1)Sene 1995.
Eski Türkiye'nin , tragedya ile komedyanın aynı anda yaşandığı en karanlık ve en naif döneminin ortalarındayız.
O yıl, Selçuk Parsadan isimli bir dolandırıcı emekli Orgeneral Öztorun'un sesini taklit ederek Başbakan Tansu Çiller'i arar ve...
2)"Kemalistler Derneği" için 5 milyar TL ister ve Parsadan'ın deyimi ile "saf bayan" Çiller örtülü ödenekten hesaba 5 milyar TL gönderir.
Bu dolandırıcılık vakası anlaşıldığında Emniyet Parsadan'ın peşine düşer.
Ve Parsadan belki bir ilk olarak, cep telefonu sinyali
üzerinden
3)takip edilerek Balıkesir , Altınoluk'ta ele geçirilir.
Cep telefonlarının yeni yeni ortaya çıktığı ve henüz tam olarak yaygınlaşmadığı bu dönemde bir kişinin cep telefonu üzerinden bu kadar kolay bulunması büyük haberdir ve günlerce medyada tartışılır.
4)Bu olay üzerine Zeynel Abidin Erdem,zamanın ender özel kanallarından biri olan Star TV'ye çıkmaya başlar ve
" Merak etmeyin cep telefonları dinlenemez; çünkü zıplayan frekanslar üzerinden çalışır, dinlenmesi imkansızdır" der ve bunu iddia edenleri komploculukla suçlar.
5)Henüz emekleme aşamasında olan bu teknolojiyi hiç bir şekilde bilmeyen, aşina olmayan bir kamuoyunun kafasında "frekans zıplıyorsa kesin dinlenemiyordur" tarzı bir imge oluşur.
Erdem kimdir?
Türkiye'nin en büyük cep telefonu dağıtım şirketi Genpa'nın sahibi.
6)Erdem'i o televizyonlara çıkartan kimdir?
Cep telefonlarının yaygınlaşması ile takip ve istihbarat faaliyetlerinin ne kadar kolaylaşacağını gören ve bu teknolojinin yayılmasının sekteye uğramasını istemeyecek olan Emniyet.
Neticede toplum uzun bir süre cep telefonlarının
7)dinlenemeyeceğine inandırılır ve bu yöndeki kaygılar giderilir.
Bugünlerde de benzer şekilde yeni aşı teknolojisi olan
"mRNA" teknolojisinin tehlikesiz olduğunu ve riskin milyonda bir olduğunu anlatan uzmanlar ekranlarda boy göstermekte.
8)Halbuki "mRNA" teknolojisi aynen 90'ların başındaki GSM teknolojisi gibi henüz emekleme aşamasında olan, olgunlaşmamış ve görünür amacının ötesinde geliştirenlerin farklı amaçlarına hizmet etmeye de yönelik dizayna sahip bir teknolojidir.
9)Ve cep telefonlarının yaygınlaşmasından karı olan özel sermaye/devlet ikilisi nasıl 1990'larda yalancı uzmanlar aracılığı ile ekranlarda "cep telefonları dinlenemez" propagandası yaptırıyorsa bugün bu aşı teknolojisinin insanlığa zerkedilmesinden çıkarı olan odaklar
10)ekranlara fonladıkları isimleri çıkartıp size açıkca yalan söylüyorlar.
Ve buna karşı topluma farklı bakış açılarını sunan ve tartışmayı sağlam ve şeffaf bir tabana oturtmayı isteyenleri komploculukla suçluyorlar.
11)Her teknoloji politikdir ve o teknolojiyi geliştiren ve yayan odakların sadece karına değil aynı zamanda politik hedeflerine hizmet eder.
Hiç bir teknolojiyi ilk kullanan olmayın ve teknopolitiğini bilmediğiniz hiç bir teknolojiyle canhıraş sarılmayın.
12)Dinin imamları gibi, bilimin/teknolojinin imamlarına karşı da uyanık olun.
Dünyada dindar kitleleri kontrolleri altındaki din imamları , seküler kitleleri de bilim imamları ile uyuttuklarını unutmayın.
SON
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1)1990'ların ortasındayız. Türkiye'de cep telefonları yeni giriş yapmış ve henüz yaygınlaşmamış.
İşte o dönemde Genelkurmay'daki bütün generallere Ericsson cep telefonu dağıtıldı.
O zamanlar kendilerini yenilmez ve dokunulmaz zanneden paşalarımız kendilerine yapılan bu jestten
2)hiç şüphelenmedi. Halbuki o dönemde Aselsan'da da bu günkü tabirle "yerli ve milli" Aselsan 1919 modeli üretiliyordu. Lakin ne hikmetse zatıallerine Ericsson verilmesi tercih edilmişti.
Bu sıralarda Gökçek Genelkurmay'ın hemen dibinde,altında özel servis alanları bulunan
3)bir kavşak inşa etti.O günlerde ABD büyükelçisi için sokak kapatan Gökçek.
Bu dönemde generallerimizi kendilerine dağıtılan bu cep telefonları konusunda uyaran çok oldu. Lakin bütün uyarılar sağır ve kibirli kulaklardan geri döndü.
1)COVID19 paniği sayesinde bol bol küresel ilaç firmalarının aşı reklamlarını dinliyorsunuz.
Bu aşı reklamlarını doğru tartabilmek adına ekranlarda tek bir namuslu doktorun/uzmanın çıkıp da "%95 Efficacy" oranının ne anlama geldiğini anlattığını duydunuz mu?
2)Duymadıysanız anlatalım
Aşı çalışmalarında kullanılan "Efficacy Rate","Efficiency Rate"'den farklı bir anlama gelir.
"Efficacy Rate",tedavinin ideal ve kontrollü şartlar altındaki etkinliğini ifade eder;Türkçe'ye "etkinlik oranı" olarak çevirebileceğimiz "Efficiency Rate" ise..
3)tedavinin gerçek hayat şartlarında etkinliğini ölçer.
Pfizer'ın %95 "efficacy"(efficiency değil) ile duyurduğu aşı 44.000 kişi üzerinde denendi ve COVID19 kapan 170 hastanın, 162'sinin yalancı aşı(plasebo) almışken; 8'inin gerçek aşı yapılmış olması bu oranı ortaya çıkardı.
1)Küresel ilaç şirketlerinin pazarlama stratejileri "yeni hasta" ve "yeni hastalık" yaratmak üzerine kuruludur.
"Yeni hasta" yaratmanın yolu toplumun sağlıkla ilgili kaygı katsayısını arttırarak, hastalık hastası birey sayısını arttırmaktır.
2)"Yeni Hastalık" yaratma konusunda bu tröstler ciddi yatırımlar yaparak , yaratıcılığın sınırlarını zorlarlar.
Bu alanda son dönemde kadınların doğal yaşam döngüsünün parçası olan adet dönemlerini "PMS Sendromu" diye hastalığa dönüştürmeleri güzel bir örnektir.
3)Daha vahim bir örnek ise, küresel ilaç şirketlerin çocukları pazar olarak belirleyip, çocuk yaramazlığını "Attention Deficiency Hyperactivity Disorder" (ADHD) başlığı altında hastalığa dönüştürmelidir.
Hedef ebeveynlere , doktorlara ve rehber öğretmenlere çocuk yaramazlığını
1) @Ducane Cündioğlu'nun çok özlü bir tespiti vardır:
"Fiziği bilmeden metafiziği konuşuyoruz."
Konuştuğunuz konunun arka planındaki gerçekleri, matematiği bilmeden o konuyu tartışmanın acizliğini ifade eden bu tespit , gündemin baş köşesine oturan COVID19 konusunda da geçerli.
2)Her gün televizyonlarda COVID19'a yakalanların, iyileşenlerin,ölenlerin rakamları stilize grafikler eşiğinde gözümüze sokuluyor. "Uzmanlar" sürekli COVID19 tartışıyor fakat sormak lazım:
Bugüne kadar kaç TV programında meşhur PCR testinin nasıl işlediği konuşuldu?
3)Kaç uzmandan "COVID19 testi pozitif çıktı" ibaresinin ne anlama geldiğinin tekniğini dinlediniz?
Bu testlerin yüksek yanılma oranları hiç bir şekilde gündeme getirilmezken, bu testlerin nasıl pozitif sonuç verdiğinin masaya yatırıldığına şahit oldunuz mu?
1)May Lai katliamından derin acı bir çığlıkla çırılçıplak kaçmaya çalışan kız çocuğunun da;
topraklarında tek bir iz kalmayana dek katledilen kızılderilinin de;
meşhur Tokyo yangınında ABD'nin napalm bombaları altında etleri kemiklerinden ayrılan Japonun da;
2)bütün hazineleri yağmalanmakla kalmayıp 1 milyon vatandaşını kaybeden Iraklı'nın da;
12 Eylülünden FETÖ'süne bu topraklarda kanına girdiği nice masumun da acısını yüreğinde hissedenler için #ABDÇöküyor tezinin tabiki bir "hÜsnü kuruntu" (Wishfull thinking) boyutu var.
3)Lakin bu hüsnü kuruntu ; bu tezin bir matematiği olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Statiği bozulan her yapı gibi , ABD'nin çöküşü de artık kritik eşiği geçmiş bir dinamiğin
üzerine oturmuş bir kader ve son yaşananlar bu yolda yaşanan kalp krizlerinden sadece biri.
1)Tarihin, Facebook'tan sonraki en büyük insan(lık)deneylerinden birinin ilk safhasının sonuna yaklaşıyoruz.
Herkesi "izleme" hedeflerine ulaşan küresellerin sonraki hedefi herkesi "etiketleme".
İnsanın vücud bütünlüğüne yönelik şeytani bir hamle ile karşı karşıyayız.
2) Herkesi izlemekle yetinmeyecekler, herkesi etiketlemeyi hedefliyorlar.
Küresellerin ABD-Çin ortaklığıyla kotardığı COVID-19 üzerinden hedefleri doğrultusunda
yaklaşık 3 ay içinde çok ciddi bir veri topladılar; Devletlerin/Milletlerin reflekslerini, hareket
tarzlarını ölçtüler.
3)Bunu da Bill Gates gibi küresel elitlerin sahnedeki adamları aracılığı ile fonlanan WHO gibi sözde uluslararası kurumlar üzerinden koordine ettiler.
Facebook projesinden bu yana insanlık hakkında bu kadar kapsamlı bir veri toplanmamıştı.