Milasın bir köyünden kadının birisinin kocası ölüyor kadın kocasının ölüsüne bakıp bakıp diyor ki"Baktın hava yağmur havası,ocakta darhana çorbası ne diye ölüvedin gözü kör olası". :))🙂
Hikâye bu ya; soğuk ve karlı bir kış günüdür.
Padişah ve veziri kimseye haber vermeden ava çıkmışlardır. Gezmişler, dolaşmışlar, avlanmışlar akşamı etmişlerdir. Geri döneceklerdir de bir türlü ormandan çıkamamışlardır. Artık karanlık çökmek üzere ve umutların tükendiği bir zamandır ki; bir kulübecik görürler.
Kapıyı çalıp misafir olmak istediklerini söylerler kulübe sakinlerine. Kabul görürler, misafir olurlar haneye.
Ev sahibi erkek, misafirlerinin için için üşüdüklerini hissettiği an:
-Hanım, baksana nasıl da üşümüşler, çorba kaynatır mısın misafirlerimize?.. der.
Ev sahibesi hanımefendi hemen kalkar ve toprak bir güvecin içinde çorba hazırlar.
Çorbalar içilince, içi ısınır misafirlerin, rahatlarlar; üstlerindeki abaları postları çıkarınca göz alıcı giysiler çıkar meydana. Az, biraz genç olanı:
-Ben, padişahım… der.
Hane halkı şaşırır, demek ki padişah fakirhanenin konuğudur.
Padişah devamla:
-Benim sarayımda da her gün kazanlar kaynar ama hiç böyle lezzetli çorba içmedim bugüne kadar, nedir bunun adı?.. der.
Ev sahibesi hanım şaşırır; “Çorbanın da adı mı olurmuş, adı üstünde, çorba işte…”
diye geçirir aklından. Ancak padişah soran gözlerini kadının gözlerine dikmiş, gelecek cevabı beklemektedir. Ne desin kadın?.. “Fakir Ev” anlamına gelen:
-Darhane Çorbası, hünkârım… deyiverir.
Geceyi o “Dar hane” de geçiren padişah ertesi gün ne yapmıştır bilinmez ama söyleyiş
özellikleri nedeniyle günümüze “Tarhana” olarak taşınmıştır bu çorbanın adı.
Tarhana Çorbası, soğuk kış aylarının vazgeçilmezidir memleketimizin. Buram buram kokusu gelen; börülceli, acı kırmızıbiberli o tarhanadır. Yaz aylarından çıkmadan,
kınalı ellerle hazırlanır da toprak boduçlara, kurutulmuş su kabaklarına doldurulup saklanırdı eskiden; ya da bembeyaz divitin keselere doldurulup asılırdı tavan çengellerine.
Selam olsun memleketimin tarhanasını yapan gelinine,
kızına; selam olsun elleri nasırlı analara, bacılara; selam olsun apak saçlı ebelere, ninelere. Selam olsun tarhanayı soframıza getiren öpülesi ellerin sahiplerine...
Alıntı...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
TİYATRO OYUNCUSU MEHMET DAĞISTANLI’DAN CUMHURBAŞKANI’NA ÇOK ACI MEKTUP.
Sayın Cumhurbaşkanım!
siz kaç yıldır elektrik faturası ödemiyorsunuz?
Doğalgaz mesela, hiç böyle bir fatura gördünüz mü?
Peki,
hiç arabanızı benzin istasyonuna çekip, kendi benzininizi aldınız mı?
Hem de kendi paranızla.
Mesela siz,
çocuğun bu sene yurt masrafı ne olacak diye düşündünüz mü?Sınava giriş ücretini ödeyemediğiniz için,sınava sokamadığınız evladınız oldu mu?
Doğru söyleyin lütfen,
Emine hanım, pazarda peynirin kilosunun kaç tl olduğunu bilmeyeli kaç sene oldu?
İlk evinizi nasıl aldınız?
Kaç senedir kira ödemiyorsunuz?
Sıfırdan gelip,
kaç mülkünüz oldu?
O milyonluk araçlara sahip olmadan önce, onları ilk ve ancak rüyada görebiliyor olmanızın üstünden kaç sene geçti?
İslam Ülkelerine Kandil kutluyoruz desen,yüzüne bön bön bakarlar..✔️
~~Kandil geceleri: Mevlit, regaip, miraç, berat kandil geceleri Kur’an’da ve sünnette yer almaz. Bu geceler Hz. Peygamberin zamanında ve dört halife döneminde kutlanmamıştır.
Kur’an’da ve sünnette yer almayan uygulamalar din dışıdır.
Kandil geceleri Emevi döneminde kutlanmaya başlanmıştır,
Emevi-Arap adetidir.
Arabın adetini kutsamak, kutlamak Müslümanların işi, görevi değildir.
Kandil geceleri adı altında bazı geceleri kutsal ilan etmek,
o gecelerde edilen tüm duaların veya tövbelerin mutlak kabul göreceği, işlenen tüm günahların af olacağını söylemek,
Kur’an dışı, din dışı inanıştır.
Bu gecelerin kutlanması açık bir bid’adtır. Bid’adlar dinde yozlaşmaya yol açar ve günahtır.
KİMLER CANINDAN BEZDİRDİ UMUT VAAT EDEN BU GENCECİK FİDANI ⁉️
"Hayattan keyif alamıyorum. Daha önce de defalarca bu durumu yaşadım ama bu daha farklı. Gelecekten umudum kalmadı. Gelecekte bu hayattan keyif alacağımı sanmıyorum.
Yaşamak için sürekli çabalıyorum, zorluklar içinde boğuşuyorum. Artık bu beni yoruyor. Mutlu olmak çok anlamsız geliyor. Artık çok yoruldum. Ne elde edersem, neye sahip olursam olayım sanki hiçbir şeyim yokmuş gibi hissediyorum. Yani sahip olduğum şeyler bana mutluluk vermiyor.
Evrenin, doğanın nasıl çalıştığını ve neden şu an olduğu gibi olduğunu anlamaya yönelik okumalarım ve araştırmalarım en büyük keyif kaynağımdı. O konuları o kadar çok öğrendim ki amatör olarak öğrenebileceğim çok az şey kaldı.
1-Benim hayatım 10-15 yıl sürer. Senden ayrılığım bana acı verir. Beni almadan önce bunu düşün.
2- Bana, senin benden istediklerini anlayacağım bir süre ver.
3- Benim içimde sevgi duygusu uyandır ben bununla yaşarım.
4- Bana hiç bir zaman uzun süreli darılma ve cezalandırmak için bir yere kapatma.
Senin hayatında iş, eğlence ve arkadaşların var. Benim hayatımda ise sadece sen varsın.
5- Arada sırada benimle konuş. Sözlerini anlamasam bile bana yönelttiğin sesini anlarım.
6- Bana daima nasıl davranılması gerektiğini bil. Ben hiç bir zaman unutmam.
7- Beni dövmeden önce aslında dişlerimle kemiklerini un ufak edebileceğimi, ancak asla böyle bir yola başvurmayacağımı düşün.
Bir süredir yeni yapılan evlere takmış durumdayım.
Koca koca beton yığıntılar... Balkonsuz, ruhsuz...
İçine giriyorsunuz, eskiden misafir odası dediğimiz salon, büyükçe bir odadan ibaret. Mutfak deseniz hallice bir dolap kadar.
Gezerken içim sıkılıyor. Yahu diyorum, bu salona bizim büfe sığsa, kütüphane sığmaz. Kanepe sığsa,
yemek masasına yer kalmaz. Mutfak bunalım. Hangi tencere, hangi tava nereye sığacak, tabaklar nereye, bardaklar nereye? Bu mutfak anca dört tabak, dört bardak, dört çatal, dört bıçak, dört kaşık, iki tencere, bir tava alır. Bu yani. Hani apart oteller var ya, içinde size üç gün,
"Seyyar satıcıların çoğu genellikle Türk veya Arnavuttu, ama Silivri yoğurtçuları hep Rumdu.Bunun nedeni herhalde Marmara Denezi’nin kuzey sahillerindeki köylerin hep Rum köyü olmasıydı.Silivri’de Sinod üyesi olan bir piskopos bile vardı.
Bu yoğurdu 5.5 okkalık (7.04 kilo), daire şeklinde, yaklaşık 6 cm derinliğindeki tepsilerde satıyorlardı. Yoğurdun üstü yağlı kaymak tabakasıyla örtülüydü. Yoğurtçu “Silivri yoğurdu) diye bağırarak mahalleleri dolaşırdı. Sırığın her iki ucundan sarkan dört ip yine daire biçimli
tablalara bağlıydı. Bunların üzerinde de 8 ya da 10 tepsi yoğurt bulunurdu. Silivri yoğurçusu gerçek bir yük taşıyordu: 56.32kilo.
Tepsi sayısı 10 olunca yük daha da artıyordu. Tepsileren ağırlığını, sırığı, tablaları, tartıyı ve ağırlıkları da eklersek yoğurtçunun yükü