Sayın Makbule Atadan rahatsızdı. Gülhane Hastahanesi’nin geniş ve ferah bir odasında tedavi ediliyordu… Yattığı oda, daha evvel Reisicumhurumuz sayın Celal Bayar’ın ameliyatı sırasında istirahatine tahsis edilen güzel bir daireydi…
Odanın sol tarafındaki karyolada yatan Makbule hanımın karşısındaki büyük pencerelerden Anıtkabir ve Ankara kalesi bütün azametiyle görünüyordu. Odanın ortasındaki yuvarlak masanın üzerinde Reisicumhurumuzun her gün muntazaman gönderttiği iri karanfillerden müteşekkil bir buket
vardı…Ses makinesini küçük bir komodinin üzerine yerleştirdim. Mikrofonu Makbule Atadan’a uzattım. Fakat Atatürk’e ait o kadar çok şey öğrenmek arzusu ile doluydum ki, önceden bir sürü sualler tasarlamama rağmen yine ne soracağımı kestiremiyordum…
O gün Makbule hanım çok neşeliydi… O da konuşmak ve dertleşmek ihtiyacındaydı sanki. Gözlerinin ışığından profiline kadar büyük ağabeysinden bir çok şeyler muhafaza eden sayın Atadan, bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi… Uzun uzun baktı…
– Ne anlatayım, bilmem ki, dedi. Atatürk’e ait o kadar çok şey var, ve o kadar uzun ki, hangisini anlatsam bitmez… Hâzinelere kavuşmuş bir insan şaşkınlığı içindeydim.
– Hanımefendi! Dedim. Zararı yok, siz anlatın, bugün bitmezse yarın yine gelirim, öbürsü gün yine gelirim… Sizi yormazsam, istediğiniz kadar dinlerim…
– Efendim, büyük pederim ve büyük validem Selânik’e bir saat mesafedeki Langaza’da otururlarmış. Orada malları ve çiftlikleri olduğu için Selanik’e pek seyrek gelirlermiş…
Bir gün yorgan kaplanırken annem Zübeyde Hanım’ın ayağına yorgan iğnesi batmış.. Getirmişler Selânik’e… İğneyi çıkarmışlar ama Selânik’in havasını beğenen annem, çiftliğe dönmek istememiş… Annem, o zamanlar genç ve güzel bir kızmış…
Babam Ali Rıza efendi, işte bu sıralarda evlenmek niyeti ile kız arıyormuş… Bize naklettiklerine göre babam annemi bir defa rüyasında görmüş… Bilahare karşılaştığı vakit, onu bir hayli beğenmiş ve ailesinden istemiş…
İstemiş ama, veren kim? Büyük annem ‘Vermem’ diye tutturmuş. Israr etmişler, rica etmişler… O, bir türlü muvafakat etmemiş.
– ‘Sırmalı kaftan isterim, sırmalı potin isterim, altınlar, bir çok şeyler isterim!…’ demiş, durmuş…
O zaman babamın maaşı da sadece üç altın lira… Bu kadar para ile müstakbel kayınvalidesinin arzusuna cevap veremeyeceğini anlayan rahmetlik babam, işi başka şekilde halletme çarelerini düşünmüş…
Annemin üvey kardeşini bularak kendisine yardım etmesini dilemiş… Üvey dayım, ne yapmışsa yapmış, büyük validemin de annemin de gönlünü razı etmiş. Zübeyde Hanım’la Ali Rıza efendi, işte bu şartlar içinde ve bu kadar engellerden sonra evlenebilmişler.
Annemle babamın ilk evlilik yılları çok mesut geçmiş. Validemin dört tane nur topu gibi çocuğu olmuş. Biri Mustafa, biri Fatma, biri Ahmet, diğeri Ömer; Hepsi ölmüşler. Yalnız Mustafa kalmış. Dört buçuk yaşına kadar bütün sevgi ve ihtimamını annem, Mustafa üzerine toplamış.
Fakat diğer çocuklarının ölümünün acısını da bir türlü unutamamış.
Babam, tam iki sene Ağabeyim Mustafa’nın elinden tutarak onu mektebe götürüp getirmiş. İşte bu sıralarda amansız bir hastalık yuvamızın saadetini birdenbire bozuvermiş.
Rahmetli pederim Ali Rıza Efendi bağırsak veremine yakalanmış. Tam üç sene çekmiş.
İşte bu üç sene içinde ben dünyaya gelmişim. Daha sonra da hemşirem Naciye, kırk günlük bir bebekmiş.
Babamın ölümü ailemizi çok sarsmış, annemin Ali Rıza Efendi ile evlenmesini temin eden dayım bu vaziyet karşısında;
“Bu izdivaca ve bu neticeye mademki ben sebep oldum” demiş,
“size bakmaya da mecburum ...”
Dayım evimizin bütün ihtiyaçlarını temine çalışırmış; Perişan değiliz fakat mahzun ve mükedderiz.
Annem, her sofraya oturuşunda lokmalar boğazında düğümlenirmiş.
“Nerede benim kocam?” diye haykırırmış.
“Nerde benim saltanatım?
Nerde saadetim, sevincim, halayıklarım?
Nerede…”
Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan ile yapılan bu röportaj,
Şemsi Belli imzası ile 10 Kasım 1955’de Milliyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
GAZETECİ UĞUR MUMCU, 1993 YILINDA YAYIMLANAN ‘RABITA’ ADLI KİTABINDA,
Mısıroğlu’nun Mustafa Kemal Atatürk aleyhine yalan ve hakaret içeren kitaplarla ne kadar büyük bir servet edindiğini ve ikâmet ettiği Suudi Arabistan’ın desteğiyle bu paranın bir kısmını Avrupa’daki İslamcı örgütlere nasıl aktardığını şöyle anlatmıştı:
Benim aklım hep Dr. Rıza Nur’un anılarında.
Kim dağıtıyor bu kitabı? Ve neden bu kitap “İslâm Gençlik Teşkilâtı Berlin Sancağı”
HIDIRELLEZDE ÇİĞ DAMLALARIYLA SÜT MAYALAYIP YOĞURT YAPIMI VE EKŞİ MAYA YAPIMI VARLIK -
DARLIK MAYASI
Bu Hıdırellez ritüeli gereği 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecenin sabahı, tan vaktinde köyün çayırlarına çıkılır ve bahar otları üzerindeki çiğ taneleri tahta bir kaşıkla bakır bir tasa toplanırdı.
Bilgi kaynağımız Aynur MAYDA bu işlemin mutlaka güneş doğmazdan evel; hatta eskilerin tabiriyle “Sabah ezanıyla güneşin doğması arasındaki vakit…” içerisinde yapılmasının şart olduğunu dile getiriyor.
Haziran 1928 de Arjantin’de başlayıp Ekim 1967 de Bolivya’da biten bir ömür düşünün ki; sadece ve sadece 39 sene sürsün ve içine tıp tahsili- yazarlık- politikacılık- devrimcilik- diplomatlık- gezgincilik- okunmuş 3000 küsur kitap- 2 evlilik- 5 çocuk-
aralarında Jean Paul Sartre gibi filozoflarında bulunduğu milyonlarca hayran sığsın.
Sıkı durun; sporla öylesine içli dışlı olmuş ki ‘yüzme- golf- dağcılık- satranç- boks- tenis- masa tenisi- motorsiklet- denizcilik- atıcılık- balıkçılık- binicilik- basketbol- beyzbol- paten
Şimdi bakıyorum. Kimi Milliyetçiler günü, kimi ise Türkçülük günü diye paylaşımlarda bulunuyor. İşin aslını paylaşmak farz oldu.
3 Mayıs 1944 Türkçülük Olayı Nasıl Oldu?
Atatürk döneminde devlet politikası olarak kabul edilen düşünce Türkçülüktü.
Nihâl Atsız;
Devletin ülküsünün Türkçülük ve dönemin Başbakanı Saraçoğlu'nun da Türkçü olduğu düşüncesindeydi. Buna karşılık, İnönü'nün devletin başında olduğu 40'lı yıllarda devletin her yerine komünist düşüncedeki kişilerin yerleştirilmekte olduğunu düşünmekteydi.