Son günlerde yeni bir para-kredi genişlemesi yapılacağına, bunun finansmanının da Merkez Bankası kaynaklarıyla karşılanacağına ilişkin haberler dolaşıyor.
Merkez Bankası başkanının 19 Mart’ta görevden alınmasının altında yatan gerçek neden, bunu kabul etmeyecek olması olabilir.
*TL’ye güven sarsılmış,
*Döviz arzı-talebi arasındaki denge bozulmuş,
*Yurt dışından sermaye girişi imkanları azalmış,
*Enflasyon beklentileri bozulmuş,
*Para politikasının bağımsız karar alamayacağı kanısı yaygınlaşmış,
Üstüne bir de para basıp kredi genişlemesi mi yapacaksınız?
İtirazları duyar gibi oluyorum;
“ABD Merkez Bankası Fed, Avrupa Merkez Bankası ECB, Japonya Merkez Bankası BoJ buna benzer uygulamalar yapmıyor mu?
Niye karşı çıkıyorsunuz? Eskinin öğretilerini bırakın! Ülkeyi bu hale getiren hep bu ‘biz yapamayız-edemeyiz’ zihniyeti oldu”
1) Son üç yılda yıllık enflasyon (yüzde)
ABD’de 1,9
Euro bölgesinde 1,1
Japonya’da 0,5
Dünya ortalaması 3,4
Gelişen piyasa ekonomilerinde ortalama 5.
Türkiye’de 15,5
2) Bu yıl küresel üretimin;
ABD %24’ünü
Euro bölgesi %16’sını
Japonya %5,6’sını
yapacak.
Türkiye ise 0,72’sini!
3) Yıllık ihracat (milyar dolar)
ABD 2.500
Euro bölgesi 7.740
Japonya 905
Türkiye 170
4) Bu ülkelerin borcunun tamamı kendi paraları cinsinden ve iç tasarrufları bu borcu rahat karşılıyor.
Tasarruf fazla, talep daha düşük olunca, enflasyon da olmayınca faizler çok düşük oluyor.
5) Bu ülkelerin ekonomilerine ve paralarının alım gücünün istikrarına güven var. Paraları uluslararası rezerv kabul ediliyor.
ABD Hazinesinin çıkardığı dolar cinsinden tahvillerin yaklaşık 7,1 trilyon dolarlık kısmını diğer ülkeler ortalama yüzde 1 faizle rezerv olarak tutuyor.
Kısacası kendi vatandaşları ve firmaları bu merkez bankalarının bastığı parayı talep ediyor. Ekonomileri ve finansal piyasaları basılan parayı emebilecek, soğurabilecek ölçekte. Dahası, dünyanın geri kalanından da dolara, avroya, yene talep var.
Para basmazlarsa deflasyon oluyor.
Türkiye’de ise;
*toplam para arzının yarıdan fazlası
*bankalardaki mevduatın yüzde 55’i
*Menkul değerlerin yüzde 40’ı
*Devletin borcunun yüzde 56’sı
yabancı para cinsinden.
Merkez Bankası net rezervi, swaplar düşülmese de 12 milyar dolar. 4 aylık dış ticaret açığı kadar!
Bir de para basıp kredi genişlemesi yaratacaksınız öyle mi?
Ekonomide etkisi yıllarca silinmeyecek bir tahribata yol açarsınız. Geçen üç yıldakileri aratacak ölçekte bir kriz doğar. Yapmayın...
Ülkeyi umursamadığınız belli ama hiç olmazsa kendinizi düşünün.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Açık yazalım da insanların kafası karışmasın, yine bir dizi komplo teorisi geliştirilmesin.
25.000 TL olan TCMB’nin sermayesi, her biri 10 kuruşluk 250.000 adet hisseye ayrılmış olup, hisse başına 1,2 kuruş, toplamda Hazine hariç 1.346 TL (bin üçyüz kırk altı) 40 kuruş temettü.
Onun da 576 TL 72 kuruşluk kısmı tamamı Hazineye ait olan Ziraat Bankasına ödendi.
Bütün kâr her zaman olduğu gibi Hazineye gidecek.
Hayır efendim; maalesef zannettiğiniz gibi değil...
Rothschild ve Rockefeller aileleri hiçbir şey almadı (hiçbir zaman almadıkları gibi).
Ortaklık yapısı da şu şekilde.
MERVAK (Merkez Bankası Vakfı), birçok bankada olduğu gibi, BES’in olmadığı yıllarda çalışanlar için kurulmuş bir munzam sandık vakfıdır. Oy ve pay hakları TCMB Başkanı tarafından temsil edilir.
Bir kere daha vurgulamak gerekiyor. Geçen hafta yaşanan kriz, denge ve denetim mekanizması kalmayan devlet yapsında, gücün ve yetkinin tek elde toplanmasına yol açan hükümet sisteminin durup durduk yerde, keyfi kararlarla çıkardığı bir krizdir.
Ve hâlâ ısrarla devam ediyorlar...
Küresel ekonomi toparlanır, piyasalar olumlu gelişmelerle rekor üstüne rekor kırarken sırf “ben dedim, oldu” anlayışının sonucu yaşanan bir kriz yaşıyoruz.
Bu defa sorumluların ne suçu atabilecekleri dış mihrak vardır ne de arkasına sığınabilecekleri zayıf da olsa bir mazeret...
Acil önlem olarak; artık sağlıklı karar almayı olanaksız hale getirdiği her gün yeni bir örnekle ortaya çıkan “Ali kıran baş kesen” ruh halinden sıyrılmaya çalışmalarını öneririm. Gerekiyorsa profesyonel destek alsınlar. İnsanın kendisine de zarar verebilecek bir duygudurum bu.
Nominal faizi, enflasyon beklentisinden ve risk priminden
arındırıp öyle bakmak gerekir.
19 Mart’ta 300 puan olan CDS primi 460 olmuşsa, 7,20 olan #usdtry kuru 8,16 olmuşsa, 12 ay sonrasına ilişkin yüzde 10,5 olan enflasyon beklentisi belirgin biçimde yükselmişse faiz düşmüş oldu
Dolayısıyla PPK toplantısında faiz sabit tutulsa bile para politikası duruşu 19 Mart’a göre gevşemiş olacak.
Bu vesileyle para politikasının işleyişine ilişkin “Merkez Bankacılığına Giriş” düzeyinde bazı temel bilgileri verelim ki yetkililer her soruya aynı cevabı vermesin.
Finansal piyasalarda hafta başında başlayan panik ve gözlenen sert hareketler bir ölçüde yatışmaya yüz tuttu.
Olup biteni nasıl okumak gerekir?
Bundan sonra olası senaryolar nedir?
Kur, faiz, enflasyon, borsa nasıl bir seyir izler?
Analitik bir bakış açısıyla irdeleyelim.
Aslına bakacak olursanız Cuma’dan Pazartesi gününe (TCMB başkanı dışında) herhangi bir somut değişim olmamıştı. Yeni başkanın gelecek toplantıda bir indirim yapması olasılığı olsa da şu an itibarıyla TL faizler aynı seviyedeydi. Likidite ve finansal koşullar değişmiş değildi.
Aslına bakılacak olursa eski politika sürdürülse bile piyasa yılın son çeyreğinde faiz indirimleri yapılmasını bekliyordu. Yani başkan değişmese de faiz inecekti. Bazı yabancı yatırım kuruluşları indirim beklentisini 400 puana kadar çıkarıyordu.
Enflasyonun da nefesi kesilmişti.
Yaşanan şokun ilk etkileri hâlâ sürüyor. İlk tepkiyi kur, faiz ve borsadaki hisse senedi fiyatları verdi. Bunlar semptomlar gibidir, yani hastalığın belirtileri, dışarıdan gözlenen yansımaları.
Müdahale ile bir süre belirtileri bastırabilir, hissedilen acıyı hafifletebilirsiniz.
Sakatlanmalardan sonraki ilk anlarda nasıl stres hormonları sayesinde ağrı daha az hissediliyorsa burada da durum benzer.
Felaket tellallığı yapmak istemem ama turpun büyüğü heybede.
Piyasalarda yaşanan depremin artçı şokları reel sektöre ve bankacılığa ulaştığında ne olacak?
Sorunun gerçek boyutunu, yaşanan şokun reel sektör üzerindeki ve banka bilançolarındaki sonuçları ortaya çıktığında göreceğiz.
Ayrıca geçen hafta yaşanan siyasal gelişmeleri bir bütün olarak okursak, konunun sadece Merkez Bankası ya da faiz ile sınırlı olmadığını varsayabiliriz.
Son dönemdeki iç karartıcı gelişmelerden, Türkiye’nin boğucu gündeminden, “yarın ne olacak” endişesinden kurtulmak ister misiniz?
Gelin soyut düşüncenin dehlizlerinde kaybolalım.
[DİKKAT: Matematiği ve felsefesini ilginç bulmayanlar sıkılabilir. Ama sonu sürprizli 😉)
Adam Fawer; 2005 yılında yayımlanan ve çok sayıda ödül kazanan romanı ”Olasılıksız”da, kuantum mekaniğine meydan okur. Romanın temeli, Fransız matematikçi Pierre-Simon Laplace’ın 1814'te yayınladığı makalesinde nedensel determinizmi kavramsallaştırdığı “Laplace'ın Şeytanı”dır.
Evrenin şimdiki halini geçmişin sonucu ve geleceğin nedeni olarak gören Laplace, evrendeki her atomun yerini ve hareketini bilen ve bu sayede en büyük varlıklardan en küçük atomlara kadar her şeyi hesaba katarak evrenin geçmişini ve geleceğini bilen hayalî bir varlık kurgular.