Sene 2007... Tarihte ilk defa İsrail lideri TBMM'de konuşma yaptı.
13 Kasım 2007 günü İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres, TBMM'de Ankara Forumu kapsamında bir konuşma gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Filistin Yönetimi Ulusal Lideri Mahmud Abbas ve Peres barış için bir araya gelerek bir mutabakat imzaladı.
Sene 2009... Davos zirvesinde Başbakan, moderatör ve İsrail lideri arasında tartışma yaşandı. Başbakan zirveyi terk etti ve bir daha katılmayacağını açıkladı.
Sene 2010... İsrail Dışişleri, Türk büyükelçiyi davet ederek alçakta bulunan koltukta ağırlayarak diplomatik hakarette bulundu.
Sene 2010... İsrail, Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine açık sularda saldırıda bulundu ve 10 kişiyi katledip 60 kişiyi yaraladı.
Türkiye - İsrail ilişkileri tarihin en düşük seviyesine geriledi.
Sene 2013... İsrail, Abd başkanının da yer aldığı telefon görüşmesinde Mavi Marmara katliamı nedeniyle Türkiye'den özür diledi ve tazminat ödemeyi kabul etti.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Atatürk'ün "Gökten indiği sanılan kitaplar" sözüyle ilgili uzun zamandır sorular geliyor. Din karşıtlığı mı yapmak istedi, yoksa başka bir sebebi mi vardı? Fikrimi soran çok insan olduğu için düşüncelerimi yazma gereği duydum.
Öncelikle konuşmanın yeri ve zamanına bakmak gerek.
1* İlgili cümleler 1 Kasım 1937 tarihli TBMM açılış konuşmasının sonlarında yer alıyor. Tam halini görsel olarak ekliyorum.
Bu cümleler kimileri tarafından dini reddiye olarak yorumlanıyor. Özellikle Atatürk karşıtları tarafından saldırı argümanı olarak kullanılıyor.
2* Kimileri "dini reddiye yapsa ne değişir ki" diyebilir. Esasen buradaki amacım Atatürk'ü dindar veya dinsiz yapmaktan çok gerçeklerin anlaşılmasıdır.
Birazdan yazdıklarımı okuyunca bazı şeyler daha net anlaşılacaktır.
Bir kolluk kuvveti mensubu, kafasının içinde "ben çevirdiğim bir adamı gerekirse yatırır döverim, yaklaşan olursa ona da sövüp tekme atarım" hakkını kendisine tanımışsa, orada değiştirilmesi gereken çok şey var demektir.
Çünkü kolluk kuvveti mensubu, kanundan gelen gücünü kullanırken yalnızdır. Onu denetleyecek kimse yoktur. Yalnızca kendisini denetleyebilir. Bu esnada yetkisini kötüye kullanmasını veya yetkisi aşmasını yalnızca kendi vicdanı ve sorumluluk bilinci engelleyebilir.
Kolluk kuvveti mensubu, yetkisini kötüye kullanma veya yetkisini aşma durumu ile karşı karşıya kaldığında vicdan ve sorumluluğu onu durdurmaya yetmezse zorbalık başlar.
Bu gidişatı engellemek için kafaları değiştirmek gerekir ki o da çok zordur.
Mahmut 16 yaşındaydı. 1920 yılının 20 Ağustos günü hayatının en unutulmaz günüydü. Okulun en başarılı öğrencisi olduğu için konuşma görevi ona verilmişti. Mustafa Kemal Paşa geldiğinde heyecanla konuşmaya başladı.
O gün Mahmut'un hayatı değişti. Bambaşka bir ömür onu bekliyordu.
Mahmut, konuşmaya “Tarih seni Fatihler, Yavuzlar, Kanuniler koyacaktır…” diyerek başladı ve bir çırpıda bitirdi.
Konuşma bittikten sonra Paşa “Gençler, sizi bu millet yetiştiriyor. Göreviniz büyük hizmetlere hazırlanarak bu millete layık olmaktır" dedi.
Mahmut, bu karşılaşmayı ve Gazi’nin sözlerini hiç unutmadı. Üç yıl sonra okulunu birincilikle bitirdi. 1924 yılında, eğitim için yurt dışına gönderilecek 13 kişiden biri olabilmek için sınava giren 150 öğrenciden biri oldu. Sınavı kazanmayı başardı. Berlin'e gönderilecekti.
Tarihi fotoğraf: Yerde oturanlar, Filistin'de İngilizlere esir düşen Türk askerleri.. Çevrelerinde onları izleyen Filistinliler bulunuyor. Farkında olmadan yok olan huzurlarına bakıyorlar aslında.
Türkler, bölgeye huzur getirmişti. Gittiklerinden beri sadece acı ve göz yaşı var.
Huzurun sağlanması için birlik ve beraberliğe, millet olmaya ve sağlıklı bir devlet aygıtına ihtiyaç olur.
Araplar maalesef hala millet olamadılar. Birlik ve beraberliklerini sağlayamadılar. Hala devlet geleneğine sahip değiller. Bu, acıyı beraberinde getiriyor.
Bugün bile, Filistin halkı zulüm görürken şahsi çıkarlarını düşünen yöneticilere sahipler. Suud'ları, Mısır'ı ve diğer ülkeleri bir kenara koyun.
Filistin'deki siyasi gruplar bile hala kendi içlerinde ideolojik çekişmeler yaşıyor. Bir olamadıkları sürece acıları son bulmayacak.
Filistinliler, atalarının geçmişte yaptığı hataların bedelini ödüyor. Hatta bugün bile Filistin yönetiminin çok büyük hataları var. Mazlumları kullanarak siyasi kazanım elde etmeye çabalayanlar da var, evet.
Fakat o çocukların, kadınların, mazlumların bir suçu yok.
Acı çeken, öldürülen, tepelerine bomba yağan mazlumların acılarını paylaşmak, onlar için tepki göstermek yapılması gereken şey...
Türklerin kaderidir. Kıymetleri bilinmez. İhanete uğrarlar. Hep böyle olmuştur. Ama Türkler hiçbir zaman masumlara "oh olsun" demedi. Dememeli.
Geçmişte yaşanan hadiseler, Doğu Türkistan'a susup Filistin konu olunca alevlenenlerin samimiyetsizliği, Filistin pazarlamacılığı yaparak acılardan menfaat devşiren bazı sivil toplumun tiksinçliği... Bunları görüyoruz.
Ama zulüm gören çocuklar için üzülmeye engel değil.