Dün Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın açıkladığı “Dövize Endeksli Türk Lirası Mevduat” hesaplarıyla DÇM'lerin aynı olduğunu söyleyen yazarlar ve haberleri görünce bunları yazmak istedim.
1970'lerde Türkiye'de kambiyo (sermaye hareketlerini kontrol etme) rejimi uygulanmaktadır, Türkiye içinde dövizle işlem yapmak yasaktır.
Aynı zamanda Türkiye'de çok büyük bir döviz açığı vardır, ayrıca dövizin kendisi de yoktur, döviz kıtlığı vardır.
1967'de Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) hesapları açılır, bu hesap sahipleri için döviz işlemi yapma hakkı verilir, ayrıca Merkez Bankası oluşacak kur farkını karşılayacağının garantisini verir.
Merkez Bankası'nın buradaki amacı, yurtdışında çalışan Türklerin dövizini Türkiye'ye sokmak ve kendisindeki kıt döviz rezervlerini artırmaktır.
Merkez Bankası mealen şunu demiştir:
“Sen dövizini bana getir, ben onu TL'ye çevirip hesapta koruyayım, dövizi de ben kullanayım(ithalat, dış borç ödeme), eğer paranı çektiğinde kurdan dolayı fark varsa ben öderim.“
Dikkat ederseniz DÇM, bir dış borçlanma türüdür.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte, ABD başta olmak üzere Batı, Türkiye'ye her anlamda ambargo uyguladı.
Türkiye ne yatırım alabildi ne de borç.
Bu da çok ciddi parasal sorunlara neden oldu.
Kamu maliyesi de özel sektör de batma noktasına geldi hatta yer yer battı.
Finansal destek vermeyi ve yatırım yapmayı bırakın, Batılı ülkeler Türkiye'ye borç dahi vermedi.
Devlet, DÇM'yi yurtdışından döviz getirmek için daha fazla kullanmaya başladı.
Şu an gündemde olan "Dövize Endeksli Türk Lirası Mevduat" hesapları, DÇM'de olduğu gibi Merkez Bankası'nın bir dış borçlanma şekli değildir.
MB burada, sadece döviz/TL (OLUŞURSA) farkını ödeyeceğini söyledi.
DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) bir kambiyo (sermayeyi kontrol etme) rejimi aracıydı.
Şu an Türkiye'de kambiyo rejimi yok, serbest piyasa var.
Dileyen dilediği finansal araçta kalabilir.
Şu an Türkiye'nin, DÇM'nin uygulandığı zamanlardaki gibi bir döviz rezerv sorunu yok.
Tam tersi, ülke içinde çok fazla döviz rezervi var ve MB, bunu TL'ye dönüştürmek için uğraşıyor :)
DÇM'de devlet, dövizi kendisinin kullanması için istiyordu, dövizi dahi yoktu.
Burada devlet, “Dövizi bozdurun, TL'de kalın” diyor.
DÇM'ler, yurtdışından döviz getirmek ve Türkiye içinde dövizi artırmak için açılmıştı.
Şu an ise Türkiye içindeki dövizin TL’ye çevrilmesi hedefleniyor.
DÇM döneminin büyük kısmında Türkiye'ye ambargo uygulanıyordu, BORÇ bile verilmiyordu.
Şu an Türkiye'de kamu maliyesinin de özel sektörün de böyle bir derdi yok.
DÇM döneminde Türkiye'ye borç verilmediği gibi ihracat için de ambargo uygulanıyordu.
Dolayısıyla ülkeye DÖVİZ girişi yoktu.
Şu an Türkiye'ye ihracat ile dış yatırım ile borsa ile gayr-ı menkul yatırımı ile turizm ile sürekli döviz girişi oluyor.
Açıkça söylemek isterim ki benim gibi sadece teknoloji ve iktisat tarihine meraklı birinin çok basit araştırmalarla bulabileceği gerçekleri manipüle ederek Türkiye Cumhurbaşkanına saldırmak, cahillikle yoğrulmuş bir ülke düşmanlığıdır.
Türkiye Cumhurbaşkanı, pandemi döneminde dünya çapında yaşanan YARATICI YIKIM'da Türkiye ekonomisinin toparlanması ve gelişmesi için birçok finansal aracı bir araya getiren ama esasında yeni olan bir finansal araç ilan etmiştir.
Gelelim son olarak “DÇM'lerin kıtlığa neden olduğu” önermesine.
O dönemki kıtlığın&yokluğun nedeni DÇM değil Kıbrıs Barış Harekatı'ndan dolayı Türkiye'ye uygulanan ambargolar&yüksek düzeyde ihtiyaç duyduğu halde Türkiye’nin borç bulamamasıydı.
Bari bunu manipüle etmeseydiniz.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Dünya tarihi boyunca büyük paradigma değişimlerini, ekonomik ve siyasi dönüşümleri tetikleyen 2 temel unsur olmuştur: Salgın hastalıklar ve/veya savaş.
Özellikle salgınlar emek gücü ve üretimleri, savaşlar sanayi gücü ve teknolojik atılımları tetiklemiştir.
Örneğin feodal yapı, Ortaçağ Avrupası’nda ortaya çıkan ve yüzyıllar boyunca Avrupa’nın politik yapısını derinden etkileyen siyasal, ekonomik ve sosyal bir düzendi.
Bu güçlü yapının Batı ve Ada Avrupa’sında çökmesindeki en büyük sebep VEBA salgınıydı.
Veba’dan dolayı çoğu çiftçi olan popülasyon hayatını kaybetmiş ve tarımsal üretim düşmüştü.
O şartlar altında (tarımsal) üretim ihtiyacı doğmuş, yani üretim önem ve değer kazanmıştı.
Üretimin değer kazanması ile başlayan süreç içerisinde feodalizm zayıfladı ve neticede çöktü.
Devlet teorisinin en önemli tanımlarından biri güçlüler arasındaki ilişkiyi belirleyip güçlülerin güçsüzlere zulmetmesini engellemektir, kavram olarak hukuk en temel noktada budur.
Türkiye Cumhuriyeti mağlup olduğumuz bir Cihan Harbi'nin bize bakiyesidir.
İkinci Endülüs Sendromuna dönüşebilecek 1. Dünya Savaşı,Kurtuluş Mücadelesi ile kısmi olarak engellenmiş ve Anadolu yurt olarak bizlere kalmıştır.
Bu floodumuzda günümüzün yalana ve algı operasyonuna dayalı “Post-Truth” siyasetinin ne olduğu ve nasıl uygulandığını, sistematik ve profesyonelce söylenen yalanların artık bir #yalanterörü” teşkil ettiğini ele alacağız.
Yalan Terörü'nü Türkiye'de ilk kez kavramsallaştıran Hasan Basri Yalçın (@hby34) beyin yazısını burada paylaşmak isterim: sabah.com.tr/yazarlar/hasan…
Bu bağlamda Halkla İlişkiler disiplini ve modern propagandanın kurucusu Edward Bernays, siyasi iletişim türleri, söylenen yalan ortaya çıkınca başvurulan dil illüzyonları, algı operasyonu, kısaca DeepFake, Post-Truth siyaset örnekleri ve yalan terörüne değineceğiz.