1991 yılında bir çiftçi, Vietnam’daki Phon Nha-Ke Bang Milli Parkı’nda daha önce keşfedilmemiş bir mağara olduğunu fark eder.
Mağaranın girişinden garip bir su sesi geliyordu.
Çiftçi bu gürültüden korkunca, mağaranın içine girmekten vazgeçer.
Khanh geri döndüğünde mağaranın yolunu bulamayınca bu doğal güzellik 18 yıl daha saklı kalmış. İşin ilginci ormanda yiyecek ararken kaybettiği girişi gören çiftçi mağarayı tekrar bulan kişi de olmuş.
Bu tarihten sonra İngiliz Mağara Arama Organizasyonu BCRA araştırmaları başlamış
Hang Son Doong 2010 yılında ara kesitine göre dünyanın en büyük mağarası unvanını almış.
5 kilometre uzunluğunda ve 200 metre yüksekliğindeki ana mağaraya 40 katlı bir bloğu sığdırmak mümkün.
Henüz sadece 9 kilometresi keşfedilmiş, tam uzunluğu bilinmiyor.
Birbirine bağlı 150 mağaradan oluştuğu ve 139 kilometre uzunluğa sahip olduğu söyleniyor.
Mağaranın tam adı "Hang Son Doong" ve bu yerel dilde "Dağ Nehri Mağarası" anlamına geliyor.
Kendine has büyük bir eko sisteme sahip olan mağara adeta bir iç dünya. Mağaranın içerisinde göller ve ormanlar bulunuyor.
Mağaranın yaşı 2,5-3 milyon yıl olarak belirtiliyor.
2019’un ortalarına gelindiğinde, mağaranın yeraltı nehri ile Hang Thung adlı yakındaki bir başka mağaraya bağlandığı anlaşıldı. Bu, mağaranın efektif hacmini 1,6 milyon metreküpten fazla artırmaktadır.
Mağara, 70 metre uzunluğundaki, dünyadaki en uzun dikitlerden bazılarını içermektedir.
Son Doong’da, Vietnam Seddi arkasında, anormal derecede büyük bir boyutta, beyzbol topu büyüklüğünde mağara incileri bulunmuştur.
Tabanı son derece kaliteli kireç taşından oluşuyor bu yüzden mağara çok düzgün bir yapıya sahip.
Mağaranın kendine özgü bir iklimi çeşidi de var. Bulutlar, dış dünya ile mağara arasında belirgin bir sıcaklık farkı oluşturuyor.
Mağaranın içinde insanlığa ait resim ya da heykellere rastlanmadığını söyleyen araştırma ekipleri, buradaki büyük ormanlara, akmakta olan nehir'e , 200 metre derinliğindeki göle ve kumdan oluşan plajları odak haline getirmiş.
Araştırma sürecinde turizme kapalı tutulan Hang Son Doong, 2009 yılında özel turlarla turizme açılmış.
Mağaraya ulaşmak için Ho Chi Minh City otobanının bir noktasında araçtan inip ormanın içinde 10 kilometre yürünmesi gerekiyor.
Bu mağaranın içine girebilmek için bir halat yardımıyla 80 metre aşağıya doğru inmeniz gerekiyor.
2019’un ortalarına gelindiğinde, mağaranın yeraltı nehri ile Hang Thung adlı yakındaki bir başka mağaraya bağlandığı anlaşıldı.
Bu keşif mağaranın efektif hacmini 1,6 milyon metreküpten fazla artırmaktadır.
Bölgeyi çevreleyen yoğun ormanlar, pek çok ürünün yetiştirilmesine izin vermiyormuş. Son Doong'un keşfi ve bölgeden geçen keşif gezileri sayesinde,
orada yaşayan insanlar, ek gelir ve fırsatlar elde etmişler.
Vietnamlı yetkililer tarafından mağaranın içine bir teleferik inşa edilmesi planlanıyor.
Önerilen sistem 10.5 kilometre uzunluğunda olması ve maliyetinin
112 ile 211 milyon dolar arasında olması öngörülüyor. Ancak çevreciler bu plana şiddetle karşı çıkıyorlar.
Milli park Fongnya-Kebang, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde olup hükümet tarafından özenle korunmaktadır.
Tarihin başından beri, insanoğlu her zaman düşüncelerini aktarmanın ve kaydetmenin yollarını ve bunları nasıl daha ileriye götüreceğini araştırmış, en yaygın hali olan yazıya başvurmuşlardır.
İnsanlar yazı yazmak için kağıttan önce kil tablet, papirüs, parşömen, kaplumbağa kabuğu, ahşap tablet, bambu çubuğu, palmiye yaprağı ve ipek kumaş gibi birçok farklı malzeme kullanmıştır.
M.Ö. 4000 , Eski Mısırlılar bizim bildiğimiz şekliyle kağıt benzeri ilk maddeyi bulmuşlardır. Papirüs denen bir madde dokunarak hasır haline getirilmiş saz kamışlarının dövülerek sert ve ince bir sayfa haline getirilmesiyle oluşmuştur.
Hem sanatta hem de bilimde eşsiz yeteneklere sahip idi.
Aynı zamanda Anotomi ile de ilgili idi.
İnsan bedeninin kusurluğu ve barındırdıkları oran onu yakından ilgilendiriyordu.
Onun günlüklerinden birinde bulunan, çizdiği bir eskiz bu konudaki görüşlerini ortaya koymaktadır.
“Vitruvius Adamı”
Dahi bir mimar olan Vitruvius Pollio’nun (MÖ.80-15) bir eserinde açıkladığı oranlardan esinlenerek yapıldığı için bu isimle anılır.
Leonardo da Vinci ilk kez 1480’lerin sonlarında insan vücudunun oranları, anatomi ve fizyoloji konularında
kapsamlı çalışmalara başlamıştı. 1489’da ‘İnsan Figürü Üzerine’ adlı bir kitabın hazırlıklarına başladı. Kitabı bitirememişti ancak bu projesi için çeşitli çizimler yapmıştı. Oturmuş ve diz çökmüş bedenlerin oranlarını incelemeye başladı.
1960’lı yıllar, ülkemizde batı müziği eserleri, oldukça zengin, doyurucu ve örnek ölçeklerde temsil edilir.
Ankara Opera ve Balesi de kendi kulvarında saygın bir teşkilat olarak bilinen, batı ülkelerinde opera sanatı ile ilgilenenlerin sahnesine çıkmak istediği bir dünyadır.
İtalyan Büyükelçiliği, kurumun ileri gelenlerine İtalya’da yeni yeni ünlenen bir sesten bahseder, Luciano Pavarotti..
Gerekli görüşmelerden sonra Luce, La Boheme müzikalinde Rodolfo karakterini canlandırmak için 1963 yılında Ankara’ya gelir.
Bu gelme eyleminden yıllar sonra La Stampa gazetesine verdiği röportajında üstat, kelimesi kelimesine şunları söylemiştir ;
“Mesleğime Ankara Operası’nda başladım diyebilirim.
La Boheme operası ile sahneye çıktım ve coşku ile selamlandım.
Sekiz bin yıllık serüven dolu yolculuğunda insanoğlunun ufkunu açmış, tutkularını alevlendirmiş, kimi zaman üzüntüye boğmuş, kimi zaman da karşılaştığı felaketlerin reçetesi olmuş.
Anadolu’nun kadim halklarının kültürünün bir parçasıdır.
“Ve Nuh çiftçi olmaya başladı ve
bir bağ dikti ve şaraptan içip
sarhoş oldu.”
Tekvin (yaratılış 9: 20,21)
Nuh Peygamber’e atfedilen bir efsanede, Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanları ile Ağrı Dağı eteklerinde yaşamaya başlar.
Karınlarını doyurmak üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin, bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür. Bu hal günlerce devam edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, bu durumun yediği bir meyveden kaynaklandığını keşfeder.
Yabani hayvanların, insanları eğlendirmek için kullanılmaları, tarih boyunca çok eskilere dayanıyor. Antik Roma’da arenalarda savaşmak zorunda bırakılma ile başlayan süreç, bugün show maksatlı hayvanat bahçelerinde, sirklerde, akvaryumlarda kullanılmaları ile devam ediyor.
Eğlence dünyasında kullanılan bu yabani hayvanlar, kediler, köpekler ve yüzlerce binlerce yıl önce evcilleştirilen diğer hayvanlar gibi değiller. Bu yabani hayvanların bir kısmı esaret altında doğmakta ancak çok büyük bir kısmı,
doğadan koparılmakta, hatta yasadışı şekilde yakalanmaktadır.
Tarihte ilk hayvanat bahçesini M. Ö. 1100 yılında Çin İmparatoru VuVang kurmuş. İmparator, sarayının bahçesinde hayvanlara da bir bölüm ayırmış, buna "Bilgi Bahçesi" adını vermiş
Birçok kültürde yüzyıllar boyunca hiçbir bilimsel anlamı olmayan sihirli, esrarengiz ve yaşam için vazgeçilmez bir “hayat suyu” olarak kaldı.
Daha da ötesi soyluluk, kültür, din gibi kavramlarla ilişkilendirildi.
“Kan bağı”, “damarlardaki asil kan” benzeri nitelemeler ile insanlar, insan toplulukları ve ırklar yüceltildi.
Kan nakli ve beraberinde getirdiği devrim niteliğindeki gelişmeler, 20. yüzyıla "immünoloji çağı" denmesine neden olmuştur.
Bu alandaki en büyük gelişme, 1901 yılında yaşanmıştı.
Başarısız kan nakli örnekleri üzerinde çalışan Avusturyalı hekim Karl Landsteiner, az miktardaki kan örneklerini farklı hastalardaki kan örnekleriyle karıştırdığında, her zaman olmasa da,