Zamanın donup seksenlerde kaldığı, masumiyetini koruyan eski dükkanlar, unutulmaya yüz tutmuş mahalle kültürü, Kemal Sunal’ın doğduğu, hatıralarla dolu ahşap ve tuğladan eski İstanbul evleri. Tüm bunların ortasında bir garip semt Küçükpazar.+
Küçükpazar’ı Tahtakale’den Sülrymaniye’ye çıkan geniş cadde ayırır. Bıçakçılar, terazicilerle karşılar sizi semt. Ne ararsanız bulabilirsiniz Küçükpazar’da. Hem caddesi hem de ara sokakları gizli hazinelerle, hoş mekânlarla doludur. Burası çocukluğumuzda kalmış bir vaha aslında
Arada soba bacasının doğalgaz konforunda unuttuğumuz duman kokusu gelir mesela. Çay ocaklarının açıldığı, geçen zamanın tanığı asırlık asmaların teselli gibi sarıp sarmaladığı asmalarıyla köhne han avluları bekler sizi bir çay, kahve molası için.
“Paran yoksa benden olsun, canın sağolsun abi” diyen ve bunu da gönülden söyleyen Kahveci İsmet’in çayı başkadır burada. Çünkü çayın demine, iyiliğin ve esnaflığın demi de eklenir, ayrı bir tat verir size:)
Hiciboğlu Şekerleme Küçükpazar’ın efsane lokumcusudur. Gerçekten çok iyidir hem lokumu, hem akide şekeri ve helvası. Bilen bilir. Göz aldanır, damak aldanmaz. Şekil şüküle değil esasa bakarım derseniz lokumu, şekeri Hiciboğlu’ndan deneyin, görün. Nişantaşı’nda parçalanmayın:)
Tabi semtin bir diğer efsane şekercisi de Altan Şekerleme. Tesis tarihi 1865. Bu dükkanlar dededen toruna birer tarih. On yıl önce Avm’de kurulan çakma “tarihi falan filan şekercisi” değil. Buralar aldatmayan / aldanmayan esnaf dükkanları. Kepenk üstüne yuva yapar burada kumru…
Dediğim gibi Küçükpazar’da zaman 80’lerde hatta 70’lerde takılı kalmış. Dükkan isimlerinin masumiyeti, tevazusu bunun en somut örneği. Portakal Kundura, Tutumlu Ticaret… Bu mekanların her biri aslında birer Denizler Kitapevi. Yani birer kent hafızası ve değeri. Soldurmamak lazım
Gidin mesela Bolkepçe’de 1,5 köfte + piyaz yiyin. Korkmayın zehirlenmezsiniz. Mis gibi, gayet lezzetli köfte. Avm’lerdeki zincir köftecilere de beş basar. Köfte yedim dersiniz. Cebiniz de acımaz. Hijyense de hijyen pırıl pırıl içerisi bal dök yala.
Sulu yemek desen var:) Şu menü zenginliğini de her esnaf lokantasıyım diyen yer de bulamazsınız. Yandaki asma baharda, yazda tüm sokağı yemyeşil yapıp şenlendirir. Semt burası; tarihi var, hafızası var.
Ne ararsan var Küçükpazar’da. Toptan kestane mi lazım? Küçükpazar’da bulursun:)
Ciğerin de kralı burada onu da söyliyeyim. Ezmesi, salatası, lavaşı, ayranı, çayı afiyetle yersin 30-40₺ verir çıkarsın. Karnın da doyar, gözün de doyar.
Çocukluğumuzun kumbaraları… Bitcoinsiz, etheriumsuz zamanların masum çocuk kumbaraları. Ya bakıyorum da iyi ki bu zamanlarda çocuk olmuşum diyorum. Bugün hakkaten tatsız, tuzsuz ot gibi çocuklara sunulan hayat.Yok pandemi, yok hijyen, yok güvenlik endişesiz ve yokluksuz çocukluk
Varilden soba. Acayip ısıtır gürül gürül. Yanık yağla harmanlanmış çam talaşı ile yak, üstüne koy bir demlik ıhlamur, at içine de bir çubuk tarçın. Senden kralı yok şu kış zamanı. Sallama melisa, lipton bitki çayı içenler bilmez, anlamaz bunlardan tabi:)
Böyle 1₺’ye çay hem de “çakıl taşında”😉 Harbiden kolay kolay bulamazsın Küçükpazar dışında.
Küçükpazar Fırını. Ramazan pidesi mükemmeldir. Hele bir de yumurtalı pidenin kokusu… İftar olsun diye yalvarırsın:) Esnafsan güveci hazırla ver 10.00 gibi öğlen 01.00’de al iki, üç esnaf yumul afiyetle.
Duyarlıdır semt esnafı.
İstanbul’da kalan tek tük internet kafelerden biri Küçükpazar’da. Çünkü burası Bangladeş, Pakistan başta olmak üzere Avrupa’ya kapağı atmak isteyen göçmenlerle dolu. Onlar için internet kafe halen bir ihtiyaç.
Küçükpazar basit otellerle dolu. Odasında 37 ekran tüplü tv bulunması bir lüks mesela bu otellerin. Hele bir de duş yapma imkanı sunuyorsa büyük konfor. Bu oteller gariban Paki, Bangladeşli göçmenlerin, çaresizlerin sığınağı Küçükpazar’da.
“Maşaallahu kâ’n”… Ne hayatlar yaşandı, kimler ne hayallerle yaşadı acaba bu meskenlerde.
Meyveli jölesi, gerçekten “bizim” bakkalı, duşçusu ile bir garip ama içten semt Küçükpazar. Keşfedilecek o kadar çok güzelliği var ki…
Müzisyenler Kıraathanesi:)
İstemezsen buyur Denizciler Kıraathanesi:)
40 yıl öncesinin havasını solursunuz Küçükpazar’da:) Burası yaşayan “Masumiyet Müzesi” Orhan Pamuk’un kulakları çınlasın:)
Küçükpazar’ın komşusu İMÇ’de No:5621’de tostun kralını bulabilirsiniz mesela. Hem de şahane bir manzara da yanında hediyesi:)
Devam edeceğim nasipse:)
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Dünyanın En Işıltılı Taşının Ardında Yatan Kanlı Düzen
Bir babayı ve bir oğulu bu duruma düşüren hırsın, acının sebebi ne olabilir? Elmas ve pırlantanın gerçek bedeli göz alıcı ışıltısının ardında çok iyi gizlendi. İşte kanlı elmasın serüveni+
Afrika'yı delik deşik talan eden, binlerce masumun canına kıyan elmasın acımasız öyküsü Güney Afrika'da başladı ve hızla civarına yayıldı. Dünyada elmas ve pırlanta fiyatlarını belirleyen, piyasayı domine eden, en önemli firma De Beers Elmas Şirketi burada doğup büyüdü.
''De Beers'' Dutch dilinde ''Ayılar'' demek. Güney Afrika'da Hollanda'dan gelip kolonileştirdikleri bir çiftlikte yaşayan De Beers kardeşlerin tarlasında büyük bir elmas yatağının keşfedilmesiyle hem onların hem de Güney Afrika ve civarındaki ülkelerin kaderi değişti.
Çin asıllı Amerikalı mimar I.M.Pei'nin Kahire'deki Tolunoğlu Ahmet Camii'nden esinlenerek tasarladığı Doha İslam Sanatları Müzesi'nin iç ve dış mekânlarından birkaç fotoğraf:
Müze deniz doldurularak oluşturulan bir zemine inşa edilmiş.
Etkileyici mimarisi ile fotoğraf çekmeyi sevenler için gece ayrı, gündüz ayrı kareler sunuyor.
Kâbe Örtüsü Suudi Arabistan'da Mekke ile Cidde arasında bulunan özel bir dokuma fabrikasında hazırlanıyor. Fabrikayı özel izinle gezmiştim. Yaklaşık 1 yıl boyunca, tamamen el işçiliği ile özenle hazırlanan yeni Kâbe örtüsü hac zamanı Arefe Günü'nde öncekiyle değiştiriliyor+
En kaliteli ipek iplikler usta ellerde dikkatle hazırlanan yazı istiflerine dönüşüyor. Fabrikada Kâbe Örtüsü'nün yanı sıra, Mescid-i Nebevi Ravza Örtüleri de dokunuyor. Kâbe Örtüsü her yıl, Ravza Örtüleri ise 3,4 yılda bir değiştiriliyor.
Kâbe Örtüsü'nün farklı bölümleri var. Kuşak bölümleri, Damla formundaki ''Samediye'ler'', Kâbe Kapı Örtüsü gibi parçalar uzun çaba ve emek gerektiriyor.
1.Kapalıçarşı’da bir restorasyon süreci yaşanıyor. Ancak süreç, eski kalem işi desenlerin tamamen “kazınmasının” ardından yerine aynısının yep yenisinin yapılması olarak devam ediyor. Çarşının tüm yaşanmışlığının, zamanın tatlı izlerinin canına okunuyor:
Bu “ışık seli / ledimsi” aydınlatma tarihi beş asırı geride bırakan Kapalıçarşı’yı ne güzel “açmış” değil mi? Sıfır km yeni desenlerle “pırıl pırıl” olmuş çarşı! Maksatta bu zaten, restorasyon dediğin dokunduğu her yeri pırıl pırıl yapmalı, geçmişin tüm izleri silinmeli. Yakışır.
Şimdi sırayla çarşının bu sokaklarına geliniyor. Üç, beş gün sonra buralar da raspa ile iyice kazınacak, sonra aynısının yenisi yapılacak ve şahane restore başarı(!) ile tamamlanmış olacak… Ya zamanın buraya kattığı ruh? Hayatın izleri? Salla gitsin, kazı geç yepyenisini yap.
İstanbul'da Latin Krallığı Paraları
1204-1261 yılları arasında Kudüs ve kutsal topraklara sefere diye niyet edip, İstanbul'u görünce burayı ele geçiren Haçlı-Latin yönetimi kendi paralarını da bastı. Bizans paraları tarzında basılan bu paralar düşük ayar gümüş (Billon) paralardı.
Latin işgali dönemi paraları üzerinde ''Hristiyan İsa'' ibaresinin kısaltımış hali olan ''IC - XC'' ve Hz.İsa tasviri, Melek Mikâil, çeşitli azizlere yerilmiş. Baskı, ve madeni pul kalitesi oldukça zayıf olan bu paralar iç bükey, adeta gazoz kapağı gibi basılmış:)
Darp kalitesi bu kadar düşük ve çöp adam tarzı zayıf tasvir düzeyi, Latinlerin şehirde köklü bir ekonomik / finansal düzen kurma gayreti içinde olmadıklarını düşündürüyor. Bu kargacık burgacık figürler özensizce hazırlanmış. Kimi örneklerde imparator tasvirini de yer verilmiş.
Avustralya'nın güneyindeki Tasmanya Adası'na yerleşen Britanyalı yerleşimciler, adanın 48 kabileden oluşan yerli 1803-1847 yıllarında yerlilere uyguladıkları soykırımla adanın safkan halkı ''bitirildi''+
1828-1832 yılları arasında yerli halkı yok etmeye yönelik olarak yapılan ''Kara Savaş'', tarihte kaydedilen ilk modern soykırım örneği olarak bir utanç ve kara leke oldu. Safkan Tasmanyalıların tamamı yok edildi bu soykırımda.
İlk Britanyalı yerleşimcilerin 1803 yılında geldiği Tasmanya'da yaşanan bu soykırım; çoğu çağdaş Avustralyalı tarihçi tarafından soykırımdan daha ciddi olan ''imha'' sözcüğüyle tanımlanıyor. Türkçe kaynaklarda ise Aborjin Soykırımı adı altında biliniyor.