HELVAYA DAİR: Ölenin ardından helva kavurma adeti belki İstanbul'da unutulmuş bir gelenek olabilir, ne var ki Anadolu'da hâlâ yaşıyor. Üstelik, içinde bulunduğumuz bu korkunç pandemi günlerinde, insanların canının parçası yakınlarıyla bir vedalaşamadan ayrıldıklarını,
ölürken elini tutamadıklarını, bir helalleşemediklerini, cenazesini kendi elleri ile toprağa veremediklerini düşünürseniz, yakından gördüğüm kadarıyla bu adet, yakınlarını kaybeden insanlar için her zamankinden daha derin anlam taşıyor.
Siz inançlı olmayabilirsiniz, ancak çoğu durumda, ölen yakınınızın inançlı olduğunu ve böyle duasız, törensiz, vedasız can vermek istemediğini biliyorsunuz. O hastane yoğun bakım odasında onun tek başına çektikleriyle duyulan empati +
ölüme dayanmayı çok zorlu hale getiriyor, vicdanı çok yaralıyor. Elbette çoğumuz biliyoruz, helvanın acıyı alıp götürmediğini, dahası bu adetin şamanik kökenleri olduğunu. Ölünün ardından ne mevlid okutmak, ne helva kavurmak başka Müslüman memleketlerde olan 1 adet değil, bu
kültüre has. Ancak öyle bile olsa, çok sevdiğinizin ardından o helvayı kavururken insan garip bir şekilde onun ruhuyla iletişime geçmiş, onunla vedalaşıyormuş gibi hisseder içinden. Yağda kavrulan unun irmiğin kokusunun ölenin ruhuna ulaştığı, o anda sevdiklerinin onu düşündüğünü
+onunla vedalaşıldığını hissettiğni insana düşündürtür, özellikle bu işi bizzat yapan için. Hiç şahit oldunuz mu yapılırken bilmiyorum, ya da bizzat yaptınız mı? Ben yaptım, çok sevdiğim halamın ardından. O duygunun ölenin yakınlarına verdiği acıyı sağaltma duygusundandır ki,
ölenin en yakınları eğer dilerlerse, ocak başına geçip, o unu ya da irmiği sırayla kavururlar; bir anlamda sırayla ölenle içlerinden vedalaşırlar böylece.
Umarım bu duyguyu alaya almazsınız. Kökeni yüzlerce yıl geriye giden bu adet, bunca kuşaktır sürmüşse, bir "aman bu adeti de
atlamayalım ele güne karşı" kaygısından değil. Gıdaların acayip bir duygusal sembolizmi var, bahsettiğim duyguları ölümün karşısında çaresiz kalan insanlara bu duyguları yaşattığından.
Çaresizliğin katlanarak üstümüze çığ gibi yük olarak bindiği şu günlerde hele, ayakta,
hayatta kalabilmek için bir tutunacak dala muhtaç insanlara "aman ne anlamı var, batıl inanç, şaman geleneği" bilmişliği yapmanın inanın hiç sırası değil. Neyin ne olduğunu, neyin doğru olduğunu kim nereden biliyormuş? Acısını sağaltmak, paylaşmak isteyene bunu nasıl yapacağının
akıl fikrini vermek, üstelik bunu insanların en acılı gününde yapmak kimin ne haddine?
Arkadaşım, en acil ve en kahır dolu anında benden yardım istemiş... Arkadaşlarım sık sık bana tarif sorarlar, ama elimin altında tam ölçülü bir tarif yoktu. Taziye ile meşgul olduğum o anda
google'dan tarif aramaya da zaman yoktu, buradan un helvası tarifi sordum bir bilen ustalara. Çünkü hele ki böyle durumlarda, denenmiş tarifin önemini herkes bilir. İnsan hele ki öylesi bir anda o veda tatlısının tadının, kıvamının ölene sevgisini yansıtır şekilde tam tutmasını
ister. Bu yüzden buradan sordum. Eğer "söz konusu dayanışma ise, etiğe aykırı düşmeyen her yol mübah" ilkesi çerçevesi düşünürseniz- ki benim hayat görüşüm bu, twitter'dan helva tarifi sormanın garip hiç bir tarafı yok.
Buradan ürününü satmaya çalışan çiftçinin küçük esnafın adresini vermek, bir kitabı, makaleyi paylaşmak, bir eylemin duyurusunu yapmak, bir kayıp yakınına ses olmak, derdiyle yanan arkadaşı için helva tarifi istemek vs vs... hepsi aynı motivasyondan:
bi derdi ihtiyacı olana kısıtlı imkanlar altında da olsa el vermek; bu yolla, kendi çaresizliğimizin yaşattığı gam yükünü de hafifletmek... Böyle düşünürseniz twitter'dan un helvası tarifi sormak garip gelmez efendim.
Burada bir araba laf ettikten sonra, dün arkadaşıma yolladığım tarifi de şuraya koyayım. Umarım böyle kötü günlerde ihtiyacınız olmasın. Eğer ki olursa da, kavrulan unun kokusu yüreğinizin ağırlığını azıcık da olsa hafifletsin, paylaştığınız helva gibi, acınızı paylaşanınız da
+ çok olsun.
UN HELVASI
Malzemeler:
- 3 sb. şeker
- 3 sb. süt-su karışımı + yarım bardak soğuk süt
- 3,5 su bardağı un
- 125-150 gr kadar tereyağı
-1 sb. sıvıyağ
Yapılışı:
- 3 sb. şekeri 3 sb. su-süt karışımı içinde ocak üstünde, şeker iyice sıvı içinde eriyinceye kadar eritin, bunu ılık şekerli süt-su karışımını bir kıyıya alın
- Öte yanda, 150 gr kadar tereyağı+ 1 sb suvıyağını dibi kalın yayvan bir pilav tenceresinde ya da derin bir
tavada hafifçe kızdırın ve unu ilave edin, bir tahta kaşık yardımıyla unu kavurmaya başlayın.
Başta biraz zor olacak, ama sonra kavrulmuş un yavaşça yağını salıp pelte kıvamına gelecek... Unun renginin hafifçe karamelize bir renk alması gerek, ama unu yakmamaya da özen gösterin.
Ocağın orta hararektte olması iyidir. Bu aşamada kavrulan un, mis gibi kokar.
- Söylemeyi unuttum, eğer çam fıstığı koyacaksanız, unu koymadan önce onu biraz kavuruyor, yine bu işlemi yaparken fıstıkları yakmamaya özen gösteriyorsunuz.
-kavrulan un pelte kıvamına gelip, iyice kokusu çıkınca, ılık şekerli süt-su karışımını una ilave ediyorsunuz.
Önce çorba gibi görünür, ama un, sıvıyı hemen çeker. Karıştırmaya devam edin...
1.Valla tam bir déjà vu! Ben bunu daha evvel de yaşadım! Bir şeyi anlıyorsun, adın gibi öyle olduğunu biliyorsun, ama diyemiyorsun! Çünkü kuvvetli sezgini ispatlayabilir belgen olmuyor elinde. Sonra hasbelkader belgesi çıkınca işte böyle;
2.anlıyorsun ki olay senin tahayyüllerinin bile çok ötesinde! Sen garip, sezgi ve mantığınla ancak buzdağının ucunu görebilmişsin. Vay be… Bakın ne güzel hanımefendi kendi kelimeleriyle “tane tane anlatmış” şu tweetteki linkten çıkan+
3.üstteki belgede! AB Komisyonu üyelerine (şuradaki arkadaşlar herhalde: ec.europa.eu/research/marie… ) yollanmış bu 11.07.2020 (14:33) tarihli bu e-postada hanımefendi özetle diyor ki,
Eller askerî tarihi böyle çalışıyor işte. Muharebe alanına gidip itinayla kazarak, tabii ki arkeoloji, kimyagerler hatta fizikçilerle işbirliği içinde.
Şu gördüğünüz yumurta şeklinde taşlar İskoçya'da bulunan Roma dönemi mermileri. MS 2.yy. Mermi evet. Üç çeşidi bulunmuş:
Birincisi 600 gr'lık, kireçtaşı olanlar, ikincisi 50 gr.lık kurşun toplar, bir de 20 gr.lık daha küçük taşlar varmış. Delikli olan 20 gr.lık topların içine zehir konulduğu tahmin ediliyor. Bunları özel dizayn edilmiş mancınıklarla fırlatıyorlarmış. Mesela 50 gr.lık kurşun topları
atan düzeneğin 200 m. menzili varmış ve çarptığı yerde neredeyse 44'lük Magnum'dan ateşlenen kurşunun etkisi oluyormuş.
Bir o değil, öncelikli olan "case"tir, "cause" değil. Kimliği pembe diye mağdur hakkı yiyene, hırsızlık yolsuzluk yapana arka çıkarsanız, "cause"un altını da oyarsınız.
Bir insan hem Cumartesi Annelerinin hem Tansu Çiller'in arkasında olamaz.
Tansu Çiller'i, Akşener'i kadın olduğu için savunacaksanız, kadın oldukları için mağdur edildikleri özel bir durum olması gerekir ancak. Yoksa "kadın kadının yurdudur", diye kayıtsız şartsız arka çıkacaksan, mağdur ettikleri Cumartesi annelerini mağdur edersiniz mesela.
Bu sadece 1 örnek.
Tarihçiyim ben; meslek alışkanlığından belki, ama önceliğim daima "case". O yüzden, iyi niyetinizi anlıyor, hak veriyorum ama beni o slogana etiketlemeyin lütfen; benim 1 "cause"um varsa, o da önce adalet, önce mağdur edilenin hakkı.
Çünkü buralar çok değil bir asır öncesi mandaların yuvarlandığı, insanların çeltik ektikleri, sazlıklarında avcılığa çıktıkları bataklık kumluk arazi üzerine inşa edildi.
Ayrıca: Çarşamba- Dikkaldırım- eski garajın alt tarafında kalan eski göçmen kondu mahalleleri, Altıparmak... buralarda zemin biraz daha iyi olsa da binalar çok eski, çürük. Nedense bu semtlere tıpkı Yıldırım tarafı gibi kentsel dönüşüm hemen hiç uğramadı.
Beğenin beğenmeyin, bu da bir uzmanlık alanı. Yoktan bilgi üretmek, yüzlerce binlerce belgeyi tarayıp, karşılaştırıp, kritik okumadan geçirip, içinden sahih veriyi süzüp, olayları neden sonuç ilişkisine sokup, olguları açıklamak, yeri geldiğinde bugünle ilişkilendirmek yazılmış +
onlarca yüzlerce kitabı okuyup koymaktan farklı bir birikim, tecrübe ve eğitim gerektiriyor. O da maalesef bir lisans eğitimiyle hatta üstüne yüksek lisans eğitimiyle bile olan bir şey değil. Araştırmacı alaylı da olabilir, ama o tecrübe yılların birikimi ve yazma işiyle hemhal