TİYATRO OYUNCUSU MEHMET DAĞISTANLI’DAN CUMHURBAŞKANI’NA ÇOK ACI MEKTUP.
Sayın Cumhurbaşkanım!
siz kaç yıldır elektrik faturası ödemiyorsunuz?
Doğalgaz mesela, hiç böyle bir fatura gördünüz mü?
Peki,
hiç arabanızı benzin istasyonuna çekip, kendi benzininizi aldınız mı?
Hem de kendi paranızla.
Mesela siz,
çocuğun bu sene yurt masrafı ne olacak diye düşündünüz mü?Sınava giriş ücretini ödeyemediğiniz için,sınava sokamadığınız evladınız oldu mu?
Doğru söyleyin lütfen,
Emine hanım, pazarda peynirin kilosunun kaç tl olduğunu bilmeyeli kaç sene oldu?
İlk evinizi nasıl aldınız?
Kaç senedir kira ödemiyorsunuz?
Sıfırdan gelip,
kaç mülkünüz oldu?
O milyonluk araçlara sahip olmadan önce, onları ilk ve ancak rüyada görebiliyor olmanızın üstünden kaç sene geçti?
Adına kesilmiş tek bir fatura görmeden 30 yılı aşkın bir zaman yaşamak nasıl bir duygu?
Tatile ya da doğduğun yerlere giderken bütçe planlaması yapmak zorunda olmadan kaç yıl geçirdiniz?
"Elbette ki en lüks uçak bana ait olmalı" diyecek ruh haline ve imkânlara sahip olalı,
Kaç sene oldu?
Bunların hiç biri,
artık sizin sorununuz değil.
Neden mi?
Çünkü o faturaların hepsini biz ödüyoruz.
Boğazınızdan geçen her bir lokmanın ücretini biz ödüyoruz.
Size saraylar yaptırıyoruz.
Dünyanın en pahalı makam uçaklarını alıyoruz size. Dünyanın en pahalı arabalarını alıyoruz size ve çocuklarınıza.
Çocuklarınızın hepsini yurtdışında, en pahalı okullarda okuttuk mesela? Hem de bizimkiler sınava girecek parayı bulamazken?
Siz her gün bu milletin çocuklarının geleceğini tehlikeye sokarken,
biz sizin çocuklarınızın hepsinin geleceğini garantiye aldık.
Başka devletlere itibarınız olsun diye, eşiniz hanımefendi alışverişini rahat yapsın diye,
Belçika gavur ellerinde cadde kapattık.
Sizin yedikleriniz içtiklerinizin adını bile bilmediğimiz, telaffuz edemediğimiz halde hepsinin bi tamam paralarını biz ödedik.
Siz son otuz senede hiç fatura görmeyip, herhangi bir ödeme yapmadığınız için hepsini biz ödedik.
Ee, bunları birileri ödeyecekti elbet,
biz ödedik.
Hatta siz alınmayın diye birçok şeyi de "örtülü ödenek" den ödedik.
Biz kim miyiz?
Mesela aramızda yerin 500 m altında asgari ücretle çalışan madenciler de var.
Berber, kasap, mobilyacı, mimar, doktor da var.
Artık ürün ekemeyen çiftçiler,
hayvan yetiştiremeyen köylüler de var.
İş adamları da var aramızda.
Meselâ iş çıkışı biraz gezeyim derken tecavüze uğrayan, sonra da size yakın kişiler tarafından,
"o saatte sokakta ne işi vardı" denilen kadın var ya?
O da çok faturanızı ödedi sizin.
Şehit aileleri bile, içtiğiniz o ejderha meyvesi suyunun parasını ödedi.
Millet yani,
yahu millet?
Yani bizler.
30 senedir biz bakıyoruz size. Yemedik yedirdik, giymedik giydirdik.
O iş öyle sizin dediğiniz gibi değil. Siz bizim karnımızı doyurmadınız, ama
biz sizin karnınızı doyurduk.
Hatta görülüyor ki başka bir insan olmanızı da sağlamışız.
Sizin bu söyleminiz dünya siyasi tarihi için yabancı değil, 'sizi ben yarattım' deme noktasına gelmenize sanırım az kaldı.
Mehmet Dağıstanlı
"Ben Kara Fatma"yı yazan.
Tiyatro oyuncusu, Yönetmen ve Ressam
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
İslam Ülkelerine Kandil kutluyoruz desen,yüzüne bön bön bakarlar..✔️
~~Kandil geceleri: Mevlit, regaip, miraç, berat kandil geceleri Kur’an’da ve sünnette yer almaz. Bu geceler Hz. Peygamberin zamanında ve dört halife döneminde kutlanmamıştır.
Kur’an’da ve sünnette yer almayan uygulamalar din dışıdır.
Kandil geceleri Emevi döneminde kutlanmaya başlanmıştır,
Emevi-Arap adetidir.
Arabın adetini kutsamak, kutlamak Müslümanların işi, görevi değildir.
Kandil geceleri adı altında bazı geceleri kutsal ilan etmek,
o gecelerde edilen tüm duaların veya tövbelerin mutlak kabul göreceği, işlenen tüm günahların af olacağını söylemek,
Kur’an dışı, din dışı inanıştır.
Bu gecelerin kutlanması açık bir bid’adtır. Bid’adlar dinde yozlaşmaya yol açar ve günahtır.
Milasın bir köyünden kadının birisinin kocası ölüyor kadın kocasının ölüsüne bakıp bakıp diyor ki"Baktın hava yağmur havası,ocakta darhana çorbası ne diye ölüvedin gözü kör olası". :))🙂
Hikâye bu ya; soğuk ve karlı bir kış günüdür.
Padişah ve veziri kimseye haber vermeden ava çıkmışlardır. Gezmişler, dolaşmışlar, avlanmışlar akşamı etmişlerdir. Geri döneceklerdir de bir türlü ormandan çıkamamışlardır. Artık karanlık çökmek üzere ve umutların tükendiği bir zamandır ki; bir kulübecik görürler.
Kapıyı çalıp misafir olmak istediklerini söylerler kulübe sakinlerine. Kabul görürler, misafir olurlar haneye.
Ev sahibi erkek, misafirlerinin için için üşüdüklerini hissettiği an:
-Hanım, baksana nasıl da üşümüşler, çorba kaynatır mısın misafirlerimize?.. der.
KİMLER CANINDAN BEZDİRDİ UMUT VAAT EDEN BU GENCECİK FİDANI ⁉️
"Hayattan keyif alamıyorum. Daha önce de defalarca bu durumu yaşadım ama bu daha farklı. Gelecekten umudum kalmadı. Gelecekte bu hayattan keyif alacağımı sanmıyorum.
Yaşamak için sürekli çabalıyorum, zorluklar içinde boğuşuyorum. Artık bu beni yoruyor. Mutlu olmak çok anlamsız geliyor. Artık çok yoruldum. Ne elde edersem, neye sahip olursam olayım sanki hiçbir şeyim yokmuş gibi hissediyorum. Yani sahip olduğum şeyler bana mutluluk vermiyor.
Evrenin, doğanın nasıl çalıştığını ve neden şu an olduğu gibi olduğunu anlamaya yönelik okumalarım ve araştırmalarım en büyük keyif kaynağımdı. O konuları o kadar çok öğrendim ki amatör olarak öğrenebileceğim çok az şey kaldı.
1-Benim hayatım 10-15 yıl sürer. Senden ayrılığım bana acı verir. Beni almadan önce bunu düşün.
2- Bana, senin benden istediklerini anlayacağım bir süre ver.
3- Benim içimde sevgi duygusu uyandır ben bununla yaşarım.
4- Bana hiç bir zaman uzun süreli darılma ve cezalandırmak için bir yere kapatma.
Senin hayatında iş, eğlence ve arkadaşların var. Benim hayatımda ise sadece sen varsın.
5- Arada sırada benimle konuş. Sözlerini anlamasam bile bana yönelttiğin sesini anlarım.
6- Bana daima nasıl davranılması gerektiğini bil. Ben hiç bir zaman unutmam.
7- Beni dövmeden önce aslında dişlerimle kemiklerini un ufak edebileceğimi, ancak asla böyle bir yola başvurmayacağımı düşün.
Bir süredir yeni yapılan evlere takmış durumdayım.
Koca koca beton yığıntılar... Balkonsuz, ruhsuz...
İçine giriyorsunuz, eskiden misafir odası dediğimiz salon, büyükçe bir odadan ibaret. Mutfak deseniz hallice bir dolap kadar.
Gezerken içim sıkılıyor. Yahu diyorum, bu salona bizim büfe sığsa, kütüphane sığmaz. Kanepe sığsa,
yemek masasına yer kalmaz. Mutfak bunalım. Hangi tencere, hangi tava nereye sığacak, tabaklar nereye, bardaklar nereye? Bu mutfak anca dört tabak, dört bardak, dört çatal, dört bıçak, dört kaşık, iki tencere, bir tava alır. Bu yani. Hani apart oteller var ya, içinde size üç gün,
"Seyyar satıcıların çoğu genellikle Türk veya Arnavuttu, ama Silivri yoğurtçuları hep Rumdu.Bunun nedeni herhalde Marmara Denezi’nin kuzey sahillerindeki köylerin hep Rum köyü olmasıydı.Silivri’de Sinod üyesi olan bir piskopos bile vardı.
Bu yoğurdu 5.5 okkalık (7.04 kilo), daire şeklinde, yaklaşık 6 cm derinliğindeki tepsilerde satıyorlardı. Yoğurdun üstü yağlı kaymak tabakasıyla örtülüydü. Yoğurtçu “Silivri yoğurdu) diye bağırarak mahalleleri dolaşırdı. Sırığın her iki ucundan sarkan dört ip yine daire biçimli
tablalara bağlıydı. Bunların üzerinde de 8 ya da 10 tepsi yoğurt bulunurdu. Silivri yoğurçusu gerçek bir yük taşıyordu: 56.32kilo.
Tepsi sayısı 10 olunca yük daha da artıyordu. Tepsileren ağırlığını, sırığı, tablaları, tartıyı ve ağırlıkları da eklersek yoğurtçunun yükü