Bu yapıların özgününde elektrik sistemi yok, bunu eklerseniz sistemi profesyonel kurmak, tüm tedbirleri almak, kullanıcıyı, cami personelini yetiştirmek zorundasınız. 14.yy dan kalma, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday bir ahşap camide elektrik aksamı söküldü, bu da bir yöntem.
1366 yılında inşa edilen Kastamonu Kasaba Köyü Mahmut Bey Cami. Bu camiden, yangın tehlikesi nedeniyle elektrik sistemini sökmeyi akıl eden akıl; neden Türkiye’deki tüm ahşap camiler için bir refleks geliştirmez. Neden? Geliştirir de iş çıkarma şimdi mi denir? Merak ediyorum.
Geçmişte camilerde ses akustikti ve aydınlatması kandille, ısıtması mangalla vs idi. Büyük konfor talebi de yoktu. Günümüzde konfor talebi varsa; klimalar, mikrofon sistemi, aydınlatma gerekiyorsa önlemi de en üst ölçekte olmalı.
Duman dedektörü, yapıda kimse yoksa bu dedektörün bir merkeze bildirim yapması, yağmurlama sistemi (gerekirse yerden tavana doğru uygulanır) bu yapıyı kurtarabilirdi. Diğer anıt eserlerde alınacak önlemler için bir çalıştay yapılmasını ve tedbirlerin uygulanmasını dilerim.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Selimiye Cami kubbesi... Doğan Kuban Hoca’ya göre; “Sinan’ın mimarisinde kubbe bir geometrik biçim olarak değil, her şeyi yönlendiren bir tema olarak, bir kök fikir, bir nota anahtarı olarak ortaya çıkar”. Bu güzelim kubbeleri de en güzel Aras Neftçi Hoca fotoğraflar. @arasnefti
“Hassa mimarbaşı Sinan’ın en büyük görevi de, ömrünün sonuna kadar, mimarlık tarihindeki mekân örtülerinin, biçim olarak en yalın, en sağlam ve en gösterişlisi olan kubbeyle örtülü büyük ibadet mekânları yaratmak olmuştur.” Doğan Kuban... *Fotoğraf: Mimar @arasnefti Hoca
“İbadet mekanının tam bir sadeliği olmalıdır.Caminin içi bir kent meydanından daha geniş olmalıdır. Bu, kalabalıkları alması için değil,oraya yalnız başına namaza giden birkaç kişinin de bu büyük evde kendilerini neşe ve saygı dolu hissedebilmeleri içindir”Le Corbusier @arasnefti
Vaniköy Cami yangınında günümüzün konfor talebinden bahsettik. Tarihi camilerin nasıl ısıtıldığını soranlar oldu. Külliyenin hamamı varsa camiyi ısıtmak için hamamdan getirilen sıcak su, toprak künklerle cami tabanından geçirilebilirdi. Antalya Yivliminare Cami’deki gibi (1373)
Antalya Yivli Minare Cami (1373). İnsan istiyor ki bu kadar restorasyon yapılıyor, bu sırada ülkesindeki 100.000 i aşkın makine mühendisinden biri, sadece bir tanesi tarihi camilerin ısıtma-soğutma (hamamın sıcak suyu/kar) sistemi olanları tespit etsin. Kitap yazsın. Aydınlatsın.
Tarihi camilerin bazılarının, yakınlarındaki hamamlar aracılığıyla ısıtılıp, suya kar atılarak soğutulduğunu biliyoruz. Ancak eser bazında tespit edenler de yazmadığı için hangilerinin bu sistemde olduğunu bilmiyoruz. Zaten bilinçsiz yapılaşma ile bu ilişkiyi ortadan kaldırıyoruz
Son günlerdeki tartışmalar bana Taksim ile ilgili bir başka konuyu hatırlattı; yapılamayan AKM restorasyonunu. AKM’nin ilk proje ve ihalesi 2008/9 sürecindeydi. Projeyi Tabanlıoğlu yapmıştı;
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansından yeterli kaynak (90 milyon) hazırdı. Sonra?
Kültür -Sanat Sendikası, AKM restorasyon projesinde yer alan; en üstteki restoran, girişteki müzik ve kitap satış üniteleri ve bodrum kattaki atölyelerin yer değişikliğine vs itiraz etti. İdare Mahkemesi yer teslimi safhasında projeyi iptal etti.
Uzlaşma çabaları sonuç vermedi, proje biraz sadeleştirildi yeniden ihale yapıldı. Bu defa Sabancı Vakfı’ndan 30 milyon TL sponsor desteği ve Kültür Bakanlığı’ndan alınan 40 milyon TL ödenekle yeniden işe başlandı. 2013 29 Ekim’inde yapının açılması planlanıyordu.
Salacak’ta geçmişte yeşille örülmüş falez olduğunu tespit eden, yeniden öneren, kıyıya daha az müdahale eden ve “biyomikri” kavramıyla beni tanıştıran 42 numaralı projeye oy veriyorum. Doğa gibi davranan tasarım demekmiş. Yeni bir kavram; bunun üzerine daha fazla okuyacağım.
Nokta detaylarını da gözden geçirdim 42 numaralı proje bir hikaye kurup detaylarda da bana hitap eden seyir iskeleleri, karbon tutunumu gibi konulara eğilmiş. Oy verdim gitti, oldukça eğlenceli.
Boğaziçi’nde İBB nin çözmesi gereken başka bir konu; yalılar arasında halkın denize ulaşması için aralıklar. Bunların özellikle Anadolu yakasında tek tek ele alınması ve peyzajlarının çalışılması, işler hale getirilmesi gerek. Halkın Boğaz’ı yaşaması gerek. *F: @kulturistan
Cumhuriyet Dönemi’nde inşa edilmeye başlanan köprüler ihmal edilmiş, bilinçsizce yanlarına tasarım değeri olmayan yenileri yapılarak görünmez hale getirilmiş. İlk rastladığım İstinye Köprüsü idi, 1928’de inşa edildiği sırada çevresiyle uyumu oldukça güzel. *Belge: @mehmet_dilbaz
İstinye Köprüsü (1928) günümüzde kendi haline terk edilmiş, görülmez, geçilmez olmuş. Büyük büyük çalışmalar bir yandan yürür de, bu tip mimari öğeleri korumak kollamak yaşatmak gerekiyor.
Ankara Beypazarı arasında, 1936 yılında inşa edilmiş Karaboğaz Köprüsü’nü keşfettim sonra. Bir kadının Anadolu’da, Türkiye’de inşa ettiği ilk köprü. Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendisi Sabiha Rıfat Gürayman’ın inşa ettiği köprü de yanına yenisi yapıldıktan sonra unutulmuş.
Caminin ana taşıyıcı ayaklarının, pilpayelerin dibine kadar su getirmek, nasıl bir kendine güvendir, ne büyük mimar-mühendislersiniz. *Sultan Ahmet Cami, Mimar Sedefkar Mehmed Ağa eseri
Bir insan sadece camilere çekilen suları, içlerindeki havuzları, çeşmeleri, alt yapılarındaki su devir daim sistemini, dere üstüne kurulan camileri incelemeye ömrünü verebilir. Bunu yapmak için mimarlık üzerine restorasyon ve ek olarak su sistemleri konusunda eğitim almak gerek.
Süleymaniye Cami‘nin ana kubbesini taşıyan pilpâyelerinde de iki çeşme var (muhtemelen aynaları, kitabeleri çalınmış). Bu iki çeşme caminin su dağıtım sistemi planında da işaretlilermiş. Mimar Sinan’ın bu uygulaması Sedefkâr Mehmed Ağa’ya örnek olmuş demek ki. *Fotoğraf: @kawjder