Jakub Schikaneder, 1889'da ''Evdeki Cinayet'' adlı bir esere imza attı...
Ressam, izleyiciyi olay yeri ile baş başa bırakıyor ve belki de sadece resmi değil, cinayeti de çözmemizi istiyor. Sanat tarihinin en gizemli resimlerinden birini, gelin beraber inceleyelim...
Sanatçı Prag'daki Dekoratif Sanatlar Okulu'nda görev yapıyordu ve görevinin beşinci yılında, 1889 yılında böyle bir sahneye imza attı. 203 x 321 cm gibi büyük ölçülere sahip. Yani ressam, eserine dikkatlice ve detaylıca bakılmasını istemiş.
1890 yılında ise Almanya Berlin'de sergilenmeye başlanan eser, ziyaretçileri şok ediyor. Daha sonra Prag'da bulunan Jubilee sergisinde de büyük bir sansasyon yaratıyor.
Çünkü sergiyi ziyaret eden herkes bu eseri çözmeye ve anlamaya çalışıyor...
Bu bir cinayet mi? Bir intihar mı? Kadın öldürüldüyse onu kim öldürdü? Herkes birbirine bu soruları soruyor.
Ancak ressam soruları yanıtsız bırakıyor ve biz bu cinayeti kimin işlediğini kesin olarak kavrayamıyoruz. Ancak sorulması gereken ikinci bir soru daha ortaya çıkıyor. Ressam neden böyle bir konu seçti??
Resmin gizeminin peşinde koşmaya karar veren araştırmacılar Prag'daki bir Yahudi kasabasında, Špitálská caddesine açılan ve diğer tarafı çıkmaz bir sokak olan Rabínská sokağındaki bir avlunun aynısı olduğunu fark etmişler.
Sanatçı 1872 yıllarında bu bölgede yaşamıştı ve belki de bire bir tanıklık ettiği bir olayı yıllar sonra resmetmek istemişti. Aslında anlatmak istediği gizemli bir cinayet, çözülmeyi bekleyen bir dava değildi. Kadın cinayetleriydi...
Burası oldukça fakir bir mahalleydi ve şehrin en tehlikeli sokakları buradaydı. Kadın öldürülmüştü ancak onun ölümünü değil de katilin kim olduğunu merak ediyordu herkes. Bu eserde toplumsal bir eleştiri vardı.
Kendi kanı içinde yatan kadın figürü öldürülmüştü. Ancak izleyici ona üzülmek yerine katilin kim olduğunu tahmin etmeye çalışarak kendince bir oyun oynamaya başlıyordu.
Aslında bu oyunun oynanmasını isteyen kişi ressamın kendisiydi. Peki burada toplumsal eleştiri nerede? Cesede bakan şu mahalleliye tek tek bakın. Aşırı bir tepki, bir yardım çağrısı, kadının üzerini örtme girişimi var mı?
Cinayeti görenlerin verdikleri tepkilere bakarsak, onların böyle bir sahne ile ilk kez karşılaşmadıkları sonucuna varabiliriz. Endişeli ya da korkmuş gözüken çok az figür var. Aslında daha çok meraklı figürleri görüyoruz.
Bunu bize en güçlü hissettiren figür ise çocuk figürü. Bir kadının kendi kan gölü içinde uzanıyor olması onun için çok da şaşılacak bir şeye benzemiyor. Merak içinde ve düşünceli bir şekilde olay yerini inceliyor.
Figürlerin bu şekilde olay yerini incelemesi bizlerinde doğal olarak öldürülen bir insan hayatını arka plana atıp, heyecan içinde cinayeti çözmek istememize neden oluyor.
Ressam bizle dedektif oyunu oynuyor gibi yapıyor ancak toplumsal olarak hedef aldığı kitle bizleriz. Oyun oynuyor ancak dedektiflikle alakası yok.
O dönem içinde, o mahallede yaşanan çok sayıda kadın cinayetine ve bu cinayetlerin ne denli sıradanlaştığına dair zekice bir anlatım kullanıyor. Eserin adı 'Evdeki Cinayet' ancak biz cinayetin evin dışına taştığını görüyoruz.
Kadın sokakta ölü olarak yatıyor olabilir ama asıl arbede evin içinde yaşanmış. Sağ tarafta gördüğümüz cam muhtemelen içerden kırılıyor.
Kadın kan kaybederken evin dışına atıyor kendini. Orada durup yardım için bağırmış olmalı. Ancak şuan izleyici olarak sahnenin içinde bulunanlar o an orada değiller...
Muhtemelen kocası ya da ailesinden birisi bu kadına evin içinde saldırdı, yaraladı, evin dışına çıkmaya çalıştığında öldürdü ve dar bir sokağa doğru ilerlerken kanlı elleriyle duvara dokundu. Ya da belki o da yaralanmıştır ve duvara çarptığında kanı duvara bulaşmıştır.
Sonuç olarak bu evin içinde kalmış bir cinayet değildir. Bu cinayetler sokağa, o sokağı paylaşanlara, komşulara da aittir. Toplum buradaki cinayetin bir parçasıdır. Bu tepkisizlik ve durağan tavırlar sizin mücadele etmenizi, bağırmanızı, yardım istemenizi anlamsız kılmaktadır...
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sanatla, sevgiyle, barışla ve mutlulukla kalın... 🌻
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Bu akşam sizlere Enrique Simonet’nin 1890 yılında yaptığı ‘Otopsi’ adlı eserinden bahsedeceğim. Sanatçı 1880’lerde Roma’yı ziyarete gitti. Burada bilimin büyülü dünyasını ve ruhunu yansıtmayı amaçlayan bir resim yapmaya karar verdi.
Yıllarca bunun üzerine çalışmalar yapan sanatçı 10 yılın ardından sonunda bir morgu ziyaret ettiğinde aradığı şeyi buldu. Burada Tiber Nehrinde boğulan bir kadına otopsi yapıldığını gördü.
Buradan yola çıkarak kompozisyonunu kurgulayan sanatçı sade ama etkileyici bir resim yaptı.
Doktor, yeni bir şey keşfetmiş gibi kalbe bakıyordu. Merakın, bilime olan sevginin etkileyici bir şekilde resimde hissedilmesini istiyordu. Bunu başardı da...
Şeytan, Dante’ye şöyle dedi; Tanrıyı gerçekten tanısaydın, sen de ihanet ederdin...
Bugün sizlere Fransız ressam Alexander Cabanel’in ‘Düşmüş Melek’ adlı eserinden bahsedeceğim.
Sanatçı, Fransız Akdemik sanatını temel alan eserlerinde Neoklasisizmin, klasik formları kullanışını ve kompozisyon tasarımını alıyor ve yeni sentezler yaratıyor, diğer taraftan da Romantik sanatta olduğu gibi hayal gücüne dayalı güçlü duyguları ön plana çıkarıyor.
Bu yüzden bu gördüğümüz eser bizlere Şeytan ile empati yapma şansını sunması ve bunu büyüleyici bir görsellik eşliğinde başarmasıyla sanat tarihinin en ikonik eserlerinden birini oluşturuyor.
Millais’in 1856 yılında yaptığı bu eser görmek ile ilgili değil, hissetmek ile alakalıdır.
Resim her ne kadar canlı renklere güçlü fırça darbelerine sahip olsa da sanatçının duymamızı ve hissetmemizi istediği şeyler görmemizi istediği şeylerden daha fazladır...
Sanat Tarihi boyunca ressamların en zorlandığı şeylerden biri, abartılı yüz ifadeleri kullanmadan, ya da çok açıkça, göze parmak betimlemeler kullanmadan, bir insanın eksikliğini vermek olmuştur.
Millais bunu harika bir şekilde başarıyor ancak sanki bizlere çok da güvenmiyor gibi geliyor bana.
Dün akşam size bu eseri sorma nedenim de buydu. Hemen hemen herkes kızın kör olduğunu fark etti ilk bakışta.
30 Eylül Çarşamba akşamı saat 20.30'da "Orta Çağdan Modern Sanata " başlığında online bir seminer veriyorum. Ücret rezervasyon ve detaylı bilgi için @BuartSanat hesabına ya da 05550782039 numarasına yazabilirsiniz. Sanatla ve sevgiyle kalın 🖤
Bu seminerde Orta Çağdan başlayarak her dönemden bir örnek vereceğim. Her dönemden bir meşhur eser analiz edeceğim ve Modern Sanata kadar tüm dönemlerin önemli eserlerini ve birbirleriyle farklarını, benzerliklerini anlatacağım.
Bartolomeo Manferdi, "Eros'un Cezalandırılması" 1613. Bu etkileyici sahne mitolojideki bir aldatma sahnesine dayanıyor. Güzellik Tanrıçası Afrodit, Kocası Hephasitos'u Savaş Tanrısı Ares ile aldattı...
Bu yasak ilişki, Güneş'in ilk ışıklarıyla Apollon sayesinde açığa çıktı. Bu yasak ilişkiyi öğrenen Demirci Tanrı Hephaistod ikisini demir bir ağ ile yakaladı ve tüm Olympos tanrılarını çağırarak onlara bu çirkinliği gösterdi.
Bütün Tanrılar Afrodit ve Ares ile alay ettiler ve ikisini de aşağıladılar. Bu aşağılanmaya dayanamayan Ares ise yakalandıktan sonra, okunu nereye attığıma dikkat etmeyen aşk tanrısı Eros'u kırbaçlayarak cezalandırdı.
Kuzey Barok sanatının önemli isimlerinden olan Brouwer genellikle içki içen ve sigara içen köylüleri, barlardan ve illegal yerlerden çıkmayan kavgacıları, bu kavgacıların ettikleri bıçaklı ve vahşi kavgaları resmeder. Bugün sizlere 'Kavga Eden Köylüler' eserini anlatacağım.
1625 yılında yaptığı bu resminin adı da ‘Kavga Eden Köylüler’. Burada sanatçının resim sanatının temelini oluşturan anti-kahramanları görüyoruz yine. Brouwer bu resimde de açık bir şekilde göreceğimiz gibi, bu figürleri asla asil bir şekilde resmetmez.
Aksine, köylüleri ve suçluları resmederken alaycı bir üslup kullanmaktan kaçınmaz. Bu sahneler bizlere 17.yy Kuzey Avrupa'sındaki gece hayatı, köy yaşamı ve onların küçük dertleri ile ilgili bilgiler verir.