Peyami Safa, 2 Nisan 1899’da İstanbul Gedikpaşa’da doğar. #PeyamiSafa
Babası Trabzonlu köklü bir aileye mensup Servet-i Fünun şairlerinden İsmail Safa, annesi ise Server Bedia Hanım'dır. Peyami’nin isim babası ise İsmail Safa’nın yakın arkadaşı Tevfik Fikret’tir.
İsmail Safa’nın Mirsad, Maarif, Servet-i Fünun gibi dönem dergilerinde yazıları ve şiirleri vardır. Meşveret gazetesinde Abdülhamit aleyhinde şiirleri yayımlanır.
1899 yılında İsmail Safa, Tevfik Fikret başta olmak üzere bir grup arkadaşıyla, Afrika’da Boerlerle savaşan İngiltere’yi destekleyen bir bildiri kaleme alırlar. Bunun üzerine İsmail Safa Sivas’a sürgüne gönderilir.
1901 yılında, Peyami Safa henüz bir buçuk yaşında iken, babası Sivas’ta hayatını kaybeder. Peyami Safa bu olayın sorumlusu olarak gördüğü Abdülhamit için ileride çok ağır yazılar kaleme alacaktır. Murat Bardakçı’nın konuyla ilgili yazısı için: haberturk.com/yazarlar/murat…
Ağabeyi İlhami ve annesi ile zor bir çocukluk dönemi geçirir. Bunlara bir de küçük yaşlarda kolunda başlayan kemik hastalığı eklenince, hastaneler, doktorlar onun hayatının ayrılmaz bir parçası olur.
Bu yıllarını Peyami Safa şöyle anlatmaktadır:“Benim şuurum bir facia atmosferi içinde doğdu. Ben iki yaşımda iken, babam ve kardeşim Sivas’ta on ay içinde öldü. Böyle kısa bir fasılayla hem kocasını hem çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmağa başladım+
+Belki bütün kitaplarımı dolduran “bir facia beklemek vehmi” ve yaklaşan her ayak sesinde bir tehlike sezmek korkusu böyle bir başlangıcın neticesidir. Dokuz yaşımda başlayan bir hastalık ve on üç yaşımda başlayan hayatımı kazanmak zarureti+
+beni, edebiyattan evvel, kendini anlamağa ve yetiştirmeğe mecbur bir küçük insanın tamamıyla hayatî zaruretlerden doğma bir terbiye, psikoloji ve felsefe tecessüsüyle doldurdu.+
+On dokuz yaşıma kadar hem kendime hem de muallimlik ettiğim mekteplerde çocuklara bir rehber olarak yaşadım. Harbi Umumî ortasında on beş yaşımda muallimlik ediyordum.”
Babasının arkadaşlarından Abdullah Cevdet’in hediye ettiği Petit Larousse vasıtasıyla Fransızca öğrenmeye başlar.Onun kendi kendine Fransızcayı öğrenmesi, düzgün bir tahsil hayatı olmamasına rağmen edebiyat, felsefe, psikoloji, hatta tıp (b)ilgisi onun otodidakt yönüne işarettir.
1910'da başladığı Vefa İdadisi'ni hastalık ve ailesinin geçim zorlukları sebebiyle bırakmak zorunda kalır. Tiyatro eğitimi almak için Darülbedayi imtihanlarına girer, başarılı olmasına rağmen ekonomik zorluklar nedeniyle ona da devam edemez.
Peyami Safa henüz on bir yaşında iken Piyano Muallimesi adlı bir hikâye kaleme alır, on üç yaşında iken de Eski Dost adlı bir roman yazar. Aynı yıllarda şiir yazsa da, -dedesi, babası ve amcaları şair olduğu halde- devamı gelmez.
Bir Mekteplinin Hatıratı / Karanlıklar Kralı (1913) adlı ilk kitabı Vefa İdadisi'nde henüz öğrenci iken çıkar. Öğretmenlik yıllarında Servet-i Fünun ve Fağfur gibi dergilerde hikâye, makale ve tercümeleri yayımlanır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Posta-Telgraf Nezareti’nde çalışmaya başlar. 1917’de Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihad Mektebi'nde kısa bir süre muallimlik yapar ardından ise 1918’de Duyun-u Umumi İdaresi’nde çalışmaktadır.
Peyami Safa bir radyo programında çocukluğundan bahseder. İlgili kaydı dinlemek için:
Savaş sonrasında ağabeyi ile birlikte “Yirminci Asır” gazetesini çıkarmaya başlarlar. “Asrın Hikâyeleri” başlığı altında kısa hikâyeleri yayımlanır ve tanınmasını sağlar.
İlk başlarda imzasız ve halk için yayımlanan bu hikâyeler, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Ömer Seyfeddin ve Faruk Nafiz gibi isimlerce övgüler alır. Yahya Kemal’in “İsmail Safa’nın en güzel eseri Peyami’dir” sözü bu yıllardan kalmadır.
Alemdar gazetesinin açtığı hikâye yarışmasında ödül alır. 1920 ile 1930 arasında, çoğunluğu Server Bedi olmak üzere, Safiye Peyman, Çömez ve Serazad gibi takma isimlerle yüzden fazla halk tipi ve polisiye hikâyeler kaleme alır.
Peyami Safa bu müstearlar vesilesi ile bir anlamda maişet kaygısıyla yazdığı eserler ile ededi, sanatsal kaygı güttüğü eserler arasında ayrım yapmaktadır.
Peyami Safa bir anlamda Server Bedi sayesinde geçimini sağlamaktadır. Necip Fazıl bu durumu şöyle anlatır: “1929’da Peyami Bey, Firuzağa semtinde küçük bir apartman dairesi tutmuş. Necip Fazıl da onun yanında kalıyor.+
+Kendisine, “Nerede kalıyorsun?” diye sorduklarında, “Peyami’de.” dermiş; “O nerede oturuyor?” diye sorduklarında da “Server Bedi’nin evinde” diye cevaplarmış.
Yirminci Asır kapandıktan sonra, Tercüman-ı Hakikat ve Tasvir-i Efkar’da, Cumhuriyetin ilanı sonrasında ise Son Telgraf, Son Saat ve Son Posta gazetelerinde çalışır. 1925’te Halil Lutfi (Dördüncü) ile birlikte Büyük Yol adlı kısa ömürlü bir gazete çıkarır.
1928 ile 1940 arasında Cumhuriyet gazetesinde aralıklarla da olsa yazıları çıkar. Edebiyat sayfası yöneticisi olarak çalıştığı gazetede edebiyat ve sanat yazılarının yanında, köşe yazıları kaleme almaktadır. Pazar günleri ise kalemini Sever Bedi’ye devretmektedir.
Peyami Safa, Cumhuriyet'in edebiyat sayfasını yönetmeye başladığı günlerde (1928) Nazım Hikmet'in affedilmesini sağlamak için onun "Yanardağ" şiirini yayımlar.
Ancak gazete bu yayının kendi görüşleriyle alakası olmadığına dair açıklama yapar. Bunun üzerine Peyami Safa bir süre sonra işinden ayrılıp Nazım Hikmet'in de yazarları arasında yer aldığı, Resimli Ay mecmuasına geçer.
Peyami Safa kalem kavgaları ile de tanınır. İlk kalem kavgaları Cenab Şahabeddin (1919), Ahmed Haşim (1928) ve Yakup Kadri (1929) iledir.
Peyami Safa haftalık Hareket gazetesinde "Varız Diyen Nesil" (1929) başlıklı yazısı ile genç edebiyatçı neslin görüşlerini yansıtmaya çalışır. Bu nesil Yakup Kadri tarafından+
+“Yeni nesil seferberlik yıllarında saman ekmeği yiyerek büyümüştür, bunun için bu nesilden ciddi bir şey bekleyemeyiz” minvalinde eleştirilir. Bunun üzerine, Peyami Safa genç nesli savunur.Böylece Nazım'ın da dâhil olduğu "Saman Ekmeği Kavgası" diye bilinen kalem kavgası başlar.
Aynı yıl Resimli Ay'da başlatılan " Putları Yıkıyoruz" kavgasında da Nazım Hikmet'le beraber hareket eder. Nazım Hikmet ve çevresiyle ilişkilerini Resimli Ay kapandıktan sonra da sürdürür.
1931’de annesi Server Bedia Hanım vefat eder.
Cumhuriyet gazetesindeki yazılarıyla Cahit Sıtkı'nın tanınmasına yardımcı olur (1932). Cahit Sıtkı ile aralarında bu yıllara dayanan bir yakınlık başlar. Cahit Sıtkı da ilerleyen yıllarda, “Peyami Safa: Hayatı ve Eserleri” (1940) kitabını kaleme alacaktır.
Peyami Safa, edebiyat-sanat çevrelerinden isimlerin yanı sıra, Mustafa Şekip (Tunç) ve Hilmi Ziya (Ülken), Ayhan Songar gibi isimlerle yakın arkadaşlıklar kurar.
Ağabeyi İlhami ile birlikte Hafta (1934-1936) adlı magazin dergisini çıkarır. Bu arada Nazım Hikmet'in de yazdığı Tan gazetesinde köşe yazılarına başlar (1935).
İki yazarın aynı sayfada önce ima yoluyla birbirini eleştirmesi daha sonra büyük bir kavgaya dönüşür. Bu çatışma, Peyami Safa'nın ömrünün sonuna kadar sürecek sol düşünceli aydınlarla tartışmalarının başlangıcıdır. Yazılarla başlayan kavga şiirlerle devam eder.
1937’de Nebahat Hanımla evlenir. 1939’da doğan oğullarına Merve ismini verirler.
Hafta dergisinin ardından çıkardıkları Kültür Haftası (1936) kapanınca Avrupa seyahatine çıkan Peyami Safa, bu aylık seyahatine dair, özellikle çocukluğundan beri rüyalarını süsleyen Fransa vb. ile ilgili izlenimlerini ve fikirlerini Büyük Avrupa Anketi (1938) adıyla neşreder.
“Türk İnkılabına Bakışlar” kitabı 1938’de yayımlanır. Peyami Safa bu eseriyle yapılan inkılapların “felsefi monografisi"ni yazmaya, Kemalist inkılabın felsefi temellerini kurmaya çalışmaktadır.
Türk İnkılabına Bakışlar'ın 1959'daki ikinci baskısında ise tezini Kemalist sıfatından arındırır, Doğu-Batı sentezi görüşlerini ise sürdürür.
Cumhuriyet'ten ayrıldıktan sonra (1940) sırasıyla Yeni Mecmua ve Tasvir-i Efkar'a geçer. Bu arada Orhan Seyfi Orhan ve Yusuf Ziya Ortaç tarafından çıkarılan Çınaraltı mecmuasında milliyetçilik anlayışını temellendirdiği yazıları çıkmaktadır.
1930'ların ortasından itibaren sol düşünce çevreleriyle tartışmalara girer. Almanya'yı desteklediği ve ırkçılık yaptığı iddiasıyla aleyhinde yazılar çıkar. Çalıştığı gazete 1944’te kapatılır. Irkçılık-Turancılık davası öncesi adı geçmekte ise de yargılananlar arasında yer almaz.
O dönemki yazılarında korporatizmi savunmaktadır. Millet ve İnsan (1943) adlı kitabında bir araya getirdiği görüşleri sebebiyle dönemin sol düşünceli aydınlarının hedefi haline gelir.
1961'de Nasyonalizm adıyla yeniden yayımladığı kitapta, ciddi bir değişiklik yapmaması, onun milliyetçilikte ve korporatizm görüşlerini ilerleyen yıllarda da sürdürdüğünü göstermektedir.
1945'te Tasvir Gazetesi’nin ve Büyük Doğu Dergisi’nin yazı kadrosunda yer almaktadır. 1946'da Vakit gazetesinde yazmaya başlar ve Demokrat Parti aleyhinde yazılar yazar.
Savaş yıllarında ispirtizma, mistisizm, parapsikoloji ve metapsişik gibi konularla ilgilenmeye başlar. Bu ilgi ve merakı gazete yazılarına ve bazı romanlarına da yansır.
Bu arada Cumhuriyet Halk Partisi'ne yakınlaştığı için Necip Fazıl Kısakürek ile araları açılır. O dönemde CHP milletvekili olan Yusuf Ziya Ortaç’ın yeniden çıkardığı Çınaraltı Dergisi’ne (1948) davet edilir ve ardından Ulus gazetesinde de yazmaya başlar (1949-1953).
Bursa'dan CHP milletvekili adayı olduysa da seçilemez (1950).
1953’te Ulus Gazetesi’nden ayrılır ve “Türk Düşüncesi” Dergisi’ni yayımlamaya başlar. 1954’te Milliyet gazetesindedir. Aynı yıl Unesco Türkiye Milli Komitesi üyesi seçilir.
1950’lerin ortalarına doğru Demokrat Parti ve bazı önde gelen isimleri ile aralarında antikomünizm ve gençlik meseleleri başta olmak üzere çeşitli konular üzerinden bir yakınlaşma başlar.
Milliyet'teki "Objektif' adlı köşesinde Aziz Nesin ve Çetin Altan ile kalem tartışmalarına girişir (1958). 1959’da Milliyet’ten ayrılarak, ayrılarak Tercüman'a geçer. Aynı yıl Büyük Doğu'da da yazılarına yeniden başlar; fakat bir süre sonra Necip Fazıl ile yolları yine ayrılır.
29 Nisan 1960’da Tercüman Gazetesi’nden çıkarılır. Türk Düşüncesi'nin yayımına ara verir ve Havadis gazetesine geçer (21 Temmuz 1960). Bu gazetedeki yazıları yüzünden aleyhinde protesto gösterileri yapılır.
27 Mayıs 1960 İhtilali'nden sonra, Türk Dil Kurumu ve Türk Edebiyatçılar Birliği’nden ihraç edilir. 1961’de Düşünen Adam dergisinde ve Son Havadis gazetesinde yazmaktadır.
Oğlu Merve Safa askerlik görevini yerine getirirken yakalandığı rahatsızlık sonucu vefat eder (27 Şubat 1961). Reşat Ekrem Koçu o gün için “Çocuklar mezarlığa sadece Merve’yi değil, Peyami’yi de götürüyoruz!” der.
Peyami Safa genel olarak bakıldığında, 1914-1961 yılları arasında gerçek ismiyle ve Server Bedi, Çömez, Serazad, Safiye Peyman, Bedia Servet gibi takma adlarla Cumhuriyet, Havadis, Milliyet, Ulus, Yirminci Asır gibi gazete ve+
+Büyük Doğu, Çınaraltı, Düşünen Adam, Resimli Ay, Servet-i Fünun, Türk Dili, Türk Düşüncesi, Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerde yazıları çıkan üretken bir isimdir.
Peyami Safa'nın eserlerine daha yakından bakıldığında, ilk eserlerinde, özellikle kendisinin de içerisinde yer aldığı neslin gençlik arzularıyla milli idealler arasında yaşadığı bocalamalar ve işgal İstanbul’undaki ahlaki çözülmeye eleştiriler görülür.
Erken dönemlerde Abdullah Cevdet etkisinde fikirleri, pozitivist ve materyalist eğilimleri bulunmaktadır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında ise derin şüphe ve tereddütler içinde, koyu bir bohem hayatı söz konusudur. Hayatındaki değişim ve dönüşümler, olaylar eserlerine de yansır.
Geçim kaygısıyla Server Bedi başta olmak üzere çeşitli müstear isimlerle aşk ve cinayet romanları yazar. 1924'te Maurice Leblanc'ın Arsen Lupin karakterinden yola çıkarak oluşturduğu Cingöz Recai büyük bir ilgiyle karşılaşır.
1924’te “Cingöz Recai’nin Harikulade Sergüzeştleri” adı altında on kitaplık bir seri yayımlanır. Serinin çok tutulması üzerine 1925’te de Cingöz Recai Kibar Serseri dizisi on kitap olarak çıkar.
Peyami Safa bu dönemde Cingöz Recai’nin yanı sıra Civa Necati, Tilki Leman, Çekirge Zehra, Kartal İhsan gibi karakterler üzerinde eserler de kaleme alır. Ancak bu eserler Cingöz Recai’nin ününe yaklaşamazlar.
1925’te Cingöz’ün Esrarı yayımlanır. İlerleyen yıllarda Cingöz Recai serisine Sherlock Holmes ve Arsen Lüpen’in de dâhil olduğu yeni polisiye serileri eklenir.
1935’te Cingöz Recai’nin Harikulade Maceraları yayımlanır. Zeyrek Cinayeti, Arsen Lüpen İstanbul’da, Beyaz Cehennem, Kral Faruk’un Elmasları ve Sultan Aziz’in Mücevherleri serinin diğer eserleri arasındadır.
Cingöz Recai kitapları dışında, yine Server Bedi imzasıyla Cumbadan Rumbaya, Selma ve Gölgesi, Ben Casus Değilim, Deli Gönlüm gibi kitapları yayımlanır.
Peyami Safa geçim kaygısıyla yazdığı eserlerde, takma isimlerle bir ayrıma gitmektedir. Ancak Server Bedi takma adıyla yazdığı eserlerde de dönemin çok satanları arasında olmasının yanında yer yer Peyami Safa üslup ve seviyesini yakaladığı eleştirmenler tarafından öne sürülür.
Gençliğimiz (1922) adlı uzun hikâyesinde kadın ve evlilik meselesini ele alır, geleneklerin ve aile baskısının yanı sıra İstanbul'un yüksek tabakasında yaşanan ahlaki çöküntü de eleştirilmiştir.
Siyah Beyaz Hikâyeler (1923), Ateş Böcekleri (1925), İstanbul Hikâyeleri, yayımlanan diğer hikâye kitaplarıdır. Hikâyeler (1980) kitabında ise daha önceki bazı hikâyeleri bir araya getirilir.
Sözde Kızlar (1922) romanı, Serazad takma adıyla Sabah gazetesinde tefrika edilir. Bu romanda İstanbul’da özellikle zengin kesimde yaşanan hayatla Anadolu'da verilen büyük mücadele arasındaki zıtlıklara yer verilmektedir.
Bu ilk romanları için Peyami Safa şu ifadeleri kullanır “İlk romanım Sözde Kızlar’ı, kendime ve başkalarına hiçbir şey ispat etmemek için, sırf geçinme kaygısıyla yazdım.+
+Bence kıymetsiz olan bu kitabın halk arasında bugün üçüncü tabını idrak edecek derecede bir muvaffakiyet kazanması, herhalde farkında olmadan okuyucuya, sonradan yazacağım eserlerin iyiliğine ait bir vaatte bulunmuş olmama hamledilebilir.+
+Belki halk sezişi o kitapta, hâlâ büyütüp olduramadığım bazı mahsullerin çekirdeklerini keşfeder gibi olmuştur. Mahşer, Canan, hep, yarı hayatı kazanma zaruretleriyle, yarı da henüz teşekküle başlayan edebî isteklerle yazılmıştır.”
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Safa’nın hastalıkla geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarının izlerini taşıyan otobiyografik ve psikolojik tahlilleri güçlü bir romandır. Safa eseri Nazım Hikmet'e ithaf etmiştir.
Fatih Harbiye (1931) ise yazarın pek çok romanında yer verdiği Doğu-Batı meselesini, Batılılaşma'nın genç nesiller üzerindeki olumsuz etkilerini oldukça açık bir şekilde ele aldığı romanıdır. Fatih semti Doğu'yu, Beyoğlu ise Batı'yı temsil eder.
Bir Tereddüdün Romanı (1933), I. Dünya Savaşı sonrası aydınların şüphe ve tereddütlerinin anlatıldığı, 1920'lerin sonundan bir grup aydının yaşadığı bohem hayata yer veren, Safa’nın kendi hayatından da izler barındıran bir romandır.
Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949) ise Peyami Safa'nın İkinci Dünya Savaşı yıllarında ilgi duymaya başladığı parapsikoloji, metapsişik ve ispritizma gibi meselelere yer verdiği, modern roman tekniklerini de başarılı bir şekilde kullandığı bir eserdir.
Romanda, yaşadığı olayları pozitivist bir çerçevede açıklayamayan, tıbbiyeyi bırakıp felsefeye geçen Ferit’in arayışı anlatılmaktadır. Ferit’in, özellikle Matmazel Noraliya'nın günlüklerini okuduktan sonra yaşadığı aydınlanma ve nihilizmden mistisizme yöneliş süreci anlatılır.
Yalnızız (1951) ise bir ütopya olan Simeranya ile dikkat çeker. Simeranya, -bir anlamda Safa’nın romanlarında görmeye alışık olduğumuz kendisinin yerine koyduğu karakteri temsil eden- Samim'in bütün zıtlıkları birbiriyle barıştırdığı bir mutluluk adası olarak tasvir edilmektedir.
Biz İnsanlar (1959) ise, 1937'de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildiği halinden önemli değişiklikler yapılarak yayımlanır. Romanda materyalizm, sosyalizm, milliyetçilik gibi fikirler tartışılır. Bu yönüyle aynı zamanda Peyami Safa'nın entelektüel macerasına ışık tutmaktadır.
Bu hikâye ve romanları dışında Attila (1932) adlı tarihi romanı ve Gün Doğuyor (1937) adlı bir piyesi; Mahutlar (1959), Sosyalizm (1961), Mistisizm (1961) Doğu-Batı Sentezi (1962), Nasyonalizm-Sosyalizm-Mistisizm (1975) başlıklı fikri kitapları bulunmaktadır.
Kızıl Çocuğa Mektuplar (1971) kitabında ise Nazım Hikmet'le kavgası sırasında yazdığı yazılar bir araya getirilir.
Peyami Safa'nın çeşitli gazete ve dergilerdeki yazılarından seçmeler konularına göre tasnif edilerek "Objektif" serisi içerisinde yayımlanır: Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca (1970) ; Sanat, Edebiyat, Tenkit (1971) ;+
+Sosyalizm Marksizm Komünizm (1971); Din, İnkılap, İrtica ( 1971); Kadın, Aşk, Aile ( 1973); Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar (1976); Eğitim, Gençlik, Üniversite ( 1976); Yirminci Asır, Avrupa ve Biz (1976).
Peyami Safa, Babıali’de geçen yarım asra yakın dönemdeki tecrübelerini ve tanıdıklarını “Karanlıkta Sönen Mum” adında otobiyografik bir roman halinde yazmayı tasarlasa da hayata geçiremez.
Peyami Safa, küçük yaşta yetim kalmasına ve türlü hastalılara boğuşmasına rağmen, kendi kendini yetiştirmiş ve ekmeğini kalemiyle kazanmıştır. Kitaplarının sayısı toplamda 500’e yakındır.
Bu olağanüstü yazı faaliyeti onun 1940’da söylediği “On dokuz senelik yazı hayatımda, bu cemiyet bana bir hafta istirahat hakkı vermemiştir.” sözünü destekler niteliktedir.
Peyami Safa’nın külliyatı, Server Bedi vs. takma isimlerle verdiği polisiye ve diğer romanları da dâhil Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmaktadır. @otukennesriyat
Peyami Safa ve eserleri üzerine birçok tez ve kitap çalışması bulunmaktadır. Peyami Safa’nın hayatı ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi için Beşir Ayvazoğlu, Ergun Göze, Nevzat Kösoğlu ve Mehmet Tekin’in çalışmalarına bakılabilir.
İÜ Edebiyat Fakültesi Dârülfünûn Dersleri kapsamında Prof. Dr. Mehmet Tekin’in “Peyami Safa: Usta Bir Yazar Usta Bir Romancı” başlıklı konuşması için: @iuedebiyatf
Mehmet Barlas ve Selim İleri’nin "Hayat Bir Sanat" programında Peyami Safa’yı konuştukları bölüm için:
🔎
Bir ömür boyu bilimsel adanmışlığın örneklerinden, dünyanın en çok atıf alan araştırmacılarından ve siyaset biliminin “gerçek devlerinden biri” olan Ronald F. Inglehart (5 Eylül 1934 - 8 Mayıs 2021) geçen hafta aramızdan ayrıldı.
👇👇
Günümüzde pek çok sosyal bilimcinin aşina olduğu Dünya Değerler Araştırması’nın da kurucusu olan Inglehart’ı yakından tanıyalım.
Inglehart, 1934’te Wisconsin’de dünyaya geldi. Çocukluğu Büyük Buhran’ın son yıllarına denk geliyordu, İkinci Dünya Savaşı’nı haber veren koşullar altında büyüdü. Avrupa’daki değişim rüzgarlarına erken dönemde şahit olmuştu ve bu değişim uzun süre zihnini meşgul edecekti.
Sosyoloji okumaya nereden başlamalı?
Neler okumalı?
Alana dair, mevcutta neler var?
Sosyolojinin farklı alt alanlarına dair hazırladığımız okuma listelerimizi burada peyderpey paylaşmak istiyoruz...
👇👇👇
🔎📝
Sosyolojiye dair başlangıç metinleri...
İlk etapta nelere bakmalı?
Kimlerden başlanmalı?
Bir yol haritası olarak da düşünebileceğimiz "Sosyolojiye Giriş" Okuma Listesi:
🔎📝
Sosyoloji tarihi...
Sosyolojinin doğuşu. Ana kaynakları. Tarihsel, toplumsal koşullar. Ve dahası...
🏛️🔎📝
Klasikler...
Batı düşünce dünyasını ve edebiyatını zenginleştiren önemli isimler ve metinler...
Bugün klasiklere dair paylaşımlarımızı gelin birlikte hatırlayalım.
"Ilias ve Odysseia, antikçağ kültürünü ve edebiyatını anlamak isteyen her araştırmacının aralayacağı ilk kapıdır. Ne de olsa Homeros, Platon’un Devlet’teki deyişiyle, “bütün Yunanistan’ı eğiten şair”dir."
Kemal Tahir romanları ele aldıkları konular, kullandığı mekanlar, yayımlandığı dönemler nedeniyle çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulmuştur. Bu sınıflandırmalar ile birlikte Kemal Tahir’i nasıl okumalıyız? Birlikte bakalım…🔎
Kemal Tahir’in eserleri ilk olarak yazar hayatta iken yayımlananlar ve ölümünden sonra yayımlananlar olarak ikiye ayrılır. Öykülerden oluşan Göl İnsanları kitabı 1955 yılında yayımlanır.
Aynı yıl (1955) ilk romanı olan Sağırdere de okuyucularla buluşur. 1973 yılında vefat eden yazar. 1955 ile 1973 yılları arasına öykülerden oluşan bir kitap ile on dört roman sığdırır.
Distopya denince akla gelenler:
Zamyatin, Huxley, Orwell, Bradbury...
Bu çatı altındaki paylaşımlarımızı birlikte hatırlayalım...
🎥🔢🐷🧑🚒
"1920’de, türünün öncüsü kabul edilen, kendinden sonra yazılacaklara prototip oluşturan, bilinen tek romanı; 26. yüzyılda, bir devrim sonrasındaki hayali bir toplumu anlattığı “Mıy” (Biz / We) el yazması kopyalarla dolaşıma girer."
"26.yy Londra’sında geçen Cesur Yeni Dünya, üremenin teknolojiye bağlandığı ve anne-baba olmanın, doğal olarak aile kurmanın yasaklandığı distopik bir evreni betimler. Burada uykuda öğretim yoluyla toplum dönüştürülmüştür."
4 Aralık 1875, Prag, Çekya.
29 Aralık 1926, Montrö, İsviçre.
📝🔎
Alman Şansölye Schröder onun “Sonbahar günü” şiiriyle halka sesleniyor, Lady Gaga mısralarını koluna dövme yaptırıyor. Kimileri onun şiiriyle aşık oluyorken, kimileri de yine onun dizeleriyle dünyaya sırtını dönüyor.
Modernizmin ve materyalizmin çelik ve soğuk yüzünden kaçıp sığınacak manevi kucak ararken hayal kırıklığı ve öfke içinde Hristiyanlıkla hesaplaşıyor. Ve bir şarkiyatçının evinde Kuran’la tanıştıktan sonra İslam Peygamberine “Muhammedin Risaleti” şiirini yazıyor.