Alman asıllı Amerikalı dilbilimci ve filolog George Zipf, 1932 yılında yayınladığı “Selected Studies of the Principle of Relative Frequency in Language” başlıklı makalesinde, hangi dilde yazılmış olursa olsun,
belli bir metindeki kelimelerin kullanım sıklığıyla ilgili bir “desenin” bulunduğunu ortaya koydu.
Literatüre Zipf Kanunu olarak giren bu buluş, son derece ilginçti.
Zipf’in bulgularına göre kelimeler kullanım sıklığına göre sıralandıklarında ilk sıradaki kelime,
yani en sık kullanılan kelime, ikinci sıradaki kelimenin iki katı kadar kullanılıyordu.
Başka bir deyişle ikinci sıradaki kelime ilk sıradaki kelimenin yarısı kadar kullanılıyordu.
Üçüncü sıradaki kelime ilk kelimenin üçte biri kadar,
dördüncü sıradaki kelime ilk kelimenin dörtte biri kadar olacak şekilde bu düzen devam ediyordu.
Bu yasaya göre, bir doğal dilde yazılmış uzun bir eserde geçen kelimeler, azalan sıklığa göre sıralanırsa, bir kelimenin bu eserdeki geçiş adedinin
bu sıralamadaki sırasına bölümü sabit bir rakam verir.
Zipf Kanunu, hangi metne bakarsanız bakın böyle bir düzen bulabileceğinizi söylüyordu.
Diğer ilginç bir nokta, Zipf’in sıra-sıklık kuralının bir ülkedeki şehirlerin nüfuslarına da uygulanabiliyor olmasıydı.
Bir ülkedeki en kalabalık şehrin nüfusu, yaklaşık olarak ikinci sıradaki şehrin nüfusunun iki katı kadar çıkıyordu. İnanılmaz bir şekilde, Zipf Kanunu’nun şehirler uygulaması, geçen yüzyıldaki her ülke için doğru çıktı.
Zipf, James Joyce’un Ulysses romanında 10. en sık kullanılan kelimenin 2653 kere geçtiğini bulur, 100. en sık kullanılan kelime tam bu sayının onda biri kadar yani 265, 200. en sık kullanılan kelime de bu sayının yarısı kadar, ilk sayının iki yüzde biri kadar,
yani 133 kez tekrarlanmaktadır.
En sık kullanılan bininci kelime 26 kere, 10 bininci kelime de 2 kere geçmektedir, ki bunlar da bu şaşırtıcı yasayı doğrular.
Bazı örnekler, denkleme bu kadar iyi uymaz, ama örnekler logaritmik grafiğe oturtulduğunda,
şaşırtıcı derecede düz bir çizgi verir.
Günümüzde bilgisayar yardımı ile çok sayıda dilde yazılmış yüzlerce eserdeki kelimeler incelenmiş, Türkçe dahil bütün doğal dillerdeki eserlerin ortalama olarak bu yasaya uyduğu gösterilmiştir.
2004’te yapılan bir araştırmada, dünyadaki şehirler nüfusa göre sıralandığı zaman dünyadaki şehirlerin ortalama olarak Zipf Yasası’na uyduğu gösterildi.
2008’de Fransız, İngiliz, Brezilya ve Ortaçağ Avrupası’nın mutfaklarına ait tarifler incelendi ve
bu mutfakların hepsinde, en çok kullanılan malzemeden en azına doğru sıralama yapıldığında oluşan tablonun bu yasaya uyduğu görüldü.
Depremler büyüklüklerine göre, Ay’daki kraterler yarıçaplarına göre, şirketler gelirlerine göre,
makaleler aldıkları atıfa göre sıralandıkları zaman, kişilerin aldıkları telefon adetleri, protein-protein etkileşimleri, savaşlarda ölen insanlara göre savaşlar sıralandıkları zaman hepsi şaşırtıcı bir şekilde bu gizemli Zipf Yasası’na uyuyor.
Zipf Kanununda yer alan insan dillerinde kısa süreli kelimelerin en sık kullanılan kelimeler olduğu görüşü şempanzeler için de geçerli.
Royal Society B’de yayımlanan yeni bir makale, şempanzelerin el ile iletişiminde kullanılan dilsel yasaları araştırdı.
Çalışmada sosyal oyun bağlamında kullanılan elli sekiz farklı hareket tipi ayırt edildi.
Bu hareketler arasında en sık kullanılanların en kısa süreli olduğu tespit edildi.
Bazıları bu yasayı tamamen istatistikle açıklamaya çalışırken, bazıları da insan zihninin yapısına atıf yaparak açıklamaya çalışır.
Çok sayıda farklı açıklama ortaya atılsa bile, beklenmedik yerlerde ortaya çıkan Zipf Yasası gizemini korumaya devam ediyor.
Antikçağ insanları için yalnızca yeryüzünün değil, gökyüzünün konumu da önemliydi.
Hem ilk gezginlerin yolculuklarını gerçekleştirmeleri için hem de tarımsal döngüler, dini bayramlar gibi özel günlerin hesaplanabilmesi için gökyüzünün izlenmesi gerekiyordu.
1900’lerde, bir grup sünger avcısı Yunan adası Antikythera’nın yakınlarında, bir gemi batığı ile karşılaştılar.
Yaklaşık MÖ 50-60 yıllarında batmış bir yük gemisiydi.
Eski bir Roma ticaret gemisi olan batıkta, heykeller ve gümüş paralar gibi pek çok olağan buluntunun yanında,
bir de sıra dışı bir nesne vardı.
Batıktan çıkarılanlar arasındaki en değerli bulgu, içinde tuzlu suyun etkisiyle bozunmuş, ezilerek iç içe geçmiş çarklar bulunan tahta bir kutucuktu.
Yaklaşık bir ayakkabı kutusu büyüklüğündeki bu kutunun içinde,
Kadın bilim insanları yıllar boyunca kendilerini erkek meslektaşlarına kabul ettirememişlerdir.
Onlar bu zorluklara boyun eğmemiş, azimleri ve kararlılığı ile dünya tarihine oturmuşlardır.
Kadın olduğu için bilimsel çalışmalarını uzun süre başka isimle yürütmek zorunda kalan Marie-Sophie Germain 1 Nisan 1776′ da Paris’ te doğar.
Zengin bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir
Sophie Germain 13 yaşındayken, ebeveynleri onu evde tutarak Fransız Devrimi'nin kargaşasından tecrit ederler.
Babasının geniş kütüphanesinden okuyarak sıkıntıyla savaştı.
O yıllarda anlatılan bir hikaye göre,
Yüzyıllar önce Dünya’nın kendi etrafında dönüp dönmediği, ayrıca Dünya’nın mı Güneş’in etrafında yoksa Güneş’in mi Dünya’nın etrafında dolandığı bilim insanları arasındaki en hararetli tartışma konularından biriydi.
Galileo Galilei’nin “Dünya dönüyor” dediği için yargılandığı bilinir. Müslüman bilim insanlarının da 10. yüzyıldan itibaren Dünya’nın döndüğünü iddia ettiklerine dair yazılı kaynaklar mevcut. Başta el-Biruni ve el-Siczi ürettikleri usturlap ile,
sonrasında ise el-Tusi ve Ali Kuşçu gökyüzü gözlemleri ile Dünya’nın döndüğünü öne sürdü.
19. yüzyılın ortalarında, Fransız fizikçi Leon Foucault, Dünya'nın kendi ekseni etrafında döndüğünü ilk kez, kesin bir biçimde kanıtladı.
Bir astronom, matematikçi ve dil bilimci.
Çalışmaları ile başta Kopernik olmak üzere kendisinden sonra gelen birçok bilim insanını etkilemiştir.
Şu anda Özbekistan sınırları içerisinde yer alan Semerkand şehrinde dünyaya gelmiştir.
Ali Kuşçu, babası, Timurlular Devleti’nin Hükümdarı Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğu için ona “Kuşçu” lakabı verildi ve tarihe bu isimle geçti.
Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızade Rumi,
Gıyaseddin Cemşid ve Muinuddin Kaşi’den matematik ve astronomi dersleri aldı. Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti.
Eğitimini Semerkant ve Kirman’da tamamladı.
Uluğ Bey’in yardımcısı oldu.
Tarihteki yeri ve insanlarla olan ilişkisi 10 bin yıl kadar öncesine dayanıyor.
Tarih boyunca birçok ulusun efsanevi öğesi haline gelmişler, aynı zamanda birçok yazar ve sanatçı için de önemli bir öğe olmuşlar.
Asla ne yapacakları kestirilemez, kendi özel hayatına müdahale edilmesini sevmezler ve canları ne isterse onu yaparlar. Hatta siz onların sahibi değil, onlar sizin sahibiniz gibi davranırlar.
Kediler...
Kıbrıs'ta 2004 yılında, dokuz bin yıl öncesine ait bir mezar çıkarıldı ve bu mezarda, evcil bir kediye ait olduğu düşünülen kemikler vardı.
Yapılan araştırmalar neticesinde kedilerin ilk olarak yakın Doğu'da, bereketli hilal civarında evcilleştirildiği ortaya çıktı.
1947, Bedevi bir çoban, Ölü Deniz kenarında otlattığı hayvanlarından biri, bir mağaraya girince, onu çıkarmak için bir taş atar.
Taş sesinden ziyade, bir çömlek kırılmasına benzeyen sesi duyar.
Mağaraya girince bir dizi uzun boylu kil küp görür.
Küplerin içinden bezlere sarılmış kağıt tomarlar çıkar.
Tarihe Ölü deniz parşömenleri ya da Kumran Yazıtları
diye geçen bulgular 20. yüzyılın en önemli arkeolojik bulgularından biri olarak kabul edilir.
972 parçadan oluşan bu metinler büyük oranda İbranice, Aramice ve kısmen de Grekçe yazılmışlardır. Bölgedeki on bir kadar mağarada ele geçirilen bu yazmalar çoğunlukla parşömen bazen de deri veya bakır rulolar üzerine yazılı olarak bulunmuştur.