Alandaki gazete muhabirin yazdıklarına göre, 19.05’te ilk silah sesi duyuluyor ve sonra şöyle devam ediyor haber, “Silah sesleri kaplıyor tüm alanı ve insanlar çil yavrusu gibi kaçışıyorlar. Kurşunlanmamak için, ölmemek için... Birbirlerini eziyorlar. Birbirlerini çiğniyorlar.”
1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı`nı kutlamak üzere çeşitli illerden İstanbul`a gelen yaklaşık 500 bin kişi Taksim Meydanı`nı doldurdu.
Saat 19.00 sularında dönemin DİSK başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde etraftan silah sesleri duyulmaya başlandı.
Sular İdaresi binasının üstünden ve meydandaki otelin çeşitli katlarından açılan bu ateş sonucu insanlar panik halde kaçmaya başladı.
İnsanlar panik halde kaçmaya çalışırken panzerler de kalabalığın arasına doğru girmeye ve kitleleri sıkıştırarak Kazancı Yokuşu`na itmeye başladı.
Kalabalığa ateş açılıyordu polis ise göstericileri dağıtmak için diğer taraftan bastırıyordu. İnsanlar panzerler altında kalarak ve birbirlerini ezerek kaçmaya devam etti.
Bir kamyonun tıkadığı Kazancı Yokuşu`ndan aşağıya kaçmaya çalışan kalabalığı
daha da korkutmak için bir daha ateş açıldı.
30 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı.
470 kişi göz altına alındı fakat hiçbirinin olayla ilgisi kurulamadı.
Ateşi kimin açtığı tam olarak belirlenememiş, olay halen aydınlatılamamıştır. Sular idaresinin çatısından ve otel odalarından ateş açanlar bulunamamıştır.
Türkiye'de l Mayıs'ın görkemli kullanmasından rahatsızlık duyanlar vardı.
Sağın kalemleri köşe yazılarında bunu açıkça dile getiriyorlardı:
"Arabalar tahrip edilecek, camlar kırılacak, inşallah aldanırız ama kanlar akacak."
Olaydan bir gün önce otele CIA ajanlarının yerleştiği ve olaydan sonra kayıtların silinerek örtbas edildiği öğrenildi.
Aynı dönemde MİT tarafından Başbakan Süleyman Demirel’e olası bir darbe için telkinde bulunuldu. İzleyen günlerde Bülent Ecevit’e İzmir’de Havaalanında suikast düzenlenince acilen Kara Kuvvetleri Komutanı 1 Haziran 1977 tarihinde emekliye sevk edildi
Taksim Alanı polis tarafından kordona alınmıştı.
Giriş ve çıkışlarda da arama yapılmıştı. Buna rağmen Renault marka bir araç içinde 4 kişi ellerinde silahlarla alana girmiş ve kitle üzerine ateş açmıştı.
Olayları soruşturmak için görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Muhittin Cenkdağ'ın verdiği beyanatlarda;
'Olaydan bir gün önce İntercontinental resmi olarak kapatılıyor. Ancak uçakla bir sürü yabancı uyruklu insanlar Yeşilköy’e gelerek, olay gecesi otele yerleşiyorlar.
Ancak bu kişiler otel kayıtlarında maalesef yok, ama bu kişilerin otelde bulundukları görgü tanıklarının ifadeleriyle sabit...'' demiştir.
Olayın soruşturmasını yapan savcılar ilk duruşmada soruşturmanın genişletilmesini, esas faillerin bulunmasını ve
bazı kamu görevlilerinin açıkça suçlu olduklarını iddia etmeleri üzerine, savcılar görevden alınarak yerlerine yeni savcılar görevlendirildi.
Dönemin polis müdürlerinden Recep Ordulu'ya göre paniğe kapılan sadece halk değildi.
Kolluk kuvvetlerinin de paniklediğini şu sözlerle açıkça dile getirmiştir;
''Kolluk kuvvetleri arasında kimin ne yaptığı belli değildi. Panzerleri kontrol eden müdür tarafından panzerlerin meydana girmesi için emir verildi.
Panzerlerin ise tek yaptığı şey paniği arttırıp ölü sayısını arttırmaktan başka bir şey değildi.''
Yüzlerce dosya hazırlandı. Yeni davalar açıldı. Araya yıllar girdi ve davalar zaman aşımına uğradı.
Sonunda hiçbir sanık ceza almadan dosya kapandı.
1 Mayıs 1977 tarihinde yaşanan olaylar Türk siyasi tarihi ve yakın geçmişimizin kırılma noktasını oluşturdu.
Bu olaydan sonra anarşi ve ekonomik buhranın artması ordunun 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koymasına zemin hazırladı.
Ey işçiler ;
1 Mayıs sizin serbest gününüz
Yürüyünüz ileri “aydınlık"tır önünüz.
Atölyeler kapandı, dünya sanki uykuda,
Şimdi istismarcılar hep telaşta, korkuda.
Bugün kızıl bayrağın kızıl nurlar saçarken,
Yarın için kurtuluş yollarını açarken.
Meşru olan hakkını istemekten usanma,
"Sabret biraz ” derlerse, bu sözlere inanma
Burjuvazi yalanla dolabını döndürür,
Kalbindeki emelin nurlarını söndürür.
Sen bir mağdur işçisin, senelerce ezildin.
“1 Mayıs"ta hür oldun, bunu bir bayram bildin.
Evet, hürsün, yarın da hür olmaksa emelin,
Esaret bağlarını kırsın kuvvetli elin.
Bir günlük hürriyetin sana bayram oluyor,
Dudakların gülüyor; kalbin sevinç doluyor.
Fakat;
İdrak etmedin sen hakiki bayramı,
Yine yarın hırpalar maişetin ilamı.
"Beyin, bir deneyime yönelik olarak tam bir algı üretmeden önce, kısmi bir algı yaratır.
İşte bu kısmi algı, daha önce deneyimlenmiş bir olay olduğu hissi yaratmaktadır."
Dr. Edward Titchener (1928-Bir Psikoloji Kitabı )
Bilim camiasında deja vu, hatırlanan veya yeni oluşturulan bir anıda meydana gelen ve yeniden yaşanmışlık hissi uyandıran bir hafıza hatası olarak görülmektedir.
Uzmanlara göre, insanların yüzde 50’sinden fazlası, yaşamları boyunca en az bir kez deja-vu anını yaşadı.
Fransızca bir sözcük déjavu. ‘Daha önce görüldü’ anlamını taşıyor.
Deja vu, bilimsel olarak beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha ufak bir zaman farkıyla çalışmasıdır. Bir taraf, olayı öteki taraftan daha önce algıladığı için,
Eski dönemlerde insanlar baş ve eklem ağrılarını azaltmanın yanı sıra ateşi düşürmek için söğüt ağacının kabuklarını ezer, kaynatır ve suyunu içerdi.
Salix alba olarak adlandırılan akça söğüt MÖ 1500’lü yıllarda Eski Mısır tabletlerinde “ağrıyı öldüren bitki” olarak geçer.
MÖ 3. yüzyılda yaşayan ve modern tıbbın kurucusu sayılan Hipokrat da söğüdün kabuklarını ağrı tedavisinde kullanırdı.
Söğüt kabuğunda bulunan ve ağrıyı dindirmeyi sağlayan madde salisilik asit olarak adlandırılır.
Çok sayıda kimyacı bu maddenin yan etkilerini ortadan kaldırmak için uzun süren çalışmalar yaptı.
1899 yılının mart ayında Berlin’deki ulusal patent ofisi asetilsalisilik asit etken maddesine sahip bir ürünün marka kaydını onayladı.
1938'de Dr.Wilhem Konig, Bağdat – Kujut Rabua’ da
olağandışı bir keşif yaptı.
Yaptığı bir kazıda küçük kil kavanozlar buldu.
Bu kavanozlar ilginç bir yapıda idi.
Ortasında demir bir çubuk vardı , onu bakır bir silindir çevreliyordu ve
bu ikisi bir çömleğin içine yerleştirilmiş çömleğin ağzına bir çeşit zift kaplanmıştı.
Bunlar 2000 yıllık, toprak kaplar içine entegre edilmiş elektrik pilleriydi.
Koenig, düzeneğin beraberinde bulduğu parçalara göz attığında,
bir arada kullanılabilen bir sistem meydana geldiğini düşündü ve kıymetli objeleri elektroliz yoluyla kaplamak amacıyla üretilmiş olduğunu ileri sürdü.
Milattan önce 200’lü yıllara tarihlenen çömlekler, tam anlamıyla, bugün bildiğimiz pillerin büyük boyutlu halleri.
"Derginin son sayısı, mahkeme kararı ile toplatıldı. Sıkıyönetim Komutanlığı’nın derginin toplatılması ile ilgisi olmadığı, toplatma kararının doğrudan doğruya nöbetçi sivil mahkeme tarafından verildiği belirlendi!.."
21 Temmuz 1981 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yer alan bu haberdeki dergi, Oğuz Aral’ın ‘’Gırgır’’ıdır.
Gırgır, 1980’lerde Rus ‘’Krokodil’’ ve Amerikan ‘’Mad’’ dergilerinden sonra dünyanın en çok satan üçüncü dergisi olmuştur.
Oğuz Aral, 1936 yılında İstanbul Silivri’de doğmuştur.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni üçüncü sınıfta bırakır.
1950’den sonra döneme damgasını vurmuş Akbaba, Marko Paşa, Dolmuş gibi çeşitli dergi ve gazetelerde karikatür çizer.
Einstein denilince genellikle ilk akla gelen Özel Görelilik Kuramıdır.
1.Dünya Savaşı'nın en yoğun günlerinde teorisini tamamlayan Einstein, bir türlü gerçek deney ortamında teorisinin ispatını tamamlayamamıştı.
1915'te görelilik teorisini tamamlamasının ardından bile, Almanya'nın dışında tanınmıyordu.
Arthur Stanley Eddington olmasaydı Einstein bu teoriyi doğrulama yolunda zorlanacaktı.
Eddington, görelilik kuramını kanıtlamaya ihtiyaç duyuyordu.
Einstein, ışığın Güneş gibi büyük kütlelerin yakınından geçtiğinde yer çekimi nedeniyle yön değiştirdiğini söylüyordu.
Bu, uzaktaki bir yıldızın ufak oranda yer değiştirmiş gibi görünmesi anlamına geliyordu.