1.Bankaların kredi verme kapasitelerini etkileyen unsurlar:
✔️Fon maliyetleri ve bilanço kısıtları (sermaye, para ve sermaye piyasasına erişim, likidite)
✔️Rekabet baskısı
✔️Risk algısı
📌Takipteki alacak stoku ile kredi verme kapasitesi arasında “doğrudan” bir ilişki yok AMA👇
2. Takipteki alacaklar ile kredi büyümesi arasında dolaylı bir ilişki var.
✔️Düzenli bir gelir edilemiyor. Karlılık olumsuz etkileniyor. Özkaynak büyümüyor. Banka riskli görülüyor, fon maliyeti artıyor.➡️Kredi verme kapasitesi düşüyor. ANCAK👇
3. Banka takipteki alacakları için yüksek karşılık ayırmış, karlılığı ve sermayesi beklenmeyen zararları karşılayabilecek güçte ise riskli görülmeyebilir ve fonlama imkanı olumsuz etkilenmeyebilir. Peki takipteki kredileri satış için ne denilebilir?👇
4.Takipteki alacaklar için karşılık ayrılıp bilançodaki net değerinden daha düşük bir değere satılarak bilançodan çıkarılması bankaların sermayelerinin erimesine neden olabilir.
5. Takipteki alacak stoku ve kredi verme kapasitesine ilişkin bu makeleyi okumanızı tavsiye ederim: voxeu.org/article/non-pe…
Bizim durum?👇
6. Sektörün sermayesinin güçlü olduğunu biliyoruz. Sorun bilançodaki kredilerin sınıflamasına, değerine ilişkin var olan bir belirsizlik ve güvensizlik. İhtiyatlı bir sınıflama, yeterli karşılıklar ve şeffaf bir iletişim ile bu belirsizlik ortadan kalkabilir. ANCAK👇
7. Ayrılacak karşılık giderleri karlılığı olumsuz etkileyecek, karı aşan tutarlar ise sermayeden karşılanacak. Ama sektörün sermaye tamponları güçlü olduğundan ilave sermaye ihtiyacının çıkacağını zannetmiyorum.
8. Özet olarak; iyi haber bilanço resmi netleşip, belirsizlik ortadan kalkabilir, bu da bankaların fon maliyetleri, para ve sermaye piyasasına erişimini kolaylaştırabilir, kötü haber ise sermaye tamponları eriyebilir. Kredi verme kapasitesi üzerinde net etki ne olur?👇
9. Yazılacak zararın büyüklüğüne, ilave sermaye konulup konulmayacağına, konulacaksa nasıl karşılanacağına bağlı olacaktır.
1/15- TCMB yıl başında para politikasında U dönüşü yapmış normal bir para politikası uygulamaya başlamıştı. Yılbaşında politika faizi %17 seviyesindeydi. Mart toplantısında faiz %19’a çıkarılmıştı.
2/15- Politika faizi ile gerçekleşen enflasyon arasında pozitif fark korunuyordu. Reel politika faizi geçen yıl sonunda +2,4 puan iken Mart’ta +2,8 puan gerçekleşmişti.
3/15- 5 yıllık uzun vadeli tahvil faizleri yıla %13’ün üzerinde başlamıştı. TCMB faizi ile arasındaki fark -4 puana yakındı. Şubat’ta ABD tahvil faizlerindeki yükseliş Hazine tahvillerine de yansımış ve tahvil faizi %15’i aşmıştı.
1/9- Öğrenci kardeşlerim ve konuya ilgi duyanlar için portföy seçimini örnekle basitçe anlatmaya çalışayım.
2/9- BIST100 ve ABD Doları olmak üzere iki tane riskli varlık seçeneğimiz olsun. Amacımız yüksek getirili, düşük riskli bir portföy dağılımı yapmak. İki yatırım aracının beklenen getirisi, riski (standart sapması) ve korelasyonunu hesap etmek gerekiyor.
3/9- 10 yıllık geçmiş yıllık getirileri alıyorum. Excel yardımıyla riskli varlıkların ortalamasını, riskini ve korelasyonunu hesaplıyorum. Risksiz faiz oranı olarak TCMB politika faizini kullanıyorum.
1/6- Bankadaki döviz mevduatı sahipleri kur arttığında kar elde ediyor. Peki bankalar zarar mı ediyor? Hayır. Pozisyonları dengede. Bu durumda zarar kimde? Bankalar pozisyonunu dengelerken kimden alacaklı, buna bakmak lazım. TCMB ve Hazine’yi düşünelim.
2/6- Bilanço içinde TCMB’den yaklaşık 80 milyar dolar, bilanço dışında yaklaşık 45 milyar dolar alacağı var. Hazine’den döviz alacağı ise yaklaşık 60 milyar dolar. İkisinin de pozisyonu açık. Döviz mudisi kar ederken, banka zarar etmiyor, zarar TCMB ve Hazine’ye kalıyor.
3/6- Hazine’yi ele alalım. Kur artışında borcu ve borç servisi artıyor. Yük vergi mükelleflerinde. Peki TCMB? Burada muhasebe biraz farklı. TCMB bankalardan farklı olarak gerçekleşmemiş kur farklarını kar zarara yansıtmıyor, değerleme hesabında izliyor.
1/7- Yabancıların DİBS’te 7,5 milyar doları, swapta 5,4 milyar doları kaldı, artık çıkacak yabancı az kaldı diye düşünenler olabilir. Halbuki döviz piyasalarını etkileyen bir çok unsur var. Bir kaçına bakalım👇
2/7- Bir örnek yurtiçi yerleşiklerin TL’den dövize geçmesi. Bu gerçek döviz değil, kaydi bir şey, neden döviz yükselsin diyenler olabilir ama TL mevduatın azalıp döviz mevduatın artması ile bankaların döviz pozisyonu açılır, kapatmak için döviz talep eder.
3/7- Ya da yurtiçi bankaya döviz kredisi borçlusunu düşünelim. Döviz kredi borcunu kapatmak istesin ama döviz geliri olmasın. TL mevduatını dövize çevirip döviz kredi borcu kapatıldığında yine bankaların pozisyonu açılacak ve döviz talebi artacaktır.
1/4- Merkez Bankası’nın enflasyon ve risk priminden bağımsız faiz indirip kurun çıktığını düşünelim. Normalde ne olurdu? Enflasyon beklentileri, belirsizliği artar, vade primi artar, bilançolar bozulur kredi mevduat faiz farkı artardı.
2/4- Şimdi bir kamu bankaları faktörü var. Kredi piyasasının yaklaşık yarısına hakimler. Rasyonel fiyatlama yapmayabiliyorlar. Sermaye, likidite de çok umurlarında olmayabiliyor. Hazine, tahvil verip işi çözüyor. Tabiki kamu borcu artıyor.
3/4- Döviz borcu nedeniyle bilanço bozulmasına gelince son yıllarda bu dert de azaldı. Gerçek kişiler(belirli bir kesim) döviz varlıklarını artırdı. Kur artışından net finansal varlıklar (servet/özkaynak) olumsuz etkilenmiyor. Firmalar da döviz borçlarının bir kısmını kapattılar.