internetteki en büyük problemlerden biri fake haberlerin doğru kabul edilip çok hızlı yayılması. 2 dakikalık bir google aramasıyla engellenebilecek bu duruma karşı insanlar neden bilinçlenemiyor? cevabı başka başka yerlerde aramaya çalışacağım bir soru bu. (flood)
öncelikle ‘aptal’ bir tür olduğumuzu kabul etmemiz lazım. genel olarak hayatımız, kısa zamanda aptalca şeyler yapıp, uzun zamanda bunları toparlamakla geçiyor. çünkü insan, hem eksik/yetersiz bir canlıdır yani tutkularının kölesidir, hem de yaşamak için bilgiye ihtiyaç duymaz.
bu konuları birazcık açmaya çalışacağım, sonra tekrar toplayıp bir sonuca varacağız. insan eksik bir canlıdır konusu eğlenceli bir konu. psikolojiye meraklı kişiler bu konuyu lacan’dan araştırıp kafalarını açabilirler. malumatfuruşluk yapmiyim yetkin değilim. konumuza dönelim.
insan yetersiz bir canlıdır çünkü bakıma muhtaçtır. hayvan yavruları doğar, 1 saat ayağa kalkmak için bocalar sonra kalkar gider süt emer. insan yavrusunu 1 saat bırakırsan ölür, geçmiş olsun.
ve eksik bir canlıdır çünkü ölene kadar ne için hayatta olduğunu sorgular ve bulamaz. bakıma muhtaç olduğu için de hayatın anlamını başkalarında arar; eksikliğini giderme arzusuyla.
ve insan türünün, hayvanlardan en büyük farkı da irrasyonel/akıl dışı davranmasıdır. hayvanlar rasyoneldir; acıkır yemek yerler, çiftleşir ürerler ve canlarını korumaya çalışırlar. insanlar oruç tutar, allah allah diyerek ölüme gider, kendi kendine doğrular yaratıp inanırlar.
sanırım aptallığımız, eksikliğimiz, yetersizliğimiz ve irrasyonel oluşumuz için lafı daha fazla uzatmaya gerek yok. ama bir de şu var; insanlar hayatları süresince bilgiye ihtiyaç duymadan yaşarlar.
hepi topu 300 yıl geriye gitsek, 1000 yıl öncekine ya da 2000 yıl öncekine benzeyen bir dünyaya gitmiş oluruz. dünyanın değişimi çok çok yeni oldu, 100 sene önce bile dünya neredeyse tamamen karanlıktı. haliyle bilgiyle olan ilişkimiz çok yeni.
peki, nasıl bilgiye ihtiyaç duymadan bugünlere geldik? çünkü inanmak yetiyor. doğduğu anda bakıma muhtaç olan bir tür inanmaya mahkumdur. ebeveynlerinin onu besleyeceğine inanmaya mahkumdur. sevileceğine, sevildiğine inanmaya mahkumdur. mutluluğu hak ettiğine inanmaya mahkumdur.
ve geçtiğimiz 300 yıldaki gelişmeler bizi bugüne getirene kadar, biz inanarak bütün problemlerimizi çözebildiğimizi düşünüyorduk çünkü çözecek bir şey de yoktu.
yeni dünyaya adapte olmak, ‘kullanım kılavuzu’ okumaya başlamak demektir. bilginin değerini fark edip işleri akılcılıkla yapmaya başladık ve yazdıklarımı bu sayede elinizdeki aletten okuyabiliyorsunuz. (ama hala şarjın sizi tüm gün götüreceğine inanmaya devam ediyorsunuz.)
biyolojik yapımız hala bu yeniliklere alışamadı ve haliyle eskisi gibi davranmaya devam ediyor. nedir bu eski alışkanlıklar?
konumuzla ilgili olan kısmı ‘önyargı’; yani yetersiz bilgiyle karara varma durumu. bu kelime çok kullanıldığı için hepimiz buna az çok aşinayız. ama çok kullanıldığı alanlarla bu yazının bir ilgisi yok.
yani ırka, dine, dış görünüşe göre olan önyargıları bir kenara bırakıp; beynimizin çalışma prensibindeki sıkıntıya bakalım. bu sıkıntı, bizi koşulsuz bir önyargılı yapıyor.
o da şu; beyin aldığı her girdiye karşılık bir çıktı ortaya çıkarır. bunu da sürekli/hiç durmadan/daima yapar ve bununla birlikte her gelen yeni girdiyle, önceki çıktılarından vazgeçerek yeni çıktılar sunar. bir örnekle anlaşılır hale getireyim:
sokakta bir bankta oturuyor ve etrafı izliyorsunuz, yaklaşık 200 metre ilerden biri de size doğru yürüyor. beyin önce mesafe gereği bunun kendisini ilgilendirmediğini düşünür ve çıktı olarak ‘200 metre ötede yürüyen bir kişi var’ çıktısını verir. siz de bunu önemsemezsiniz.
beyniniz 30 saniye sonra bu sefer şöyle bir çıktı verir, ‘100 metre ötede SANA doğru yürüyen bir erkek var ELİNDE DE BİRŞEY VAR’ siz bunu artık önemsemeye ve sahip olduğunuz dataları çoğaltmaya çalışırsınız. bir taraftan da beyniniz vücuda adrenalin salgılamak için tetiğe geçer.
beyniniz 30 saniye sonra bir çıktı daha verir, ‘yürüyüş yapan tesbihli orta yaşlı bir adam’ siz de ‘ulan ben de ne sanmıştım ha’ deyip oturmaya devam edersiniz. bu girdi-çıktı ilişkisi ölene kadar devam edecek bir mekanizmadır yani beyniniz önyargılı olarak çalışır.
çünkü tehlikelerden kurtulmak için önceden pozisyon almak şarttır. bilinç sahibi oldukça, beynimizi datalarla güçlendirdikçe; anksiyetelere kolayca hapsolmamaya, ota boka silahları çekmekten vazgeçmeye başlarız. fakat beynimiz daima önyargılı çalışır.
biz de bunlara inanırız. mesela herhangi bir ortamda ilk defa denk geldiğimiz birinin kurduğu bir cümle nedeniyle ondan nefret edebiliriz ya da sadece dış görünüşünü beğenip 1 saat içinde bir yabancıyla seks yapmaya evine gideriz.
belki de iyi çocuktur diye tenkit dahi etmeyiz kendimizi, nefret ettiğimize direkt kani oluruz ve ‘zaten bayık bayık bakıyordu’ gibi beynimizi/kendimizi haklı çıkaracak sonuçlarla pekiştiririz.
insanlar sürekli olarak aldatılmaktan, kandırılmaktan, aptal yerine konmaktan şikayet eder. oysa ilk twitte yazdığım 2 dakika google’layıp doğru bilgiye ulaşmak akıllarına gelmez. ‘hiç tanımamışım’, ‘bambaşka biriymiş’, ‘sahtekarmış’, ‘ikiyüzlüymüş’...
peki, sen neden bu kadar çok güvendin?
- çok tatlıydı, çok güldürüyordu beni.
ya da:
- ne bileyim, başlarda öyle değildi...
ya da demeye örnek çok, ama anladınız siz beni.
kısaca evleneceğimiz, evimize alacağımız, borç verdiğimiz, işe aldığımız insanlar hakkında bilgi toplayıp karar almaktan ziyade beynimizin ilk çıktılarını hesaba katarak yola devam ederiz. ya severiz ya da sevmeyiz ve bilgi almakla çok fazla işimiz olmaz.
çünkü inanmaya bayılıyoruz. inanmak harika bişe. beynimiz de iki-üç ham bilgiyle götünden fikir uydurmaya da bayılıyor zaten. bu ikisi bir arada oldukça ve biz bilgiyi hayatımıza dahil etmedikçe; daha çok hayal kırıklığı yaşarız. yaşar yaşar dururuz. bitti. :)
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
savaş meraklısı insanların kafalarının çalışmadığı kesin; hele vatan diyen tam mal. çünkü kazanmanın ne olduğunu bilmiyorlar; kazanmayı birini hırpalayıp ondan güçlü olduğunu göstermen sanıyorlar, ilkel bir düşünce yapıları var; haliyle mevzuyu kavrayamıyorlar. +
bir sorunu çözmek için fiziksel olarak savaşman gerekiyorsa; son seçeneğe gelmişsin demektir. ilk seçenek avukat tutmaktır çünkü; iş ölüm-kalıma gelene kadar beş bin tane daha yöntem/yordam var. sorun birilerinin ölme ihtimali içinde gerçekleşebiliyorsa mağarada olmalısın... +
2019 yılındayız arkadaşlar, azıcık aklınızı başınıza alın. ne savaşla sorun çözmesi yav? hele bir de konu kazanmaksa; dünya izin verdi oradaki her yeri dümdüz edebilirsin dese bile bir bok yiyemeyiz; bunun finansal maliyetini hesapladınız mı hiç? +
kısmen yuvarlak hesaplarla (ki makro bir işte bu gayet normal) neden her alanda niteliksiz işlerin çok satar olması konusuna değinelim. bu sayede her fırsatta çoğunluğa bok atma kolaycılığını da bertaraf etmiş olalım. umarım çok kişi okur. (flood)
kültürlü/nitelikli/kendini eğitmiş insan olmak için zaman/mekan/sınıf fark etmeksizin bir gerçek var; buna ayrılmış bir zamanın ağırlığının olma zorunluluğu. yani zengin de olsan fakir de kalsan fark etmez, zaman ayırabilmişsen keşfetmeye, öğrenmeye o zaman niteliklileşirsin. +
yani nitelikli olmak için derinleşmek gerekir. derinleşmek için de konuya ortalamanın üzerinde vakit ayırıp, çalışmak gerekir. peki bunu kim yapabilir? haftada 60 saat tezgahtarlık yapıp ay sonunu getiremeyen birisi yapabilir mi? inşaat işçisi yapabilir mi? fabrika işçisi? +
şu anda akp, sermayesi azaldığı için arz fazlası veriyor. bu, akp’ye yetmediğinden mhp birlikteliği çöpe gider. mayıs bitmeden bakanlar kurulu değişir, reformlar da başlar. şu ana kadar ekranda gördüğümüz akpli yetkililerin çoğu yok olacak. burada iki ihtimal var bence: +
reis, yeni bakanlar kurulunda küskün akplilere rol verebilir. krizle uğraşacak ekip bunlar olacağından hem parti kurmaları engellenmiş olur, hem de reis kendine kriz dönemi için maşa bulmuş olur. ama gül, babacan, atalay tayfası şu an hangi basamakta bilemiyorum tabi.
eğer gül, babacan, atalay; lobilerini yürütmüş ve artık sadece işleri eyleme kalmış da olabilir. o vakit reis yola kimle devam edecek (benim için) belli değil. reform konusunda da hevesli olmayacağı kesin. ama amerika dışında(imf) para bulabileceği bir yer de yok. göreceğiz.
müslümanlık gelecekte varlığını temsil eden iyi müslüman kitlelere sahip olacak. geçmişten günümüze kadar müslümanlığın iyi temsil edilememesinin nedeni müslümanların yaşadığı ülke yönetimlerinin yozlaşmışlığından ileri gelir. bu yozlaşmanın ömrü de çok uzun değil artık. (flood)
şöyle bir dönüp baksak örneğimiz hazır zaten: hristiyanlık. avrupa’nın gerçek anlamda refahı sağladığı dönem son 50 yılı kapsar. şimdi buradan yola çıkıp, adım adım geri gidelim.
batılı değerlerin temsili avrupa’nın refahını sağlayan şey nedir? 50 yıldır sefaletin bittiği, ortasınıfın alım gücünün yüksek olduğu, kurumları iyi çalışan, laik, birbiriyle savaşmayan, azınlıkların haklarını yasalarca korumaya almış olmayı başardılar. ortadoğu neden başaramadı?
ne zaman ben fero gibi alışılmışa uymayan popüler bir müzisyen çıksa, anında ‘abi eskisi gibi kaliteli işler para yapmıyor, insanlar basit şeyler istiyor’ geyiği de başlıyor. nereye dayanıyor yav bu uyduruk eleştirinin temeli? kaliteli işlerden çok haberin oluyor mu?
bu, günde 1000 kişinin gelip yediği, kapısında kuyruk olunan menemenciye bakıp, ‘ya artık insanlar basit şeyler seviyor kimse mantıyla uğraşmıyor’ demek gibi. popüler olanın hacminin büyüklüğü; kaliteli işi azaltmaz; bilakis pazarı büyütür, faydası daha çok olur.
kaliteli işlerin üretimi de tüketicisi de hiçbir zaman azalmadı, sürekli arttı; artacak da. sadece bu kitle her yerde barınamıyor. bölgenin kültürü çölleşince bu kitle başka yerlere göçüp yine aynı işin üreticisi-tüketicisi olmaya devam ediyorlar. ama yok olmuyorlar.
Türkiye’nin şu anki ekonomik pozisyonunu herkesin anlayabilmesi adına, konuyu basitleştirerek anlatmak gerekiyor. (flood)
Öncelikle ekonominin bir güven meselesi olduğunu kavramak lazım. Örnek: İşten maaşınızı alamadığınız ay değil, sadece bir iki gün geç aldığınız anda ya da alt kademeden birkaç kişi işten çıkarıldığı anda işinize dönük bir güven kırılması yaşarsınız.
Esasen şirketin bu şekilde kendini döndürebilme kapasitesi 1 yıl olacaksa bile, güvensizlik kendini belli ettiği anda kendi bitişini de öne almış olur şirket. Bu nedenle güvensizliğin önüne geçecek politikalar gütmek zorundadır: ‘Her şey yolunda, sıkıntı yok.’