Bu haftanın nostalji kuşağı filmi: Çıplak Vatandaş. Konusu hayat pahalılığı ve haliyle filmin içeriği günümüz koşulları düşünüldüğünde oldukça güncel. Başar Sabuncu tarafından yazılıp yönetilen ve Şener Şen'in başrolde olduğu filmi biraz detaylandıralım.+
Başrol kahramanı devlet memuru, hayat pahalılığına yetişemiyor ve sene 1985. O dönemde özel sektör beyaz yakası geniş bir kitle değil, devlet memurları üzerinden kısmen orta gelirli herkes ifade edilmeye çalışılıyor. Maddi koşullar neticesinde toplumsal buhran konu ediliyor.+
Başroldeki İbrahim nihayetinde akli dengesini yitiriyor ve soyunarak, sanıyorum Eminönü caddelerinde, koşmaya başlıyor. Ardından bu olayın geçmişine dönüyoruz. Uzayan mesailer ve denenen farklı işlere rağmen yoksulluk durdurulamıyor; filmdeki tabirle 'yetmiyor, yetemiyor".+
Tam da o esnada dönemin başbakanı Turgut Özal konuşuyor; biraz daha özenli olsanız her şey yeter diyor. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi o dönemde de yoksulluğun suçlusu nedense hep vatandaşlar. Film boyunca sürekli Özal politikaları eleştiriyor ama dahası da var.+
ZIP isimli parti ile muhalefet partilerine iğnelemede bulunuluyor. Çünkü bu partiler yoksullaşmayı kendileri için fırsat görüyorlar, ancak vatandaşın halini pek de umursamıyorlar. Yani ekonomik kriz ve yoksullaşmayı içselleştirme değil kullanma güdüsünde oldukları vurgulanıyor.+
SİAB ismiyle de TÜSİAD'a doğrudan gönderme yapılıyor. Filmde sermaye kesimi; 1960'larda işçi mücadelesine karşı sertleşmeyi tercih eden taktik yerine, 1980'lerdeki yeni kuşak 'halkla ilişkiler' çerçevesinde sosyal sorumluluk ve hayırseverlikle göz boyama taktiğini yeğliyor.+
Tüm bu süreçler başroldeki İbrahim'i lümpenleştiriyor ve o da çıplak vatandaş imajını pazarlamaya başlıyor. Bu arada filmdeki çıplaklık 2022 Türkiye'si için oldukça fazla; 1980 sonrasında artan cinsel özgürlük döneminin etkisi büyük. Bir şekilde İbrahim de yolunu buluyor.+
Fakat yoksullaşma yaygınlaşıp toplumsal buhrana dönüşünce herkes soyunuyor. Yani artık sosyal bir protesto var ve bu saatten sonra olayı siyasi bir şov olarak kullanan Özal ile halkla ilişkilerle dengeleyen TÜSİAD taarruza geçiyor. Kamu güvenliği ve düzeni mazereti kullanılıyor.+
Hükumetle sermaye hemen uzlaşıyor; durumun kontrolden çıkmasını engellemek için İbrahim yakalanarak tımarhaneye kaldırılıyor. Güler yüzle çözülemeyen ve hatta büyüyen tepkiye sert cevap veriliyor. Bu bilgiseli buraya kadar okuyanlar 2022'ye dair birçok benzerliği fark etmiştir.+
Tabii bugün benzer filmler çekilemiyor, Özal'ın kullanılan ses ve mimiklerinin bir benzeri, Erdoğan için kullanılamıyor. Yoksulluksa yine yaygın ve gittikçe derinleşmekte. Kurumsal muhalefet bekleneni veremiyor ve iş dünyası da düzenden nemalanmaktan çekinmiyor.+
İçinde olduğumuz günler sürdürülebilir değil. 1980 sonrası Türkiye iyice yoruldu, yani sistem Özal döneminin ardından koalisyonlar ve sonrasında Erdoğan dönemini taşıyabilecek halde değil. Filmin sonu ile günümüzde yaşananların sonu uzun vadede birbirinden muhtemelen ayrışacak.+
Tabii bunun için demokratik yollarla tepki göstermek şart. Orta ve dar gelirlilerin çekişmeyi bırakıp düzenden en çok nemalananlara doğru tepkilerini göstermeleri de şart. Bizim hikayemizin sonunu yaşayarak göreceğiz, kesin olansa şu; şimdiye kadar olandan daha çok sarsılacağız.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1- Putin'in yaptığı açıklamalarla Ukrayna'daki durumun kısa vadeli ve dar kapsamlı olmayabileceği ortaya çıktı. Uluslararası hukuku ve etiği bir kenara bırakarak konunun iktisadi boyutunu hem Türkiye hem de Dünya için ele alalım.
2- Öncelikle Rusya'nın 2014'teki savaşa göre daha hazırlıklı olduğunu söylemek gerek. Rusya o krize 531 milyar dolar rezervle girerken şu anda 620 milyar dolara sahip. Ötesi petrol ve gaz fiyatları daha yüksek seyrediyor. Yabancı sermayenin de önemli bir kısmı zaten çıktı.
3- Bunun önemi şu; Rusya politikasını uzatabilir ve derinleştirebilir. Uluslararası ödeme sistemleri, bankacılık ve telekomünikasyona dair de eskiye kıyasla daha bağımsız durumda. Son olarak Çin ile daha yakın ve bu ülke de petrol ve gazda Rusya için daha büyük bir pazar.
1.Aylık enflasyon %13,58. Yıllık enflasyon ise %36,08 ile son 19 yılın rekorunu kırdı. TÜİK’e göre dahi hayat pahalılaşıyor. 19 yıllık birikimli enflasyon %644. Yani 2003 başındaki 100 TL’nin satın alma gücü 13 TL’ye düştü, 87 TL’si buharlaştı.
2.Şu soruları yanıtlayama çalışalım; enflasyon nedir, nasıl hesaplanır, neden hissedilenle resmi enflasyon arasındaki fark büyük, yanlış enflasyon hesabının sonucu ne olur, Türkiye’nin geçmişle ve dünyayla kıyaslaması nasıl ve devletin yönettiği fiyatlarla bize ne anlatıyor?
3.Enflasyon nedir? İlk başta kitap tanımıyla ifade edelim: “Genel fiyat düzeyinde meydana gelen sürekli artışa enflasyon denir”. Yani tek bir üründe kalıcı veya çok sayıda üründeki geçici fiyat artışı değil; genel düzeyde istikrarlı artışa enflasyon denir.
Türkiye'de ekonomi tarihinde Tansu Çiller en başarısız kişiydi, ta ki Berat Albayrak'la tanışana kadar. Öyle görünüyor ki, Nureddin Nebati bu unvanı en hızlı bir biçimde üstüne alacak, tabii ipi asıl tutanın Albayrak, nihai karar vericinin de Erdoğan olduğunu hepimiz biliyoruz.+
Dün en çok şamataya vurulan kısım ABD Merkez Bankası Fed'in mülkiyet ve yönetimine ilişkin temelsiz bilgilerdi. Doğrudur, özellikle ABD gibi kapitalist ülkelerde büyük sermaye devlet kurumlarını etki altına alır; ancak mülkiyet üzerinden değil, atananlar ve ideolojiler yönünden.+
Fakat Nebati bunu kahvehane düzeyinde biliyor, anlatıyor ve çok yerinde bir cevap verdiğine inanıyor. Buna pek şaşırmamak lazım, üstenci bir dille söylemiyorum. Ancak onun yaşamı oldukça dar bilgili ve hep aynı görüşe sahip kişiler arasında geçmişe benziyor.+
1.Ekonomi yönetimi, Eylül ayında rekabetçi kur söylemiyle yön değiştirdi ve 23 Kasımdaki PPK toplantısıyla geriye dönüşü zor bir yola girdi. Ne yapılmaya çalışılıyor, tutarsız da olsa bir strateji var mı, sonuçları ne olacak ve siyasi izdüşümü nedir?
2.Bu bilgiselin ilki Ekim 2019’da yayınlanmış bir dizinin 8. bölümü olduğunu belirteyim. Amacımız süreci ve geleceğe ilişkin senaryoları değerlendirmek. Ayrım 23 Kasımda başladı, fakat senaryoların daha netleşmesi için bugünkü döviz satışını bekledim.
3.Mart 2021’e dönelim; Ağbal görevden alındı ve yerine Kavcıoğlu atandı. Yatırımcıların endişesi; örtülü rezerv satışı, erken politika faizi indirimi ve kredi genişlemesiydi. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi ve hatta bütçe performansı beklenenden iyi geldi, ta ki Eylüle kadar.
Dolar kurunda bitmeyen atağın her gün yeniden körüklenmesi, sonuçları göz ardı edilerek, tümden mizaha dönüştürülüyor. Toplumun kendisini silkmesi ve yaşananları idrak etmesi gerekli. Zor bir hayata da ancak gülerek katlanılır ama cenazede de gülünmez.+
Bunu rahatlığın arkasındaki güdü iktidarın çökeceği beklentisiyse, yaratılan bu enkazın ardından kimse kolay kolay çıkamayacağı gerçeğiyle sarsılmalı. Ötesi iktisadi yoksulluğun birtakım otoriter eğilimleri besleyebileceği ve Erdoğan'ın her yolu deneyebileceği unutulmamalı+
Daha kişilere özel bir nedense, birçoğunuzun küçük de olsa sahip olduğu döviz hesapları ve altın birikimleri. Küçük diyorum çünkü büyük olsa çoğunluk olamazdınız. Bir miktar döviz birikimiyle yoksullaşmadan kaçılamayacağının anlaşılması lazım.+
1- Mevcut ekonomik koşullar hakkında kısa bir bilgisel yapmak istiyorum. TL uzun yıllardır değer saklama işlevini yitirmişti, bu nedenle çoğu kişi birikimini döviz ve altında tutuyordu. Fakat bu yaşananlar TL'nin hesap birimi olma işlevinin kaybolmasına neden oluyor. Açıklayayım+
2- Yani günlük işlemlerde TL üzerinden fiyatlama yapma ve işlemi TL ile gerçekleştirme eskisi kadar rağbet görmeyecek. Çünkü dolar kurundaki anlık değişimler çok arttı. Vadeli ödemeyle ticaret yapmak büyük risk içeriyor. Haliyle dolar ve avro ön plana çıkıyor.
3- Bu durum dövize talebi artırır ve yalnızca döviz kurunu yükseltmez, fiziki dövize talep yaratır. Türkiye gibi döviz noksanı ve sürekli dış ticaret açığı veren bir ülkede bu durum finansal sistemi sarsar. Çünkü TCMB'nin dahi net rezervleri ödünçler hariç eksi 35 milyar dolardır