1947 yılında, elleri kelepçeli olarak Bursa garajında otobüsten, çıkını sırtında elleri kelepçeli olarak, jandarmalar arasında sürgün olarak Bursa’ya girer ..
Günlerce gazetelerde iş arayıp bulamaz , para kazanmak için çok değişik işler yapar. Bir süre yağlıboya ile yastık yüzlerine resimler yapar. Renk renk Bursa ipeklileri üzerine gül, menekşe motifleri, manzara resimleri çizer.
Sürgüne gelirken gördüğü o gizemli İznik Gölü’nün, ay ışığı altında yansıyan romantik görünüşlerini resmeder. Her halde bu ipek yastıkları kullananlar, bu resimleri yapanın Aziz Nesin’in olduğunu bilmiyorlardı...
"Baktım işler yürümüyor Bursa'da tanıştığım bir kitapçıya gittim...
"İngilizce ders verilir" diye bir kâğıda yazsam da sizin dükkânın camına yapıştırsam, nasıl olur?"..
"İş çıkmaz" dedi.
Nedenin sorduğumda, "Şimdi herkes İngilizce dersi veriyor. Manav dükkânlarından berber dükkânlarına kadar bak, 'İngilizce ders verilir' diye kâğıtlar asılı. Ağaçlara, duvarlara bile kâğıt asmışlar.
İngilizce dersi bu hızla giderse, ders verenler dersi alanlardan fazla olacak. O zaman Türkçe ders verenlere iş çıkacak. En iyisi siz Türkçe ders verin."
Güldüm..
"Şaka değil," dedi, "şuraya 'Eski Türkçe ders verilir" diye bir kâğıt asalım, bak kaç kişi gelecek..
Dediğini yaptık. Bir hafta sonra dört öğrencim oldu. Bunlar, dokuzla on üç yaş arasında çocuklardı. Eski kitapları okumak isteyen gençlerden gelir sanmıştım, oysa çocuklar geldi..
Önce bir baba geldi. "Kuran dersi verir misin?" dedi. Bu hiç hesapta yoktu.
"Veririm.." dedim.
Adam çocuğunu göndermeden önce beni Kuran'dan bir sınava çekti. Vaktiyle hafız olmanın bir zaman gelip yararını göreceğimi hiç ummamıştım. Kuran öğrencileri birken iki, ikiyken üç oldu..
Her sabah Ulucami'ye gidiyoruz.
Öğrencilerime Kuran dersini camide veriyorum. Öğrenciler sekize çıkınca, başıma bir iş gelecek diye korkmaya başladım.
Çocuklarının iyi yetişmesinden memnun babalar birbirlerine haber veriyorlar..
Çocuklardan birinin babası bir gün, "Maşallah, çok çabuk öğretiyorsunuz," dedi, "bizim oğlana bir hoca ders veriyordu, oğlan bir yılda Amme'ye gelemedi.."
Durum iyi hani içimden, "Sürgünden sonra da Bursa'da kalsam, bu Kur'an dersi hiç de kötü iş değilmiş.." diye geçiriyorum.
Bir sabah yine Ulucami'de bekledim, ama öğrencilerimden hiçbiri gelmedi. Ertesi gün de gelmediler. Camide tanış olduğum müezzin ya da kayyum gibi biri vardı, ona nedenini sordum. kem küm ediyor, ağzından baklayı çıkarmıyor..
"Hastalanmışlardır," diyor..
"Salgın hastalığa tutulmadılar ya bunlar.. Hiçbiri gelmiyor.."
Bir daha öğrencilerim gelmedi. Sonradan öğrendim.
Öğrencilerimden birinin babasına, "Oğlunuza kim Kuran okutuyor? Biliyor musunuz?" diye sormuşlar. "Hafız Aziz!" demiş.
"Hafız mı? Ne hafızı! Tam hafızı bulmuşsunuz maşallah.."
Ne olduğumu anlatmışlar..
Bunu bana bir gün kahvede ahbap olduğum, ama kim olduğumu bilmeyen bir adam anlattı.
"Ah kardeşim ah," dedi,
"İstanbul'dan buraya sürgün ediyorlarmış, burada hafızız diye ortaya çıkıyorlarmış. Bu heriflerin girmediği kılık yok..
Az kaldı ben de çocuğumu gönderecektim. Öyle de güzel, çabuk öğretiyormuş ki..
Az kaldı çocuğu zehirletecektik. Böyle bir adamın Ulucami'de hafızlık edeceği kimin aklına gelir?.."
Evet; NİĞDE ve ULUKIŞLA’da oldu bunlar..
Ama neden yaptı..? Niçin oldu..? Sebep neydi..?
Bu işin arkasındaki gizem neydi..? sorusunu kimse sormadı..
Meydanı boş bulan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları 70 yıldır bu propagandayı yaptı. Maalesef gerçeği bilemeyen ve doğru bilgiye ulaşma imkanı olmayan halkımızın büyük bir bölümü bu yalanlara inandı..
Yalanın siyasi rant sağladığını gören iktidar mensupları dozunu her geçen gün artırarak yalanlarına devam ediyor.
Daha birkaç gün önce diyanetçi bir öğretim görevlisi Tv ekranlarından
Mustafa Sabri 1869'da Tokat'ta doğdu. Kayseri'de ve İstanbul'da medrese tahsili gördü, sonra siyasete girdi, Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin kurucularından oldu ve Tokat'tan milletvekili seçildi.
O günlerin en sert şekilde konuşup yazan politikacılarından idi, siyasî ve dinî çok sayıda yazı kaleme aldı, Vahdettinin Damad Ferid Paşa hükümetlerinde dört defa şeyhülislâmlığa getirildi ve "sadrazam" yani "başbakan" vekilliği de yaptı. Sevr anlaşmasına olur fetvası verdi.
"Sizler, üzerinize büyük bir mesuliyet almış bulunuyorsunuz. Genç dimağlar, ancak sizlerden ilham alacak ve kurtulan vatanı mamur kılacaklardır.
Bir talebe, Cebirden bir formül unutabilir, kimyadan belki bir madeni hatırlayamaz. Fakat Efendiler; bir talebe, tarihini asla unutmamalıdır ve ona tarihi unutturulmamalıdır.
#MustafaKemalATATÜRK
Bir işi zamansız yapmak, o işi başarısızlığa uğratmak olur. Her şey sırasında ve zamanında yapılmalıdır. 1919 (E.ÖK Atatürk’le Beraber II, s. 235)
Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım iş şudur: Vaziyeti iyice belirlemek, sonra bu vaziyet karşısında alınacak tedbirin ne olduğuna karar vermek.
Bu kararı bir kere verdikten sonra artık acaba yapayım mı, yapmayayım mı, diye tereddüt etmemek, tereddütsüz kararı uygulamak! Ve başaracağıma inanarak uygulamak! (G.D.D., s. 109)