Profile picture
, 57 tweets, 7 min read Read on Twitter
bugün dünya felsefe günüymüş =) bunun şerefine derrida'nın "of grammatology" metnine başlıyorum, notlarımı da bu flood'da paylaşıyor olacağım.
İngilizcesinden okuyorum, spivak'ın önsözü kendi başına bir felsefe metni olarak bile değerlendirilebilir. Önsözlerle ilgili problem nedir? Metnin kendisi önsözü içerir mi? writing with erasure jesti "sileyazmak" olarak çevrilse hoş olmaz mıydı (belki de öyle çevrilmiştir)
hegel, heidegger ve nietzsche eksenleri bu eseri anlamak adına önemli görünüyor. Hegel'de önsözün hem gerekli olması hem de yetersiz olmak zorunda olması Derrida açısından önemli. Zira hem felsefeyi hem de belki düşünce dediğimiz şeyin özünü bu oluşturacak.
yani düşünmek zorundayız, ancak düşünce hiçbir zaman yeterli, mutlak, kapsayıcı olamayacak. Bu da Nietzsche'nin kavramsallaştırma eleştirisini andırıyor. Bir yaprak örneği veriyordu doğruluk üzerine metninde, yaprak kavramı, varolan hiçbir yaprağı tekilliği içinde kavrayamaz.
dolayısıyla kavramsallaştırma aslında tekilliğe yapılan bir saldırıdır, zorunludur (çünkü düşünmemiz gerekir), ancak her zaman yetersiz olmak zorundadır. Buradan da Heidegger'in varlık sorusuna geçiyoruz. varlık sorusu niçin unutulmuştur?
varlık sorusunu sorabilmek ancak "orada var olan" ve "varlık sorusunu sorabilen" Dasein'ın analiziyle mümkün olacaktı. buna rağmen Varlık'tan diğer varolanlardan bahsettiğimiz gibi bahsedemeyiz. anladığım kadarıyla Derrida bu pozisyonu "teolojik" buluyor.
bundan kastı da Heidegger'deki Varlık'ın, imlenemeyen bir imlenen olarak (signified without signifier) kuruluyor oluşu. Varlık, aslında kavramsallaştırmaya direnen-bir yanıyla da kavramsallaşmayı aslında önceden mümkün kılan bir nosyon.
buradan da Heidegger'in bile metafiziği yıkma çabasına rağmen metafizikten tam olarak kurtulamadığını söylüyoruz sanırım. yani yetersizliği gösterdik, ancak gerekliliği de ortadan kaldıramadık..
Nietzsche: "All thought, judgment, perception, as comparison [Gleichnis] has as its precondition a 'positing of equality' [GleichsetzenJ , and earlier still a 'making equal' [Gleich-machen] ."
Nietzsche burada geleneksel epistemoloji ve buna bağlı olarak bilen-özne dediğimiz şeyi geride bırakmaya çalışıyor. yani dil, dışımızda duran nesnel bir dünyayı bilmemizin bir aracı olmaktan ziyade, dünyayı dönüştürme/anlamlandırma/sınıflandırma çabamızın ta kendisi.
yani dil "varlığın evi", varlığın yerleştiği, anlam bulduğu, yorumlandığı, anlaşıldığı mekan. ama asla bütünüyle ve yeterince değil, her zaman biraz eksik kalarak, kimi yerleri aydınlatırken kimi yerleri de mecburen karanlık bırakarak..
bu karanlıkta neler gizli? dilin, mantığın, kavramsallaştırmanın sınırları, ayrımların özdeşliğe bulaştığı, öznenin, varlığın, bilginin yekpare olma iddiasını yitirdiği bölge..bu bölge hem anlamı mümkün kılan hem de kendisi asla anlaşılamayan bir yer (biraz wittgenstein-vari?)
daha önsözdeyim =(
spivak allah cezanı kaldıra 90 sayfa önsöz mü olur :/ neyse iteration kavramını not etmek lazım; hiçbir okuma-yorum-anlama birbirinin aynısı değildir, her yeniden okuma, kurulan her yeni bağlantı aslında metne yapılan bir katkıdır da.
önsözün açmazı da bu, ne yazsan hafif kalıyo, ama yazmak da zorundasın. her cümle esas metni hem çarpıtıyor hem de belli bir açıdan okunur kılıyor.
ana metne geçtim. gördüğüm kadarıyla önemli felsefi metinler kendisinden önce geleb bütün bir geleneği karşısına almakla yükümlü. aristoteles, descartes, kant, marx, heidegger ve burada derrida da en önemli metinlerinde bunu yapıyorlar.
ancak elbette hiçbir metin bağlamsız, tarihsiz, mutlak özgünlükle oluşturulmuyor. geleneğin sunduğu araçlar geleneğe karşı birer silaha dönüşüyor. yapısöküm sanki bu süreçle de alakalı.
derridanın başlangıç noktası kendini-duyuyor-olmak, yani iç sesimiz. bu iç ses her zaman kesinliğin, zorunluluğun, orada-bulunuyor-olmanın (presence) işareti olagelmiştir. bu da sözü yazıdan daha ayrıcalıklı kılmıştır (metaphysics of presence)
heidegger, varlık ve zaman'da "orada bulunma"nın, şimdiki zamanda var olma halinin, ve bu hali merkeze alan metafiziğin eleştirisinin bir kısmını, Dasein'ın geleceksel (futural) varoluşundan hareketle gerçekleştiriyordu.
grammatoloji de (yazı-bilimi) daha en başından bu gelecekselliği vurguluyor: "gelecek, yalnızca mutlak bir tehlike biçiminde beklenilebilir". zira bu gelecek "bilginin kapanmasının ötesinde yer alan ve kendini şimdiki zamanda duyuran bir dünyanın geleceğidir".
derridanın eseri de bu geleceğe dikkat eden ve ona bağlı kalacak bir düşünmeyi kurma çabası olarak ele alınabilir.
"history and knowledge have always been determined as detours for the purpose of the reappropriation of presence."
Kitap oldukça akıcı ve ikna edici. derrida'yı anlamsız/obscure bulan filozoflar belli ki bu kitabı doğru dürüst okumamışlar. ancak vardığı sonuçlar itibariyle oldukça "radikal", yani "kökene dair".
derrida'nın önemli iddialarından biri konuşma ve yazı arasındaki ilişki. metafiziğin tarihini, konuşmaya öncelik verilmesi ve yazının bir nevi hakir görülmesi üzerinden anlamaya çalışıyor.
elinde bir çok örnek var, platon, rousseau, hegel, husserl, saussure; hemen hepsinde anlam denen şeyin sesle ve konuşmayla doğrudan bir bağı olduğunu, yazının ise dolaylı/ikincil bir dışsallık olduğu iddiası mevcut.
görebildiğim kadarıyla derridanın iddiası şu: anlam, sesle varlığın doğrudan ilişkisi üzerinden değil, tam da yazının ve farkın belirlediği bir imkan düzlemi üzerinde ortaya çıkıyor.
buna bağlı olarak da felsefe tarihi boyunca kullanageldiğimiz temel ayrımlar aslında hiç de sağlam bir temele (bir tür gerçekliğe) oturmuyorlar: doğa-kültür, özne-nesne, içsellik-dışsallık, varlık-yokluk...
İz (trace) kavramı burada önemli. Arke-yazı kavramı da. Derrida dilin ve anlamın sınırlarında, alışageldiğimiz ayrımları mümkün kılan ama aslında mutlak ve bütüncül bir varlığa dayanmayan(silinmiş/silinmekte olan) bir tür farklılık dinamiğine (?) işaret ediyor.
deneyimlenemeyen bu dinamiğin bir fenomenolojisi de yapılamıyor haliyle. nedense biraz wittgenstein'ı anımsattı; anlamı mümkün kılan şeyi anlamak mümkün değildir demeye benziyor.
insanın bilincini, içerisi ve dışarısını (öznelliği ve nesnelliği), canlıyla cansızı konumlandıran şey şu an burada varolan ve erişebileceğimiz bir bütüncül varlık değil, aksine silinmiş, burada bulunmayan, unutulmuş ya da kendini unutturmuş olan bir "fark"/"farklılık".
sanırım derridanın metninde de, ve genel olarak postmodern düşünürlerde de şu çelişik durum söz konusu: logocentrism (logos-merkezci?) eleştirisini, onun araçlarına dayanmadan yapmak mümkün olabilir mi? logos'a dayanmayan ancak yine de ikna edici bir söylem?
platon'dan beri süregelmiş bir geleneğe tamamen karşı çıkmanın, ya da o gelenekten tamamen kopmanın mümkün olmadığını Derrida da biliyor. bu yüzden metafiziğin/logocentrism'in bir "kapanması"ndan (closure) söz ediyor.
hem kendisini, hem de heidegger'i, bu kapanmanın kaba bir taslağını çizmeye çalışan düşünürler olarak görüyor. ancak logos'un ötesinde bir mantık, gerekçelendirme, muhakeme, tanımlama veya kanıtlama mümkün müdür?
analitik/anglo-sakson düşünürlerin derrida alerjisi bence metinlerinin karmaşıklığından çok, vardığı sonuçların radikalliğinden kaynaklanıyor. zira logos, bütün bilimsel söylemlerin de temelini oluşturuyor, dolayısıyla logos'un eleştirisi kaçınılmaz olarak bilimin eleştirisidir.
"bilimin bilimselliği" derridaya göre metafizik düşüncenin ve onu kuşatan logos'un (söylem/akıl/düzen/bilgi) bir yan ürünü ve yapısökümüne uğratılması gerek. yapısöküm (deconstruction) tam olarak nedir?
anladığım kadarıyla yapısöküm, bir yazarın veya bir grup düşünürün başlattığı bir akım, veya gerçekleştirmeye çalıştığı bir eylem değil. daha ziyade, metinlerin, anlam dünyamızın, bilimin ve felsefenin tam merkezinde yer alan bazı sınır noktaları ve çelişkilerin ifşa edilmesi.
derridanın iddiası doğruysa, ilk ayrımlar yapılmaya başlandığında, logos'a dair ilk söylem üretildiğinde, aslında yapısökümün imkânı da ortaya çıkmış oluyor. zira bütün bu ayrımların ve onların muğlaklığı/sınırlılığının temelinde bir arke-yazı, temel olmayan bir temel yer alıyor.
analitik felsefe ise kendisini bilimselliğe yaklaştırmaya çalıştığı ölçüde derrida'nın bu eleştirisini bir safsata olarak görme eğiliminde. derrida, söyleme (logos'a, logic'e) getirilmesi mümkün olmayan,bulunuş (presence) metafiziğinin ötesindeki bir dinamiğe işaret ediyor
grammatology'nin ikinci ve en uzun safhası sanırım Rousseau okuması. Bu okuma, kitabın girişinde yapmış olduğu bir takım ayrımları ve kavramları yerli yerine oturtması açısından oldukça açıklayıcı oldu. Sabır isteyen bir kitap, ama sabrın sonunda kesinlikle ödüllendiriyor.
rousseau okumasında özellikle doğanın dolayımsızlığı ve kültürün dolayımlılığı arasındaki ayrımın bir yapısökümü söz konusu, bunu da rousseau'nun ele aldığı pek çok farklı kavramda görmek mümkün: acıma, müzik, pedagoji, topluluk ve tabi nihayetinde söz ve yazı.
derrida bu okumada differance'ı "supplement" mantığıyla açıklamaya çalışıyor. örneğin rousseau'ya göre müzikte doğal, dolayımsız olanı melodi teşkil ederken, teknik/hesaplanabilir/kültürel olanı armoni temsil ediyor. armoni, melodinin bir tür yozlaşması olarak yorumlanıyor.
buna bağlı olarak söz/konuşma ve melodi aynı doğal kaynaktan (origin) neşet ediyor. oysa rousseau'nun metni bu kaynağı da bozacak bir fikri barındırıyor, o da armoninin daha en baştan melodiye içkin olması. yani bozunma her zaman çoktan başlamış vaziyette.
bu da bize saf/dolayımsız bir kaynağın da imkansız olduğunu, kaynak olarak işaret ettiğimiz herşeyin çoktan dolayımlanmış, bozulmuş, kendisine mesafelenmiş olduğunu gösteriyor. differance/supplement tam olarak bu bozunmaya işaret etmeye çalışan terimler.
yani yapısöküm, aslında doğal/saf/dolayımsız olanı bozmaya, bulanıklaştırmaya yönelik dışarıdan bir çaba değil; daha ziyade her doğallık/dolayımsızlık iddiasının zaten hali hazırda temelsiz olduğunu, kaynağın kendisine bozunmanın içkin olduğunu gösterme çabası.
grammatology de bunu oldukça detaylı bir rousseau okuması üzerinden gerçekleştirmeye uğraşıyor ve bence oldukça da başarılı. derridayı obscure, anlamsız, zor ya da muğlak bulanlar bence sabırlı bir biçimde oturup okumamış olmalılar (en azından bu metnini).
geçtiğimiz hafta bitirdim, yaklaşık 1.5 ay sürdü, ama sadece metrobüste okuduğum düşünülürse fena değil.
sanırım kitaba dair en temel eleştiri şu olabilir, derrida logos-merkezcilik eleştirisini yürütürken (belki de kaçınılmaz olarak) kendi logos'unu üretiyor. trace, differance, supplement gibi kavramlar da, bazı geleneksel ayrımları zayıflatsa da akılsal bir örüntü oluşturuyor.
ayriyeten, farklılık, iterasyon, karmaşıklık gibi kavramlara dair hassasiyet çok aşikârken, "metaphysics of presence" başlığı altında platon'dan bergson'a kadar bütün bir felsefe tarihini sokabiliyor. bu, tam olarak eleştirmeye çalıştığı aynılaştırıcı söylemin en bariz örneği.
ancak elbette derrida'nın yapısöküm projesi bu kitapla sınırlı değil, zaten sonrasında yazdığı eserleri bir bakıma bu büyük "grammatoloji" projesinin farklı akslarda, kavramlarda ve düşünürlerde devam ettirilmesi olarak görmek mümkün.
başka metinlerinde trace, differance ve supplement gibi kavramlara "quasi-transcendental" adını veriyor derrida. grammatology tam da böylesi bir proje. ayrımların, mevcudiyetin, zamanın "olasılık koşullarını" oluşturan ancak kendisi mevcut olamayan bir hareket? jest? oyun?
mevcut olanla olmayan/aşkınla deneyimsel/potansiyelle aktüel ayrımlarının berisinde ve o ayrımı hem mümkün hem de imkansız kılan bir quasi-transcendental yapı: yazı, iz, differance.
hatta ona bir yapı bile demek doğru değil, yıkılmaya yüz tutmuş, kendi kendisini silmekte olan, unutulmuş, üzeri örtük bir kaynak. kaynak olmaya yaraşmayan bir kaynak hatta.
temel dert konuşma ile yazı arasındaki ayrımın felsefe tarihi boyunca yeterince deşilmemiş olması ve bu ayrımı mümkün kılan yapı veya yapıların felsefi bir soruşturmaya tabi tutulmamış olmaları diyebiliriz. konuşma daha "mevcut" bir fenomen ve o yüzden yazıya üstün tutulmuş.
ancak buradan hareketle başka ayrımları da mümkün kılan yapılar görmezden gelinmiş, "varlık/hiçlik", "deneyim/aşkınsallık", "özne/nesne", "içerisi/dışarısı". grammatology, bu ayrımları meşrulaştıracak ve gerekçelendirecek bir nihai mevcudiyetin olmadığı iddiası üzerinden yürüyo.
daha doğrusu, iterasyon/tekrarlama/bozunma, yani differance sürecinden geçmemiş herhangi bir mevcudiyetin mümkün olmadığını, bu yüzden de bu ayrımların hep riskli bir zemin üzerine inşa edildiğini öne sürüyor. differance hem ayrımları mümkün kılıyor, hem de bulanıklaştırıyor.
sanırım bu flood'u burada bitirebilirim, bundan sonrasını artık bi makaleye bişeye yazmak yerinde olur =)
Missing some Tweet in this thread?
You can try to force a refresh.

Like this thread? Get email updates or save it to PDF!

Subscribe to sirnaber
Profile picture

Get real-time email alerts when new unrolls are available from this author!

This content may be removed anytime!

Twitter may remove this content at anytime, convert it as a PDF, save and print for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video

1) Follow Thread Reader App on Twitter so you can easily mention us!

2) Go to a Twitter thread (series of Tweets by the same owner) and mention us with a keyword "unroll" @threadreaderapp unroll

You can practice here first or read more on our help page!

Follow Us on Twitter!

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just three indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3.00/month or $30.00/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!