Cem Sultan, Fatih Sultan Mehmed'in küçük oğluydu. 1459'da doğdu, o devrin en meşhur alimlerinin elinde yetişti, daha çocukluğunda devleti idare etmeye alıştırıldı, sancak beyliği ve valilik yaptı,
zamanının meşhur bir şairi olarak bilindi ama Türk tarihinin en bahtsız isimlerinden biri oldu.
Babası Fatih Sultan Mehmed 1481 Mayıs'ında öldüğünde Cem 22 yaşındaydı. Tahta ağabeyi Bayezid oturunca başkaldırdı ama yenildi.
Mısır'a, oradan da Hicaz'a gitti, yeniden Anadolu'ya geçip Bayezid'le boş yere tekrar savaştı, sonra memleketini ebediyyen terketti ve tarihin en acı gurbet hikáyelerinden olan bir maceraya atıldı.
Önce, Rodos'a gitti. Adanın o zamanki hákimi olan şovalyeler Cem'i hem Avrupa'ya, hem ağabeyi Bayezid'e pazarladılar. Her iki taraftan da binlerce altın kopardılar ama Türkler'in baskın yapıp Cem'i kaçırabilecekleri endişesiyle şehzadeyi Fransa'ya yolladılar.
Şovalyelerin reisi olan d'Aubusson, yüklü bir para ve ‘‘kardinal’’ páyesi karşılığında Cem'i Roma'ya götürüp Papa Innocent'e sattı.
Vatikan'ın hayali, Cem'i bir Haçlı seferinde kullanmaktı ama şehzade teklifleri reddetti.
Bayezid, Cem'i iade etmesi yahut öldürmesi için Papa'ya hazineler teklif ediyor, Papa ise altın akıtan bu musluğu açık tutabilme çabasıyla şehzadeyi bir kaleden ötekine naklediyordu.
Derken Innocent öldü, yerini o zamanların İtalya'sının en kanlı ailelerinden birinden,
Borjiyalardan gelen Roderica aldı ve ‘‘Altıncı Alexandre’’ olarak papalık tahtına oturdu. Cem'i pazarlamaya o da devam etti ve İstanbul'dan her sene gene keseler dolusu altın geldi.
Günün birinde Fransa Kralı 8. Charles, Cem'den istifade ederek Kudüs'e uzanan yeni bir Haçlı Seferi açmayı düşündü, Roma'ya girdi ve Papa şehzadeyi krala teslim etmeye mecbur kaldı.
Cem'i gerçi ‘‘altı aylığına 20 bin altına kiralamış’’ görünüyordu ama ona bir daha sahip olamayacağının da farkındaydı.
20 Ocak 1495 günü Vatikan'da Kral ile Cem'i uğurlamak maksadıyla yapılan ayini Papa Alexander bizzat idare etti ve
Josquin des Prez'in Cem'e ithafen bestelediği ‘‘Lesse faire a mi’’, ilk defa işte bu ayinde okundu. Kafile bir hafta sonra yola çıktı ama Cem bu yeni gurbetine uzanışından birkaç gün sonra, 1495'in 25 Şubat'ında acılar içinde can verdi.
Vatikan haraç kaynağı haline getirdiği şehzadeyi başkalarına yár etmemiş, önceden zehirlemişti.
Avrupa, Cem'in ölüsünden bile keselerle altın kazandı. Fransa'da şehir şehir gezdirilen cenaze Bursa'ya getirilip defnedildiğinde şehzadenin ölümünün üzerinden iki sene geçmiş ve
Sultan Bayezid'e bir servete malolmuştu.
Josquin, 1450'de bugün Belçika'ya ait olan Hainault bölgesinde doğdu. Gençlik yıllarını İtalya'da geçirdi. 19 yaşındayken Milano'nun en büyük kilisesinde okuyordu, derken Ferrara sarayının koro şefi oldu ve
saray tarihinin en yüksek aylığı ona ödendi ve sonraki senelerde Avrupa'yı baştan başa dolaştı, bir memleketten öbürüne taşındı.
Daha 40'ına gelmeden Avrupa'nın en seçkin bestecisi kabul edildi. Birbirlerine rakip olan devlet adamları bile Josquin'e hayrandılar.
Bir yandan Papa Altıncı Alexander, diğer yandan da papayı reddedip kendi yolunu kuran Martin Luther, Milano'nun en zengin ailesi olan Sforzalar ve Fransa Kralı 12. Louis, Josquin'e eser besteletme kuyruğuna girmişlerdi.
1521'de anavatanı olan Belçika'da, Conde-sur-Escaut'da öldüğünde, ardında çoğu kilise için bestelenmiş yüz küsur eser bırakmıştı. Eserlerinin kendi elyazısıyla olan orijinalleri Vatikan Müzesi'ne kaldırıldı.
Josquin des Prez, sonraki asırlarda çoksesli batı müziğinin kurucularından ve en seçkin bestecilerinden biri sayılacaktı.
Josquine, ölümünün üzerinden neredeyse beş asır geçmesinden sonra, şimdi çok önemli bir tarihi tartışmaya konu oldu:
Cem Sultan'ın, Avrupa'da geçirdiği bahtsız senelerinde Hıristiyan olup olmadığı tartışmasına...
Tartışma, Josquine'in kilise için bestelediği dini bir eserden, ‘‘Lesse faire a mi’’ yani ‘‘Onu bana bırak’’ ismini taşıyan parçadan kaynaklanıyor.
Ama eserin müzik yönü yahut diğer teknik özellikleri değil; elyazması notası, notada yeralan bir resim ve parçanın ithaf edildiği kişi tartışılıyor. Vatikan, parçanın Cem Sultan için bestelendiğini ve ona ithaf edildiğini söylüyor.
‘‘Lesse faire a mi’’nin Josquin'in elyazısıyla olan orijinal notası asırlardan beri Vatikan'da, Papalık Kütüphanesi'nde saklanıyordu. Orijinal nota hiçbir zaman ortaya çıkartılmamış,
eser 20. yüzyılın son senelerine kadar Josquin'e ait bu elyazmasının kopyası olan başka notalarla icra edilmişti. Vatikan, elyazmasının orijinalini araştırmacılara bundan ancak kısa bir müddet önce gösterdi ve ortaya enteresan bir durum çıktı:
notanın üzerinde, hemen sol köşede, o devrin türk giysilerine bürünmüş sarıklı bir gencin resmi vardı. ‘‘lesse faire a mi’’ yani ‘‘onu bana bırak’’ sözü bu resmin hemen yanında yeralıyordu. vatikan'a göre resimdeki genç cem sultan'dı ve eser cem'e ithaf edilmişti.
bir başka ifadeyle söyleyeyim: papa'nın resmi bestecisi sayılan josquin'in, kilise için ‘‘prestij eseri’’ olan bu dini parçayı bir müslüman'a ithaf etmesi imkánsızdı ve dolayısıyla ortada cem sultan'ın diniyle ilgili bazı bilinmeyenler vardı.
Papalık Kütüphanesi'nde yapılan son araştırmalar, Josquin'in eserinin ilk defa 1495'in 20 Ocak'ında, Vatikan'da bizzat Papa Alexander'ın idare ettiği bir áyin sırasında okunduğunu gösteriyor ve o gün yapılan áyin, Cem Sultan açısından da bir özellik taşıyor:
Cem, kendisini almak ve başlatacağı yeni Haçlı Seferi'nde Türklere karşı rehin olarak kullanmak için Vatikan'a gelen Fransa Kralı Sekizinci Charles'la beraber áyinden tam sekiz gün sonra, yani 28 Ocak'ta Roma'dan ayrılıyor. Josquin'in eserinin icra edildiği ayinin maksadı da,
çıkılacak olan işte bu yolculuğun kutsanması!
Bu seyahat aslında Cem'in son yolculuğu olacak, bahtsız şehzade Roma'dan ayrılmasından sadece bir ay sonra, 25 Şubat 1495 gününün sabahı İtalya'da, Castel Capuana taraflarında acılar içerisinde can verecek ve
Papa tarafından önceden zehirlenmiş olduğu iddiası ortaya atılacaktır.
Osmanlı Devleti’nde kurulan ilk ve son uzay gözlemevi İstanbul Uzay Gözlemevi’dir. Sadece 4 yıl çalıştı sonra bir gece de yok edildi. Acaba neden?
Uzay Gözlemevi’nin kuruluşuna öncülük eden bilim adamı, zamanın en ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Takiyüddin er-Raşit’ti. III.Murat ile yakınlık kurmayı başaran Takiyüddin hükümdarın hocası Hoca Sadettin Efendi’nin desteği ile astronomi ve
astrolojiye ilgi duyan padişahı rasathane konusunda ikna etti.
Takiyüddin Tophane sırtlarında 1577’de bir kısmı tamamlanan İstanbul Uzay Gözlemevi’nde gözlemlerine başladı. Takiyüddin o zamana göre oldukça ileri teknik ve hesaplamalar kullanarak bilgiler topladı.
Uzayda 'varlığı imkansız' dev bir yapı keşfedildi...
Bilim insanları Dünya'dan 3,3 milyar ışık yılı boyunca uzanan yay şeklinde bir yapı keşfetti. Mevcut teorilere göre "varlığı imkansız" yapı, gökbilimcilerin evrene dair bildiklerine meydan okuyor...
Dev Yay (Giant Arc) ismi verilen yapı galaksilerden, galaktik kümelerden ve çok miktarda gaz ve tozdan oluşuyor...
Dünya'dan 9,2 milyar ışıkyılı uzaklıkta yer alan yapı, gözlemlenebilir evrenin (şimdiki zamanda Dünya'dan gözlemlenebilen cisim ve maddelerden oluşan bölge)
kabaca 15'te birini kaplıyor...
Yapının kendisinin gökyüzünde çıplak gözle görülebilmesi mümkün değil. Ancak araştırmacılara göre görülebilseydi Dolunay'ın yaklaşık 20 katı genişliğinde olurdu...
1966 yılında, Amerika’nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Cleve Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımı eğitimini verdiği okulunda uykusuz bir gece daha geçirdi.
Sonra sırf eğlence olsun diye, yalan makinesinin elektrotlarını kocaman yapraklı tropikal bitkisinin üzerine yerleştirdi. Yalan makinesi çeşitli korku, sevinç, şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçtüğüne göre,
belki bitki de su dökünce seviniyordur diye alaylı alaylı güldü.
Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı doğru indi. Oysa yukarı doğru bir hareket bekliyordu Backster. Yaprağını sıcak kahveye soktuğunda da beklediği tepkiyi görmedi.
KUANTUM FİZİĞİNE GÖRE GERÇEKLİK "NESNEL" OLMAYABİLİR
Yeni bir kuantum fiziği deneyi, akıl bulandıran bir iddiaya yeni bir kanıt sağladı: Doğru koşullar altında, aynı olayı gözlemleyen iki kişi iki farklı olayın gerçekleştiğini görebilir ve bunların her ikisi de gerçek olabilir.
ArXiv’de yayımlanan araştırmada, Heriot-Watt Üniversitesi’nden fizikçiler ilk defa, klasik bir kuantum fiziği düşünce deneyini gerçekleştirerek iki farklı kişinin farklı gerçeklikler deneyimleyebileceğini gösterdiler.
Deney, iki kişinin tek bir fotonu gözlemlemesini içeriyor. Foton, ışığın farklı koşullarda ya bir parçacık, ya da dalga gibi davranabildiği ölçülebilir en küçük birimidir. Foton bu durumlardan birinde bulunabilir fakat hangi durumda olduğu ölçülene kadar
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır, salgın da olmadı, kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III. Mehmet, 19 erkek kardeşini ve 20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Temelleri 1879’da Lord Kelvin tarafından atılan atomik saatler artık hayatımızda yer almaya başladı. Temelleri 1879’da atılmasına rağmen, ilk atom saati 1949'da U.S National Bureau of Standards, NBS’de yapıldı.
İlk isabetli atom saati ise, sezyum-133 atomunun rezonans ölçümüyle 1955 yılında İngiltere Ulusal Fizik Laboratuvarı'nda, Louis Essen tarafından yapıldı.
Atom saatinin geliştirilmesiyle artık zaman akışının neredeyse tam anlamıyla doğru ölçülebilmesi sağlanmış oldu. Çünkü, atomların rezonans frekanslarını sayarak zamanı ölçen atom saatinin 3 milyon yılda 1 saniye hata yapma ihtimali yalnızca %22,522.