diye bağırdı.
Masalar sandalyeler havada uçuştu.
Neticede atı alan Üsküdar’ı geçmişti.
Genel Başkan sıfatıyla Parti Meclisi’nde çoğunluğa sahip olan Kılıçdaroğlu, sakin ve sessiz mizacından beklenmeyen bir atiklikle davranış; bir gecede tüm kadroları yenilemişti.
Önder Sav, bu hamleden daha önce haberdar olsa örgütleri harekete geçirerek engel olabilirdi; ancak her şeyin olup bittiğini gören il Başkanları da da gücün yanında saf tutarak Sav’ın tasfiyesine seslerini çıkaramadı.
Gelelim bu bilgiselin yazılmasına ilham kaynağı olan önemli ayrıntıya…
CHP Genel Merkezi savaş alanına dönmüşken, her katta bir başka yönetici açıklama yaparken, Önder Sav ve ekibinin 10 yıllık hakimiyeti sona ermişken Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu bilin bakalım nereye gitti?
Yanına eşi Selvi Hanım’ı da alarak Söğütözü’nde Ak Partili milletvekillerinin mekanı olan “Fevzi Hoca” balıkçısına giderek balığını yedi.
Bilerek cam kenarına oturarak dışarıda kendisini bekleyen gazeteci ordusuna görüntüler verdi.
Dışarı çıktığında da kendisine meraklı gözlerle bakan ve sorular soran gazeteci ordusuna gülümseyerek “her şey yolunda arkadaşlar, balık da çay da çok güzeldi” dedi.
Ortalık yangın yeriyken Kılıçdaroğlu’nun Fevzi Hoca ziyaretinin birçok anlamı vardı:
En önemlisi parti örgütlerine “güç benim elimde, kimse yanlış bir şeye kalkışmasın” mesajı veriyordu.
Verdiği diğer mesaj ise çok daha manidardı…
Alkolsüz bir balık restoranı tercih ederek Önder Sav’ın temsil ettiği zihniyete gönderme yapıyor; “rakı sofralarında memleket kurtaran dinazor ulusalcı” etiketini partiden temizleyeceğini ilan ediyordu…
Nitekim , gerçekten de Kılıçdaroğlu “rakı sofrası Atatürkçüleri” metaforunu sık sık kullanmış, sonraki kurultaylarda yaptığı konuşmalarda da “Ben rakı sofrasında konuşan adam istemiyorum” demişti.
Önder Sav’a gelince; belki de sakin ve deneyimsiz olmasından dolayı kolayca avucunun içine alabileceğini düşünerek genel başkan yaptığı Kılıçdaroğlu tarafından bir gecede kellesi alındı.
Kılıçdaroğlu’nun sakin mizacına kanmış, kendisine asla dokunulmayacağına inanmıştı. Yanıldı.
Sav daha sonra kendisiyle birlikte tasfiye edilen diğer parti yöneticileri ile birlikte bir süre daha mücadele etti.
Daha sonra iyiden iyiye siyasetten elini ayağını çekti. Zaten yaşlanmıştı ve enerjisi de yoktu.
Kılıçdaroğlu Savaşı kazandı, partiyi istediği gibi dizayn etti.
Mayıs 2010’da bir yatak odasında çekilen görüntülerle başlayan tarihi süreç, yedi ay sonra alkolsüz balık restorantında sona erdi.
Baykal, Sav ve Kılıçdaroğlu üçlüsünün en zayıf halkası görülen kişi; doğru zamanda doğru hamlelerle iki üstadını da ekarte etti.
Kasım 2010 sonrası Kılıçdaroğlu, önce partideki sert ulusalcı hakimiyeti sona erdirip Kürt ve mütedeyyin insanları partiye kazandırmaya çalıştı.
Daha sonra bu yaklaşımları parti politikası haline getirdi.
Bu politika doğrultusunda Kılıçdaroğlu’nun 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu, 2018’de Abdullah Gül hamleleri başarıya ulaşmadı.
2019 yerel seçimlerinde ise aynı taktikle büyük bir zafer kazanmayı başardı…
Kılıçdaroğlu CHP’sinin en büyük kazanımlarından Ekrem İmamoğlu ise yıllar sonra yine bir akşam yemeğinde gündeme geldi.
Söz bir yemekten açılmışken, biz de bu bilgileri hatırlamış olduk…
Sav daha sonra kendisiyle birlikte tasfiye edilen diğer parti yöneticileri ile birlikte bir süre daha mücadele etti.
Daha sonra iyiden iyiye siyasetten elini ayağını çekti. Zaten yaşlanmıştı ve enerjisi de yoktu.
Kılıçdaroğlu Savaşı kazandı, partiyi istediği gibi dizayn etti.
Mayıs 2010’da bir yatak odasında çekilen görüntülerle başlayan tarihi süreç, yedi ay sonda alkolsüz balık restorantında sona erdi.
Baykal, Sav ve Kılıçdaroğlu üçlüsünün en zayıf halkası görülen kişi; doğru zamanda doğru hamlelerle iki üstadını da ekarte etti.
Kasım 2010 sonrası Kılıçdaroğlu, önce partideki sert ulusalcı hakimiyeti sona erdirip Kürt ve mütedeyyin insanları partiye kazandırmaya çalıştı.
Daha sonra bu yaklaşımları parti politikası haline getirdi.
Kılıçdaroğlu CHP’sinin en büyük kazanımlarından Ekrem İmamoğlu ise yıllar sonra yine bir akşam yemeğinde gündeme geldi.
Söz bir yemekten açılmışken, biz de bu bilgileri hatırlamış olduk.
SON NOT1:
Kılıçdaroğlu’nun tek mesajı Önder Sav’a olmadı.
Deniz Baykal, 2002 seçimlerinde ön sırada olan İnönü'nün torunu Gülsün Bilgehan'ı 2007 seçimlerinde 7. sıraya atmıştı ve Bilgehan seçilememişti. Bilgehan'ın yerine Nesrin Baytok'u 4. sıra adayı yapmıştı…
Kılıçdaroğlu ise tasfiye süreci sırasında Gülsün Bilgehan’ı hem MYK’ya aldı hem de 2011 Seçimlerinde milletvekili yaptı.
Bu hareket de “kaset” sürecine gönderme olarak algılandı.
Video ve görseller internet platformlarından alınmıştır, logosu bulunan kurumlara aittir.
Özellikle Girit’te Kıbrıs’takinden bile fazla Türk varmış.
O günlerde bir mücadele kültürü inşa edilebilseydi Girit de bugünkü Kıbrıs gibi bir statüye sahip olabilirdi. Belli bir bölümü Türkiye’ye ait olabilirdi.
Şu rezilliğe bakınız…
Osmanlı İmparatorluğu, koskoca Rodos Adası’nı bin kişiyle savunmuş.
Mahalleden adam toplasak daha uzun süre direnirdik.
Erdoğan’ın muhtemelen “Prompter metnine” bağlı kalmadan söyleyiverdiği “Edirne’deki zat İmralı’dakine hesap verecek” ifadeleri basit bir açıklamanın ötesinde kökleri açılım sürecine dayanan travmatik bir düş kırıklığını deşifre ediyor…
Demokratik Açılım/ Kürt Açılımı kapsamında, 23 Şubat 2013’te BDP/ HDP heyeti ile görüşen Abdullah Öcalan, “Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” sözleriyle Başkanlık Sistemi’ne destek verebileceklerini ifade etmişti…
Selahattin Demirtaş, o günlerde henüz yıldızı parlamış bir Kürt siyasetçisiydi. BDP Genel Başkanlığına, Öcalan’ın onayıyla 2010 yılında getirilmişti. Sadece 36 yaşında getirildiği bu görevde Açılım Sürecine tanıklık ediyordu. 2011 Seçimleri’nde Hakkari’den milletvekili olmuştu.