HALA KADINI KARA ÇARŞAFA SOKUP EVE KAPTMAYA ÇALIŞAN, KADININ ADI YOKTU DİYEN ZİHNİYETLERE GELSİN..!
1945 yılında Anıtkabir inşaatının kontrol mühendisliği kendisine verildiğinde;
“Ne mutlu ki; Türk kadınına çağdaşlık yolunu açan Atatürk’e olan minnet borcumun bir bölümünü ödeyebileceğim” demişti.
Adını belki duyanınız vardır..
Sabiha Rıfat Gürayman;
İlk kadın mühendis…
İlk kadın voleybolcu…
İlk “Sarı Melek”…
Manastırlı bir subayın, çok genç yaşta yetim kalan kızı…
Mustafa Kemal’in manevi evlatlarındandı...
Fenerbahçe kadın voleybol takımının kuruluşu 1927’lere dayanır, lakin maç yapacak başka kadın takımı olmadığından kapanır.
Ancak içlerinde bir kız çocuğu vardır ki, erkek arkadaşları ile Yüksek Mühendis Mektebinde oynamaya devam eder.
O kadar başarılıdır ki, onu Fenerbahçe erkek voleybol takımına alırlar. Fenerbahçe voleybol takımı, 1929 yılı İstanbul şampiyonluğunu; beş erkek, bir kadın oyuncu ile kazanır.
Beşiktaş ikinci, Galatasaray üçüncü olur.
Bu kızın adı, Sabiha Rıfat Gürayman’dır.
Fenerbahçe taraftarları O’na “Uçan Parmaklar” ismini takar.
Özetle ilk “Sarı Melek” dir; “O”..
Aynı zamanda Atatürk’ün izniyle Yüksek Mühendis Mektebine (İTÜ) alınan, ilk kadın mühendis…
Mezun olduktan sonra Ankara’ya atanır. Uzmanlık alanı köprü yapımıdır.
Ankara Beypazarı yolundaki köprü, o dönem için zorlu bir projedir.
Sabiha Rıfat üstesinden gelir.
Köprü bugün, “Kız Köprüsü” adı ile anılır.
Hani; “Uçan parmaklardan, Sarı meleklere” uzanan bir köprü…
Zor kurulmuştur, çok zor yıkılır..
Hiç çocuğu olmayan Sabiha Rıfat, şehit çocuklarının okuması gerektiğini düşünmüştü. Bu yüzden de çalışma hayatında elde ettiği tüm servetini İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı'na ve Fevzi Akkaya Temel Eğitim Vakfı'na bağışlamıştı.
Bu vakıflar aracılığıyla burslar vererek birçok şehit çocuğunun eğitim masraflarını karşıladı.
Cumhuriyet devrimlerinin ve Atatürk gençliğinin münevver evladı Sabiha Rıfat Gürayman Hanım’ı 4 Ocak 2003 tarihinde kaybettik.
1)Dersim Harekâtı sırasında zehirli gaz kullanıldığını iddiası da Dersim isyancısı Nuri Dersimi ile Dersim Harekâtı sırasında Tunceli'de olmadığı halde harekâtı oradaymış gibi anlatan İ.Sabri Çağlayan'a aittir.
2)Nuri Dersim'i, Kürdistan Tarihinde Dersim adlı kitabında şöyle demiştir: "... Bölgeyi top ve uçakların saçtığı zehirli gaz bombardımanları yoğun bir sis tabakası altına almış,yaşayan hiçbir mahluk kalmamıştı.Yanan evler ve ormanlardan, cehennemi bir görüntü yansıyordu..."(791)
3)İ.Sabri Çağlayangil de anılarında, Dersim Harekâtı'nda "...Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi..." demiştir.
Üçbuçuk sene savaştıktan sonra İzmir'e ilk giren kolordunun komutanı, Fahrettin (Altay) Paşa doğruca Karşıyaka'ya, baba ocağına koşar. Onca kan ve gözyaşının üstüne teyzesinin ona ikram edebildiği sadece salçalı ekmektir: "son zamanda elimizde bir bu kalmıştı" #9Eylul1922
Hasan Tahsin'in ilk kurşunu atması üzerine Yunanlılar Orduevini bastı.
Esir aldıkları,Miralay Süleyman Fethi Bey’den,halkın önünde Vito (Yaşa) Venizelos diye bağırması istendi. Son sözü Kato (Kahrol) Venizelos oldu.
Şehit edildi.
Yunana, İngilize, Fransıza kafa tutan ordunun Genelkurmay Başkanının eşini, annesini oturdukları evden çıkartır, sokağa atar işgal kuvvetleri. Ülkenin yarısı tamamen yanmış, yıkılmış, gerisi elindekini orduya vermiş.
Bu şartlarda girilmiş İzmir'e, herif hâlâ "ama adalar" diyor!
İzmir Bergama’da, 14 Eylül Anadolu Lisesi’nin depreme dayanıksız olduğu için yıkım kararı alınınca, bu öğrenciler binaları yan yana olan Kız ve Erkek İmam Hatip Liselerine yerleştirildi.
Ancak, Bergama Milli Eğitim Müdürlüğü ve Kız İmam Hatip Lisesi Müdürlüğü, 14 Eylül Anadolu Lisesi öğrencilerini ötekileştirerek izole etti. Kız İmam Hatip Lisesi’nin en üst katına yerleştirilen 14 Eylül Anadolu Lisesi öğrencilerinin, ++
Dil, bir toplum için her şeydir. Toplumların ilerlemesi için sadece anlatmak veya konuşmak yetmez. Bunların kaydı ve konuşulamayan kimselere de yazılı sevki gerekir. Başta da öğrencilere.
Dil, okunup yazılamıyorsa kitap da yazılamaz kitap olmaz ise ne bilim olur ne de sanayi. "Kültür kaynaklarımızdan koptuk" palavrası, son 300 yılda elle yazılan topu topu 80 kitap, zaten matbaa sokulmuyor 300 yıl, neyle kültürel kaynak ürettin de koptun?
Böylece; ülke güçsüz, millet cahil (%3-5 okuma oranı) kalır. Zaten böyle olmasaydı imparatorluk çökmezdi. Tarihi vakıaya sonradan hayali palavralar eklenmesi komedidir.
Her milletin kendisine göre özellikleri vardır. Bu özellikler genetik koda kaydediliyor. Kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Bu aktarımda en büyük rolü, kültür oynuyor.
Kültür, kolay değişmez. Din biraz etkiler. Ama kök değişime uğramıyor. Din ile çarpışan zıtlıklar, optimal bir ölçüde uzlaşıyor. Tipik örnek Türkler ile Araplar arasında görülüyor.
1. Kadına bakış açısından, Araplar ile Türkler arasında tam bir zıtlaşma vardır. Araba göre kadın eşyadan ibaret. Ödünç dahi verilebilir. Türk kültürüne göre kadın evin direğidir. Türk, kadınına yan gözle bakanın gözünü oyar.
2.Abdülhamid'in torunu Osman Ertuğrul, Tv de dedesinin Rom içtiğini söylediği zaman siyasal islamcılardan hakaret ve küfürler yedimişti.
Onların gözünde bütün Osmanlı Sultanları, içmez,yemez,sevişmez hiçbir zaafı olmayan üstün insan ''Evliyaullah''tandır.
İşte görmezden gelinen gerçekler :
İlk bira fabrikası Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1890'da İsviçreli Bomonti kardeşler tarafından Feriköyde kurulmuştur.
Biranın Osmanlı topraklarına girmesi 1839 senesine Osmanlının batıya açılma sürecine denk gelir.
1840 lı yıllardan itibaren çeşitli illere birahaneler kurulmuştur. İzmir Alsancak’ta bulunan A. Prokopp’a ait birahanenin seramik şişesinde, kuruluş tarihi 1846 olarak belirtilmektedir.