Montrö'den çıkma konusu gündeme gelince "Montrö'den çıkarsak ABD'nin işine gelir, Karadeniz'e girerler" gibi yorumlar yapıldı. Bu cidden büyük bir sorun... Fakat tek sorun bu değil.
Montrö'den çıkmak, sanıldığından çok daha ciddi bir tehdit. Anlatayım...
1* Montrö Sözleşmesi, tek başına ele alınabilecek konu değildir. Bu, 1774 yılından Osmanlı'nın Ruslara mağlup olmasıyla başlayan Boğazlar sorunudur. Montrö, 247 yıllık sorunun son çözümüdür.
Montrö'nün ne kadar kritik olduğunu anlamak için 247 yıldır yaşanan sorunu bilmek gerek
2* Boğazlar, 1774'e kadar tamamen Osmanlı hakimiyeti altındaydı. Fakat 1774'te savaş kaybedilince, boğazlar konusunda Ruslara tavizler verildi.
Böylece boğazlar sorunu başlamış oldu.
3* Napolyon, 1798'de Mısır'ı işgal edince Osmanlı, İngiltere ve Rusya ile ittifak yapmak zorunda kaldı. Bu ittifakın bedeli olarak Ruslara, boğazlar konusunda yeni tavizler verildi.
Böylece boğazların hakimiyeti adım adım elden çıkmaya başladı.
4* Türk-Rus anlaşması, 1806 yılında başlayan savaşla sona erdi. Fransa, Osmanlı'ya güvenerek savaşa girmişti fakat İngiltere de Ruslara destek sağladı. Fransızlar kısa süre sonra savaştan çekilince Osmanlı yalnız kaldı.
5* İngiltere, durumdan istifade ederek Osmanlı'dan taviz kopardı ve savaşı dengeledi.
İngilizlerle yapılan anlaşmada, boğazlar konusu da gündeme geldi. Böylece boğazlar, uluslararası sorun haline gelmeye başladı.
6* Osmanlı, azalan gücüyle birlikte boğazlar konusundaki hakimiyetini kaybetmeye başladı. Önce Ruslara, ardından İngilizlere tavizler vermek zorunda kaldı.
Ruslarla 1812'de barış oldu. Fakat Yunan isyanı ile birlikte yeni bir savaş patlak verdi.
7* Ruslar, Yunan isyanından istifade etmek için Osmanlı'yla savaşa girişti. 1829'da barış imzalandı. Boğazlar ve Karadeniz artık yabancı devletlere açılmıştı.
Ama sorunlar bitmedi. 1833'de Mısır isyanı patlak verdi.
8* Mısır ordusu Osmanlı'yı tehdit edecek noktaya gelince mecburen Ruslardan yardım talep edildi. Yapılan anlaşmayla Ruslara boğazlar konusunda yeni tavizler verildi.
Rusların boğazlardaki gücü artınca, İngiltere ve Fransa durumdan rahatsız oldu.
9* Yabancı ülkeler boğazlar konusunda taviz koparınca, diğer ülkeler bunun kendileri için dezavantaj olduğunu düşünüyor, onlar da taviz koparabilmek için Osmanlı'yı sıkıştırıyordu.
Osmanlı adeta mengeneye sıkıştırılmıştı.
10* Türk-Rus anlaşması 1841'de bitince İngilizler, boğazlar konusunu tüm ülkelerin tatmin olacağı biçimde çözmek için konferans talep etti.
Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya bu çağrıyı kabul etti. Böylece boğazlar, uluslararası bir güç kontrolüne giriyordu.
11* 1841 tarihli sözleşme, 1853'e dek sürdü. Bu tarihte Osmanlı, İngiltere ve Fransa'nın desteğiyle Ruslarla savaştı. Savaşı Osmanlı kazandı ama ekonomik olarak Fransız-İngiliz blokuna borçlanmıştı.
1856'da barış oldu. 1841 sözleşmesi aynen korundu.
12* Rusya güçlendikçe 1841 sözleşmesine itirazlar etmeye başladı. İngiltere yeni bir savaş riskini göze alamayınca 1871'de Rusya lehine küçük düzeltmeler yapmayı kabul etti.
Rusya, Osmanlı ekonomisinin iflas etme noktasına geldiği 1877'de fırsattan istifade ederek savaş başlattı
13* Amaçlardan biri, boğazlarda yeni tavizler elde etmekti.
Osmanlı, ağır yenilgi sonrasında Ruslara büyük tavizler verdi. Rus ordusu neredeyse İstanbul'a girecekti. Fakat İngiltere rahatsız olarak devreye girdi.
14* İngiltere'nin devreye girmesiyle 1878'de yeni bir anlaşma imzalandı. Böylece boğazlardaki 1871 şartları korundu.
Ruslar, istediklerini alamamıştı fakat defteri de kapatmadılar. Aradıkları fırsatı 1914'te buldular.
15* Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslar, boğazlarda daha büyük tavizler koparmayı İngilizlere kabul ettirdi. Fakat Bolşevik isyanı tüm hesapları bozdu.
Osmanlı Sevr hükümlerini kabul etse de konu Lozan'da çözümlendi.
16* Lozan'da İngiliz ve Rus tarafları boğazlar konusunda büyük çekişme yaşadı. İki taraf da karşı tarafın taviz koparmasını istemiyordu.
Ruslar, tüm kontrolün Türklerde olmasını istiyordu. Bu sayede "kendi" tavizlerini Türklerden koparabileceklerdi. Veya öyle düşünüyorlardı.
17* İngilizler ise Türklerin Rus güdümüne girme ihtimaline karşı boğazlarda uluslararası bir komisyon istiyordu.
Türk heyeti, bir yandan Rus, diğer yandan İngiliz nüfuzu karşısında denge siyaseti güttü.
18* Sonuç olarak Türkler, İngiliz önerisiyle Türk önerisinin harmanlandığı ara çözüm bulmayı başardı. Fakat bu durum Rusların hiç hoşuna gitmedi. Türkleri, 1921 Rus-Türk dostluk hükümlerini bozmakla itham ettiler.
İşte, Montrö'nün önemi buradadır.
19* Boğazlar yalnızca İngiliz veya ABD tehdidi içermiyor. Aynı zamanda Rus tehdidi içeriyor. Boğazlardaki dengenin asla herhangi bir büyük güce orantısız şekilde kaymaması gerekiyor.
20* Lozan'da kurulan boğazlar anlaşması, Rus-İngiliz çekişmesini dengelemişti ama Türk egemenliği kesin olarak sağlanamamıştı.
Almanya ve İtalya'nın giderek tehdit olmaya başladığı bir dönemde, Türkler durumdan istifade etmeyi başararak boğazları gündem haline getirdi.
21* O dönemde Ege'de toprakları bulunan İtalyanların boğazlar için tehdit halini almasını fırsat bilen Türkiye, boğazlardaki konumunu güçlendirmek için Rusya ve İngiltere'yi politik olarak kullandı ve boğazlarda yeni bir düzenleme yapıldı.
22* Montrö'de yapılan düzenleme ile Türkiye, boğazlardaki egemenliğini güçlendirdi. Fakat Rus medyası bu süreçte dahi zaman zaman Türkleri İngilizlerle olan ilişkileri için eleştirdi.
23* Montrö'den sonra Rusların temel hedefi boğazlarda üs elde etmekti. Stalin, 2. Dünya Savaşı sürecinde konuyu Hitler'le görüştü. Hitler, Rusların boğazlarda güçlenmesini istemediği için anlaşmaya yanaşmadı.
Savaştan sonra Ruslar bu defa ABD ile anlaşmak istedi.
24* Stalin, açıkça Türk egemenliğini baltalayacak tavizler istedi. Taleplerini Türkiye ve ABD'ye sundu.
Türkiye keskin bir manevra ile ABD blokuna kayarak Ruslara karşı ABD himayesi sağladı. Böylece Montrö düzeni yara almaktan kurtuldu.
25* Boğazlardaki "kesin Türk kontrolü" 1774'ten sonra hayal oldu. Bu tarihten sonra boğazlar Rusya, Batı ve Türk taraflarının oluşturduğu üçlü bir dengede süzüldü.
247 yıllık süreçte, boğazlardaki en iyi konumu Montrö ile elde ettik ve çok zorlu bir denge kurmayı başardık.
26* Montrö, Rus-ABD-Türk dengesi üzerine kurulu çok kaotik bir düzendir.
Bu dengenin bozulması halinde Rusya bir yandan, ABD öteki yandan kendi lehine tavizler koparmak için elinden geleni yapacaktır.
27* Hatta, ABD ve Rusya "çıkarlarını birleştirerek" Türk egemenliğini azaltacak başka formüller üzerinde anlaşma bile sağlamayı düşünebilir.
Bu nedenle Türkiye Montrö dengesini asla bozmamalıdır.
28* Türkiye, şayet Montrö dengesini bozar ve yeterli güçte olamazsa, çeşitli senaryolar gündeme gelecektir:
ABD - Rusya arasında şiddetli bir çekişme yaşanabilir.
ABD ve Rusya, Türkiye'nin aleyhine olacak şekilde anlaşarak ülkemizi zora sokabilir.
29* Montrö dengesi, 247 yıllık soruna bulunmuş ideal bir çözümdür. Bu dengeyi bozmak oldukça tehlikeli senaryoları canlandırabilir.
Son söz: Buna gerçekten değer mi?
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Sürekli "kadın cinayetleri" vurgusu, kadını erkeğe düşman etmeye çalışan bir sloganik medya propagandasıdır.
Tweetin tamamı buymuş. Yazdığım kısmını paylaşınca algı oluyormuş. Arkadaşlar uyardı. Baktım. Hiç de olmuyor. Eğer olsaydı özür dilerdim.
Sürekli kadın cinayeti vurgusu erkek düşmanlığı değildir. Öncesinde ne söylenirse söylensin saçma, geri kafalı ve ideolojik bir yaklaşım.
Kadın cinayetlerini ideolojik malzeme yapan falanca örgütlerin yaptığı şey ne kadar yanlışsa, bunu genelleyip, kadın cinayetlerine tepki gösterilmesini topyekün karalamak da o kadar yanlıştır.
Bunlar birbirinden beslenen uç ve ideolojik saplantılar.
Alfred Kantorowicz, Hitler'in iktidara gelmesinden sonra toplama kampına gönderilen yüzlerce bilim insanından biriydi. Kampta ölmeyi beklerken mucize gerçekleşti ve serbest bırakıldı. Üstelik ülkeyi terk etmesine izin veriliyordu.
Mucizenin ardında tanımadığı biri vardı: Atatürk
1* Bilim insanı Philipp Schwartz Nazi iktidarı açıkça Yahudileri hedef almaya başladıktan hemen sonra İsviçre'ye geçerek Alman Bilim Adamları Yardım Birliği'ni örgütledi.
Hedefleri, Nazi zulmüne uğrayan bilim insanları kurtarmak ve başka ülkelerde yaşamalarını sağlamaktı.
2* Fakat Nazilerden çekinen pek çok ülke, Yahudi bilim insanlarına kucak açmaya yanaşmıyordu.
Bu sıralarda üniversite reformunu gerçekleştiren Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, Schwartz ile bağlantı kurdu ve ülkeye davet etti.
Geçmişte Apo'nun demokrasi için şans olduğunu, Türk bayrağını tartışmak gerektiğini, Zekeriya Öz'ün heykelinin dikilmesi gerektiğini söylemiş insanların bugün ne söylediğine hiç önem vermiyorum.
Onların bugün söyleyebileceği doğru şeyler olabilir. Ama onların ağzından çıkacak bazı doğru lafları, geçmişi temiz haysiyetli insanlardan öğrenebiliriz.
Bir doğru laf yoktur ki, namuslu insanlar tarafından söylenmemiş olsun.
Bu ülkenin dürüst, geçmişi kirli olmayan gazetecileri doğruları zaten söylüyor. O yüzden, Apo türküsü çığırıp Öz heykeli diken tiplerin bugünkü doğrularına muhtaç değiliz.
Dünya için gidişat çok kötü. 2021 ve devamında dünya genelinde pek çok seçim hilesi, iç karışıklıklar ve askeri müdahaleler görebiliriz.
ABD, 20. asırda otokrasi yanlılarını caydırıcı bir unsur olarak ağırlık merkeziydi. Bu imaj artık kayboluyor. Karmaşa yaklaşıyor.
ABD'nin caydırıcı etkisi darbe heveslilerini (ABD'nin çıkarlarına zarar veren darbeleri kastediyorum) temkinli davranmak zorunda bırakıyordu. Darbeciler uluslararası anlaşmaları koruma ve en kısa sürede demokrasiye geçiş vaadiyle hareket etmek zorunda kalıyordu.
Fakat Trump dönemiyle birlikte ABD'nin (çıkarlarına aykırı olmadığı sürece) güttüğü demokrasi hassasiyeti kayboldu. 6 Ocak'ta Capitol'un basılması bu miti ciddi biçimde yaraladı.
Ve artık otokratik yönetimlerle sorun yaşamayan bir büyük güç yükseliyor: Çin!