Finansman olanakları zorlaştığı, risk algısı ve beklentiler bozulduğu için;
bankacılık sektörünün bilançosunda yurt dışı bankalara olan yabancı para borçlar
2017 sonunda 118,1 milyar USD iken,
2018 sonunda $99,1 milyar
2019 sonunda $86,6 milyar
2020 sonunda $82,4 milyar
oldu.
Reel sektörde de durum aynı. 2018’den beri süren belirgin bir borç azaltma çabası var. Finansal kesim dışında faaliyet gösteren firmaların (yurt içi dahil) döviz yükümlülükleri gerilerken (mavi çizgi) net döviz pozisyon açıkları 65,4 milyar daralmış.
Arz tarafından da talep tarafından da etkili olan bu riskten kaçınma-borç azaltma eğilimi makroekonomik belirsizlikten kaynaklandı.
Bu eğilimin bu yıl değişeceği bekleniyor. Sıkılaşan TL finansman koşullarının daraltıcı etkisi dış finansman ile bir ölçüde dengelenebilir.
Bu arada önceki ekonomi yönetimi yüzünden bankaların piyasa değerinin defter değerinin altına düşmesine yol açan sorunların bir yansıması:
Geçen yıl sonunda 492,2 milyar TL olan özkaynaklar ₺588 milyar (Kasım) oldu. Artış oranı %19,6.
Oysa yurt içi ÜFE artışı Aralık’a göre %22,3
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Dijital teknoloji yaşamımızı giderek daha fazla şekillendiriyor. Bugünlerde İnternet üzerinden mesajlaşma ve görüşme olanağı sağlayan ücretsiz uygulamaların veri güvenliği protokolleri üzerinden bir tartışma yürüyor. O platformdan buna geçenler, dijital faşizm tartışmaları gırla.
Yapay zekanın ve makinelerin hakim olduğu distopik geleceği anlatan bilim-kurgu filmleri, içinde yaşadığımız gerçeğin yanında masum kaldı sayılır. İnsan davranışlarına ilişkin veriler ticari olarak da güvenlik açısından da çok değerli. Sermaye ve devletler bu verilerin peşinde.
Büyük veri işleyerek insanların düşünceleri, duygular, yapacakları tercihler tahmin edilebiliyor, hatta yönlendirilebiliyor. Ama sorun o platformdan bu platforma geçerek çözülebilecek bir şey değil. Gerçeği görmek gerekir. Başını gömüp saklandığını sanan devekuşu gibi olmayalım.
İktidar bütün sistemlerde var, demokrasinin ayırt edici özelliği muhalefetin de bulunmasıdır.
Seçilmiş kişi, ilahi lütuf, hükmetme hakkı kutsanmış kurtarıcı olmaz bu sistemde.
Özgür demokratik seçimlerde seçmen desteklediği sürece anayasa ve hukuk çerçevesinde meşru hükümetsiniz.
Her muhalefet edeni millet düşmanı görmekten, demokratik yollarla anayasal haklarını talep edenleri terörist ilan etmekten vazgeçin artık. Kendinizi ülkeyle özdeşleştirdiğiniz için sizin gibi düşünmeyen herkes size göre Türkiye karşıtı.
Böyle demokratik yönetim olmaz !
Terör; zor kullanarak, baskı ve tehditle topluma korku salmak, şiddet yoluyla insanları dehşete düşürerek amacına ulaşmak demektir. Anayasal demokratik muhalefete “görüldüğü yerde başı ezilecek düşman” gibi davranmak, hukukun dışına çıkan şiddet kullanmak, bu tanıma tam da uyar.
Son bir haftadır yaşanan gelişmeler bir sistem krizinin içinde olduğumuzu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koydu.
Yaşanan acılar, uğranan kayıplar ortada. Artık gerçeği hepimiz gördüğümüze göre ileriye bakmak zorundayız.
“Ne yapmalı?” sorusuna benim cevaplarım şöyle:
Nesnel gerçekliği, olguları kabul etmek rasyonelleşmenin ilk adımıdır. Toplumun bütün kesimleri ekonomideki kriz ortamını bizzat yaşarken bu gerçeği inkâr etmek, yönetime olan güveni sarsmaktan başka bir şeye yaramaz. Yaşanan ekonomik krizi, varlığını inkâr ederek yönetemezsiniz.
Ekonomi politikalarıyla ilgili kararların gerçeklikten uzak, piyasanın uygulamalarına ve ekonomi biliminin yasalarına aykırı biçimde alındığı, uygulamalarda keyfî ve siyasetteki yandaşları kayıran biçimde davranıldığı kanısı yayılmışsa güven kalmaz.
Kurala dayalı politika şarttır
“Allah gariban kulunu sevindirmek istediğinde önce eşeğini kaybettirir sonra da buldururmuş” sözünü ya da meşhur “ağa ile maraba” fıkrasının,
sonu; “öyle deme, bak ne kadar işlem hacmi yarattık” şeklinde biten versiyonunu çağrıştıran gelişmeler.
Ne olursa olsun olumlu buluyorum.
Adalet Bakanı Gül:
“Ekonomik büyümeyi, kalkınmayı, refahı ve istikrarı sürekli kılmak ancak adil ve şeffaf bir hukuk devletinde mümkündür. Başka bir ifadeyle, yatırımları yeşerten ve bereketlendiren iklim hukuk devletidir.”
“Bu bakımdan bize göre hukuk devleti demokratikleşme, insan hakları, hak arama hürriyeti, düşünce özgürlüğü, hukuki belirlilik, öngörülebilirlik, mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı gibi haklar ile somut bir hal alır.”
Cumartesi sabahından beri yaşananları topluca değerlendirmek gerekirse:
Öncelikle -her ne kadar artık işi şakaya vurmaktan başka bir şey yapamıyor olsak da- durum çok vahim.
Tam “güleriz ağlanacak hâlimize” durumu yani.
Ama durumun ciddiyetine yakışır bir değerlendirme gerekiyor.
Önce yaşananın bir yönetim krizi olduğunu tespit edelim.
16 ay önce yine benzer bir hafta sonu kararı ile göreve getirilen Merkez Bankası başkanı, sergilediği onca uyum gösterme çabasına karşın görevden alındı.
Yerine atanan kişiden bağımsız olarak bu başlı başına ciddi bir sorun
“Rezervleri düşürmüş” bahanesinin hiçbir inandırıcılığı yok. $120 milyar arka kapıdan satılırken en yetkili mercide bulunan kişinin olup bitenden haberi yoksa bu “özrü kusurundan beter” durumudur.
Gerçek neden Eylül’de yapılan, Ekim’de de yapılmak istenen faiz artırımıdır.
Bu arada, “Seçim henüz bitmedi” “Kavga yeni başlıyor” ya da “seçimi hırsızlıkla aldılar” manşetlerini ibretle izliyor, aradaki benzerliğe hiç mi hiç hayret etmiyoruz.
Mahalle taassubu, kabile tarafgirliği, asabiyet bilinci...
Bu çağa ait olmayan arkaik yankılar sadece...
Bu dönemde ayrışma şu eksenlerde olacak:
*İnsan yaşamını kutsal değer bilenler ile bireylik bilincine saygı duymayan kitleselci-totaliterizm yanlıları,
*Özgürlükten yana olanlar ile baskıcı zorbalar,
*Bütün insanların eşit olduğuna inananlar ile ayrımcılıktan beslenenler,