Bazen söylemek isteyip de söyleyemediğimiz ya da söylenmemesi gereken ne çok şey olduğunu fark ederiz değil mi? Söylesek bir dert, söylemesek bin dert olan… Hangisidir doğru olan? Kendine rağmen susmak mı? Yoksa hiç kimseyi düşünmeden, içinde kalmasındansa konuşmak mı?
Hepimizin duyguları, sabrı, olaylara bakış açısı o kadar çeşitli ki bazılarımız her şeyi olduğu gibi, olduğu şekliyle kendini ifade etme çabasına girişirken, bazılarımız o kadar bıkmış ki bırakın kendini anlatmayı istemeyi, karşısındakini dinlemeye bile tahammül edemiyor.
Hal böyle olunca çoğu zaman susmak en basit yöntemmiş gibi gelebiliyor hepimize. Fakat yüreğimizin tam ortasında, kafamızın arka kısmına attığımız koca bir çöp yığını yarattığımızı,
ancak yüreğimizdekiler koca bir dağ haline gelip de taşıyamadığımızda ortaya çıkan, ortalığı kasıp kavuran koca bir patlamaya dönüştüğünde anlıyoruz.
Bazı duyguların tezahürü yoktur. Anlatamazsınız ya da gerçekten anlatılmaması gereken hislerle boğuşursunuz.
Neyin ne olduğunu kendiniz bile tezahür edemezken, yanlış kararlar almadan önce o düşüncelerin, duyguların gerçekliğinden emin olmadan hiç kimseye bir şeyden bahsedemezsiniz.
Ama her sıkıştığınız anda, her çıkmaz yola girdiğinizi düşündüğünüz anda bir çıkış yoluymuşçasına yankılanır durur beyninizde… Sonra farkına varırsınız. Aslında bu sadece sizin yarattığınız dev bir düşünce havuzundan başka bir şey değildir.
Sizi sadece gerçekten dinlemek isteyene ancak bir şeyleri anlatabilirsiniz. Ama daha siz anlatmaya çalışırken vereceği cevabı düşünüp hazırlamaya çalışan birilerine kendinizi anlatmaya çalışmanız sadece boşa kürek çekmenize neden olur.
Böyle durumlarda da susmak gerçekten en doğru yöntemdir. Ama sular durulduktan sonra ne olursa olsa konuşulmalı, bir şeyler içte kalmamalı, sorunlar, duygular hiçbir zaman halının altına süpürülmemelidir.
Çünkü bazı duyguları bastırmak, susmak, gerçekleri dile getirmemek hiçbir zaman var olmuş ya da var olan duyguları yok etmez. Olması gereken durumu sadece erteler ama var olan ateş hiçbir zaman sönmez.
Bir gün bir yerden küçücük bir kıvılcım ile koca bir yangını körükleyebilirsiniz. Ve bunu arka plana atıp, susarak yapmış olan kişi bizden başkası olmaz.
Düşünceleri hayal eden, yaratan, uygulamaya koyan ya da koymayan, korkan, adım atan ya da atmayan, doğruya, güzele yönlendiren veya çıkmaza sürükleyen bizden başkası değil.
Her şey aslında farkındalığımızı çözene kadar problem oluyor. Geminin kaptanı olduğumuzu unutuyoruz çoğu zaman. Ama koca bir fırtınaya rağmen mücadele edip ilerleyen de biziz. Fırtınanın ortasında çaresizce oradan oraya savrulmayı bekleyen de… Seçim bizim.
Bazen bazı şeylerin o kadar yıkıcı olmasından korkuyoruz ki, çoğu zaman görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Belki kendimizi bile bazı şeylerin yokluğuna inandırarak var olan duygularımızı yok sayıyoruz.
Ama her bir sorun yaşadığımızda kafamızın içindeki fırtınada şimşekler çakıyor, bir yerlere yıldırım düşüyor. Yine kendi kendimize canımız yanıyor.
Tabii ki her şeyi çözmek mümkün değil… Mükemmel değiliz. Ama en güzeli içimizi rahatsız eden ne varsa karşılıklı saygı çerçevesinde ve hoşgörünün sıcak tonlarıyla birlikte ortak bir çözüm yolu bulmak için konuşabilmek.
Konuşmayı gerçekten iki taraf da istediğinde, çözülmemiş bir problem kaldığını görmedim bu zamana kadar. Temelinde sevgi, saygı olan hiçbir konuşma, hiçbir zaman kırıcı olmaz. Yeter ki biraz empati ve hoşgörü ile harmanlansın. Ama yeter ki dile gelsin. Aslında bu kadar basit.
Ne kadar güzel düşünürsek, her şey o kadar güzel olur. Ve her şey güzel olmaya başladıkça su akıp yolunu bir şekilde bulur. Gerektiği yerde asla susmamalı insan. Konuşmaktan çekinme ve korkmamalı.
Hem Şems-i Tebrizi ’nin söylediği gibi “Hayatımın altı üstüne gelir, mahvolurum diye endişe etme! Nereden bilebilirsin ki hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Yeni bir kişilik testiyle karşınızdayız. Bu testimiz 1893 doğumlu Macar psikiyatr ve psikoloji profesörü Dr. Leopold Szondi tarafından hazırlanmış. 1930 ve 40'larda Szondi'nin çalışmaları Freud ve Jung'un çalışmaları kadar dikkat
çekmekteydi.
Szondi'ye göre bazı resimlere verdiğimiz tepkiler içimizdeki karanlık ve bastırılmiş tarafları anlamada bize ışık tutmaktadır. Birazdan göstereceğimiz sekiz fotoğraf akıl hastası kişilere ait.
Kadınlar sadece evde, işte değil hayatın her alanında yer almışlardır. Sanayi Devrimiyle artan bilim ve teknolojideki buluşlara kadınlar da dahil olmuşlar ve bugün hayatımızı kolaylaştıran birçok alanda var olan icatları imza atmışlardır. Fakat bu kolay olmamıştır.
Kadınlar yapamaz denilmiş, patent verilmemiş, önlerine engel konulmak istenmiş… Ama onlar bütün bu zorlukların üstesinden gelmiş ve yapmışlardır. Peki, neler yapmışlar?
Arşimet'in yaşadığı dönemde Kral Hieron ile arası çok iyiydi. Hatta o dönemde ya çıplak koşabilmesinin de bu dostluğun rolü olduğu rivayet edilir. Zira MÖ 200’lü yıllarda bunu başka biri yapsa hemen idam ile cezalandırılırdı.
Arşimet’ in kral ile olan muhabbeti babasına dayanmaktadır. Nitekim Arşimet’in babası Kral Hieron’un matematikçisi idi. Dolayısıyla Sicilya doğumlu olan Arşimet çocukluk yıllarını saray çevresinde geçirmiştir. Fakat ne yazık ki Kral ölünce Arşimet’in rahat günleri de sona erer.
Akşamları ne yapsak: Monotonluktan uzaklaşmak için 8 öneri
Hayat gerçekten sürprizlere dolu. Kimi zaman iyi, kimi zaman da kötü... Ama öyle ya da böyle bir
değişimin de ayak seslerini beraberinde getiriyor. Pandemi de bunlardan biri oldu.
Geçen senenin sonlarında bu kelimenin anlamını bile bilmeyenler
varken, şimdilerde dilimizden düşmüyor. Yeni normalimizin bu olduğunu artık kabul edebildiğimizi
düşünmek istiyorum. Ancak hayat da akmaya devam ediyor elbet.
1. Pratfall Etkisi – Eğer mükemmel değilseniz, insanlar sizi daha çok sevecek.
Belki de Jennifer Lawrence’ın iki Oscar töreninde milyonların gözü önünde düşmesinin sebebi budur. Psikolojik araştırmalar gösteriyor ki, başkalarının önünde hata yapmanız, veya bir hatanızı itiraf etmeniz sizi başkalarına daha çok sevdiriyor.