"Kanıt ne ve *doğru olduğunu farz edersek* iddiayı yeterince destekler mi?"
Yani kanıtla iddia arasındaki bağlantı gücünü sorgularız.
Bu örnekte kafa karıştıran bir çok sözde kanıt var (P4 labı) ama asıl kanıt, 2003 tarihli bir patent belgesi.
Ama sadece şüphe: Virüsün sentetik olduğunu kanıtlamak daha zor bir şey. Çünkü icat edilmemiş ama keşfedilip saklı tutulmuş da olabilirdi.
"Kanıt diye öne sürülen şey doğru mu?"
En çok enerji tüketen kısım bu. @teyitorg gibi bir -hatta birkaç bağımsız- oluşumun gidip orijinal kaynakları araştırması lazım.
Bu örnekte işimiz kolay: Patent SARS-CoV aşısıyla ilgili. Yeni virüsle alakasız.
Fakat yarın öbürgün başka başka "kanıtlar" öne sürülebilir. Her şeyi tekrar mı yapacağız? Hayır. Dördüncü soru bu noktada devreye girer:
"İddia, mevcut karşı kanıtları cevaplıyor mu?"
Örneğimizde çökertilecek bir kanıt, karşılaştırmalı genetik çalışmalar. (Virüsün doğal olduğunu gösteriyorlar)
Bir komplo iddiasının, ilk iş bunu çürütmesi lazım.
modernhealthcare.com/safety-quality…
Birçok insan, özellikle de 3. soruya odaklanarak kanıtı çürütmüş, patent belgesinin aslını açıklamış.
Peki iddia sahibi ne yapıyor?
Bunları cevaplıyor mu? Hayır.
İddiayı geri çekiyor mu? Hayır
İddiayı modifiye ediyor mu? Hayır
Niye?
"İlk başladığı günden beri bu virüsün insan eliyle yaratıldığını...iddia ediyorum. Nihayet birileri kanıtını bulmuş."
Burada büyük bir sorun var: Bir davaya kendi itibarınızı bu kadar gömdükten sonra GERİ ADIM ATAMAZSINIZ.
Ve bu kadar ilgi görünce insan zaten sarhoş oluyor. 1.2 milyon kez izlenmiş bir videoyu, 20 bin like almış bir tweeti silmek kaçınızın harcı?
Karşıt fikirleri tartarken, argümana veya uzmanlığa göre ağırlıklı ortalama almayı beceremiyoruz. Düz sayım yapıyoruz.
Ama Facebook, Twitter gibi mecralar bunu daha kötü yapıyorlar: Çünkü bize sadece bizle hemfikir olanların oylarını gösteriyorlar. Karşıt fikirleri sayısal olarak gösteren bir metrik yok.
Bu etki + itibarınızı tamamen ortaya sürmeniz = felaket.
Bu saatten sonra argümanın kralı gelse sizi ikna edemez. Peki çözüm ne?
Sosyal medya tasarımıyla oynanabilir ama o da çoğumuzun kontrolünün dışında.
Gerçekten kontrolünüzde olan tek çözüm: İtibarınızı ortaya koymayın. Geri adım atabilecek mesafe bırakın.
(15 dk ara)
Dün, ilgili bir yorum yapmıştım. Önemli nokta, BİLİMSEL METOD ile kıyası idi+
Birey şunu sorar: "İnancım doğru olsaydı neler gözlerdim?"
Bilimsel süreçse şunu: "İnancım yanlış olsaydı neler gözlerdim?"
Yani bireyler "bilimsel" değildir, süreç bilimseldir.
"İnancımı doğrulayan bir şey işte!" diye atlıyorlar. Ve ne kadar çok benzer insan olduğunu görüp cesaret buluyorlar. Kimse, kendisini yanlışlamaya çalışmıyor, o 4 soruyu sormuyor.
Bunun hatalı hali ise en başta verdiğim piramitte bulunuyor ("tone" yazan yer, ad hominem'in bir üstü.) Yani konu yerine üsluba odaklanmak.
Lakin burada "önemsiz itirazlar" (trivial objections) safsatası da mevcut: Üslubun geneli normalken, kişiye yönelik bile olmayan tek bir açık bulmuş.
Ben, argümandaki ısrarın psikolojik temellerini açıklamaya çalışıyor ve bunu şüphecilikle kıyaslıyordum.
Devamındaki efsanevi ironinin kaynağı tam da bu...
Bunun psikolojideki adı YANSITMA. Komplocuların en nefret ettiğim taktiği. Niye?
Haklı veya haksız olsun her komplocunun iddia şablonu şudur: "Herkes kandırılıyor, gerçeği benim de dahil olduğum bir azınlık biliyor."
Eğer bunu desteklenebilirse (mevcut kanıtları çürütme + doğru pozitif kanıtlar + sağlam argüman) ne ala.
Ama çoğu zaman öyle olmuyor. İnanç, kanıttan önce geliyor. "Herkes yanlış, ben doğruyum" inancı.
Neyin semptomu? Günlük hayatta hep zeka eksikliği veya karakter bozukluğu teşhisi koyuyoruz ama bu yanlış. İkisi de şart değil.
Düşüncelerimiz üstüne yeterince düşünmemek VE altından kalkamayacağımız açıklamalara itibarımızı kefil etmek.
Kendimizi tanımak zaten zor bir iş. Gereksiz kibirle daha da zorlaştırmayın. Son.
*Bu konular ilginizi çekiyorsa, yakında..
fularsizentellik.com/safsatalaransi…