Kur bir miktar gevşeyince (ne gevşeme ama!) sosyal medya hemen hareketlendi. Danışmanlar TV ekranlarından erken zaferler ilan ediyor.
Aklıma şu meşhur “Ettehiyyatü fıkrası” geldi. Hani sonu şöyle bitiyor;
“Bakalım en son oturunca ne edeceksin.”
“Good Friday-Easter Monday” hazır piyasalar kapalıyken, biraz küresel piyasalarda hafta başından beri hâkim olan olumlu havanın biraz da yatırımcı toplantısında verilen “yeminle indirmeyeceğiz” sözünün etkisiyle ve yeniden başlayan ‘nazik dokunuşlarla’ şimdilik idare ediyorsunuz.
İyi de sorun sadece spekülasyon değil ki!
İlk üç ayda 11 milyar dolar dış ticaret açığı oldu. Covid vaka sayıları ve Ukrayna gerilimi sebebiyle turizm rezervasyonları da sıkıntıya girdi.
Önümüzdeki üç ayda bankalarla reel sektörün 14 milyar dolar kredi geri ödemesi var.
Dış ticaret açığının aynen süreceğini varsayalım. Hazinenin 2,5 milyar geri ödemesini de ekleyelim. İçeride 9 milyar dolara yakın swap kalmıştı. Önümüzdeki üç ayda onun da üçte ikisinin çıkacağı bir senaryoda 30-35 milyar dolar finansman (geri ödeme ya da yenileme) ihtiyacı var.
Ne diyeyim; umarım o zaman okuyacak bir şey de biliyorlardır...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Demokrasiye, hukuk devletine ve bu bağlamda anayasal milli iradeye sahip çıkma konusunda en ufak bir tereddüde yer yok.
Tarafımız belli;
*evrensel insan hakları,
*demokrasi,
*anayasal kuvvetler ayrılığı düzeni,
*siyasal iktidarın özgür ve adil seçimle belirlenmesi.
NOKTA!
“Aksi halde, T.C., tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir” ifadesini;
seçimle belirlenen siyasal iktidara demokrasi dışı müdahale anlamı taşıyan, muhtıra niteliğindeki açıklamayı açıkça eleştiriyoruz.
Bizim bu konudaki eleştirimiz ‘ama’sız ve net.
Tabi her şeyin de bir sırası var. “Ehem mühimme müreccahtır” derler. Şu listenin sonuna ekliyoruz:
Kasım 2000 - Şubat 2001 hatırlatmasına çok sayıda soru geldi.
Biz içinde yaşadığımızdan olsa gerek imâ etmenin yeterli olacağını düşünmüştüm. Ama zamanın ne kadar hızlı geçtiğini yine unutmuş, bugünün kuşakları için o dönemin çoktan tarih olduğunu atlamışım.
O zaman haydi buyurun
1999’da Türkiye Marmara bölgesini etkileyen ve derin acılar bırakan 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleriyle sarsılmış, resmi verilere göre 20 bine yakın insan yaşamını yitirmiş, bir yıl öncesinde başlayan ekonomik kriz derinleşmişti.
Enflasyon yüzde 70 iken ekonomide daralma yaşandı
Hazinenin borçlanma faizi yüzde 100’ün üzerindeydi.
9 Aralık 1999’da, enflasyonu kalıcı olarak düşürmeyi amaçlayan döviz kuru çapasına dayalı bir istikrar programı çerçevesinde IMF ile stand-by kredi anlaşması yapıldı.
Burada bir bilgi sunduğumda doğru olmasına özen gösteririm.
Elimden geldiğince alanımla ilgili gelişmeleri izlemeye çalışırım.
“Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” sözünü ilke edinmişim.
Öğrenmek amacıyla, iyi niyetle soranlar dışında yanıt vermem, kimseyle polemiğe girmem.
Ama bazen densizliklere usulünce karşılık vermek gerekiyor. Son dönemde türeyen ‘yarı-cahil tayfa’ ne yazık ki bir dönem, saygın devlet kurumlarında konum elde ettikleri ya da oralarda bağlantıları olduğu için arsızlıklarını hadsizlik düzeyine çıkardı.
Zırvalarını bilgi diye yutturmaya çalışıyorlar. Ağızlarına sakız ettikleri de şu;
“Dünya da değişti, merkez bankaları da. Herkes para basıyor. Son gelişmelerden haberiniz yok. Onlar mazide kaldı.”
Quant modellerle hedge fund yönetir gibi merkez bankacılığı yapılabilir sanıyorlar.
Son günlerde yeni bir para-kredi genişlemesi yapılacağına, bunun finansmanının da Merkez Bankası kaynaklarıyla karşılanacağına ilişkin haberler dolaşıyor.
Merkez Bankası başkanının 19 Mart’ta görevden alınmasının altında yatan gerçek neden, bunu kabul etmeyecek olması olabilir.
*TL’ye güven sarsılmış,
*Döviz arzı-talebi arasındaki denge bozulmuş,
*Yurt dışından sermaye girişi imkanları azalmış,
*Enflasyon beklentileri bozulmuş,
*Para politikasının bağımsız karar alamayacağı kanısı yaygınlaşmış,
Üstüne bir de para basıp kredi genişlemesi mi yapacaksınız?
İtirazları duyar gibi oluyorum;
“ABD Merkez Bankası Fed, Avrupa Merkez Bankası ECB, Japonya Merkez Bankası BoJ buna benzer uygulamalar yapmıyor mu?
Niye karşı çıkıyorsunuz? Eskinin öğretilerini bırakın! Ülkeyi bu hale getiren hep bu ‘biz yapamayız-edemeyiz’ zihniyeti oldu”
Açık yazalım da insanların kafası karışmasın, yine bir dizi komplo teorisi geliştirilmesin.
25.000 TL olan TCMB’nin sermayesi, her biri 10 kuruşluk 250.000 adet hisseye ayrılmış olup, hisse başına 1,2 kuruş, toplamda Hazine hariç 1.346 TL (bin üçyüz kırk altı) 40 kuruş temettü.
Onun da 576 TL 72 kuruşluk kısmı tamamı Hazineye ait olan Ziraat Bankasına ödendi.
Bütün kâr her zaman olduğu gibi Hazineye gidecek.
Hayır efendim; maalesef zannettiğiniz gibi değil...
Rothschild ve Rockefeller aileleri hiçbir şey almadı (hiçbir zaman almadıkları gibi).
Ortaklık yapısı da şu şekilde.
MERVAK (Merkez Bankası Vakfı), birçok bankada olduğu gibi, BES’in olmadığı yıllarda çalışanlar için kurulmuş bir munzam sandık vakfıdır. Oy ve pay hakları TCMB Başkanı tarafından temsil edilir.
Bir kere daha vurgulamak gerekiyor. Geçen hafta yaşanan kriz, denge ve denetim mekanizması kalmayan devlet yapsında, gücün ve yetkinin tek elde toplanmasına yol açan hükümet sisteminin durup durduk yerde, keyfi kararlarla çıkardığı bir krizdir.
Ve hâlâ ısrarla devam ediyorlar...
Küresel ekonomi toparlanır, piyasalar olumlu gelişmelerle rekor üstüne rekor kırarken sırf “ben dedim, oldu” anlayışının sonucu yaşanan bir kriz yaşıyoruz.
Bu defa sorumluların ne suçu atabilecekleri dış mihrak vardır ne de arkasına sığınabilecekleri zayıf da olsa bir mazeret...
Acil önlem olarak; artık sağlıklı karar almayı olanaksız hale getirdiği her gün yeni bir örnekle ortaya çıkan “Ali kıran baş kesen” ruh halinden sıyrılmaya çalışmalarını öneririm. Gerekiyorsa profesyonel destek alsınlar. İnsanın kendisine de zarar verebilecek bir duygudurum bu.