1- Merkel'in Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili görev süresinin sonundaki sözlerine şaşıran çok. Kimisi bunu Türkiye'nin son dönemde girdiği antidemokratik yol kaynaklı olduğunu sanıyor. Halbuki Türkiye'nin AB üyeliği 2007'den beri imkansızdı ve nedeni siyasi değil iktisadiydi.
2- Bunu anlamak için AB'nin ekonomi temelli bir birlik olduğunu bilmek gerekiyor. AB'nin ilk kurumları kıtada tekrar savaş yapılmaması üzerine kuruldu. Bu kapsam 1957'de Roma Antlaşması ile iktisadi boyuta taşındı. İsmi 'Avrupa Ekonomik Topluluğu' (AET) idi.
3-Amaç ortak pazar kurmaktı. Bu şekilde sınırlar arasında yalnızca engelsiz mal ve hizmet ticareti değil; üstüne sermaye ve emeğin de sınırsız dolaşımı mümkün oluyor. Nihai amaç ise 'tek pazar' oluşturmak; yani kültürel bazı farklar dışında tüm iş faaliyetlerinin birleşmesi.
4- Böylece çalışanlar, sermayedarlar istedikleri gibi hareket edebilecek, kıta içerisinde en verimli üretim şekline geçilebilecek. Bu doğrultuda AET zamanla genişlemeye başladı. Şüphesiz siyasi birlik kurma ideali de vardı. 1973'te Danimarka, İrlanda ve Britanya da üye oldu.
5- Bu esnada AET ile Türkiye arasında 1963 tarihli Ankara Antlaşması imzalandı. Türkiye ortak pazarın hızlı bir parçası olmak istemedi, çünkü açık ekonomiye geçerse, dış ticari rekabet zayıflığından ötürü, o dönem iddia edildiği gibi 'onlar ortak biz pazar' olacaktık.
6- Türkiye daha yeni yeni ağır sanayisini kurmaktaydı. İzmit ve İzmir rafinerileri, Petkim tesisleri ile Erdemir ve İsdemir o dönemlerde yapılıyordu. Yüksek teknoloji üretimi yoktu ve hala okuma yazma oranı, şehirleşme ve kadının iş hayatına katılımı aşırı düşüktü.
7- Bir de tabii 1740'tan sonra kontrolsüz hale gelerek Osmanlı Devleti'nin yıkılışından büyük pay oynayan kapitülasyon endişesi vardı. 1946 sonrasında kısmen açık ekonomiye geçilince her yıl cari açık verilmişti. 1946 ve 1958'deki devalüasyonlarla dış denge sağlanamamıştı.
8- Ankara Antlaşması ile önce aşamalı olarak sanayi ürünlerine uygulanan gümrük vergileri azaltılıp sıfırlanacak, zamanla gümrük birliğine girilecekti. Gümrük birliğinin, serbest ticaret anlaşmasından farkı 3. ülkelere karşı aynı gümrük vergisini ortak uygulama zorunluluğudur.
9- Türkiye'nin güçlü olduğu tekstil, tarım ve tarımsal sanayi (salça ve zeytinyağı gibi) alanlar hariç gümrük vergileri sıfırlandı ve AET ile Türkiye neredeyse her alanda serbest ticaret yapar hale geldi. Türkiye bu dönemde Avrupa'ya geçici çalışmak üzere işçi de gönderdi.
10- 1980'deki askeri darbeden sonra AET ile Türkiye ilişkileri donuklaştı. ANAP döneminde kalkınma yolunda olduğumuza dair toplumu ikna etmek amacıyla 1989'da tam üyelik müzakereleri başladı ama sonuç alınamadı. Bu kısmen Türkiye'nin eksik demokrasisi ile ilgiliydi.
11- Asıl nedense Yunanistan'ın 1981'de, İspanya ve Portekiz'in 1986'da birliğe girmesiydi. Bu 3 ülkede de demokrasi ve insan hakları belki Türkiye kadar olmasa da zayıftı. Ayrıca Batı kültürüne Türkiye'den daha yakın toplumlara sahiptiler.
12- Ancak asıl neden iktisadiydi; bu 3 ülke Türkiye'nin AET'ye sunabileceği tarımsal üretime sahipti ve ucuz iş gücünü sağlayacak durumdaydı. Yani o dönemde tarımsal üretimi yetmeyen ve yaşlanan kıta Avrupa iktisadi ihtiyacını bu ülkelerden karşılayınca, Türkiye'ye gerek kalmadı.
13- Bunun yerine 1995'te gümrük birliği imzalandı. Böylece tarım ve tarımsal sanayi hariç tüm ürünlerde gümrük vergileri, kotalar ve diğer engeller kaldırıldı. Türkiye sanayisi Avrupa'nın rekabet gücüne plansızca açılmaya hazır değildi, bu nedenle ilk yıllar KOBİ'ler çok zorlandı
14- Gümrük birliği ile birlikte Türkiye gümrüklerinde 3. ülkelere karşı uygulanacak kuralları belirleme yetkisi yeni ismiyle Avrupa Birliği'ne bırakıldı. Üyelik olmadan gümrük birliğine katılmanın sonucu AB'nin 3. ülkelerle yaptığı ticari anlaşmalarını doğrudan imzalamaktı.
15-Bu ulusal egemenlik ve ulusal gurur açısından yaralayıcıydı. Ancak antlaşmayı imzalayanların gerekçesi şuydu, en geç 2001'de AB üyesi olacağız. Bu durumda olan diğer iki ülke ise San Marino ve Andorra idi. Bu esnada 1989'da Berlin Duvarı yıkılmış ve 1991'de SSCB dağılmıştı.
16- 1990'da Doğu ve Batı Almanya birleşti. Artık yabancı işçilere gerek kalmamıştı. Almanya'ya Türkler eskisi gibi gidemiyordu, Almanya'da işsizlik çok artmış ve %10 oranına dayanmıştı. Tabii bu dönemde Türklere karşı ırkçı saldırıların başlaması da tesadüf değildi.
17- Türkiye de zorlu günler geçirdi; terör, faili meçhuller, Madımak, 28 Şubat, Marmara Depremi, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri. Bu dönemde koalisyon hükumetleri demokrasi ve uluslararası sermaye lehine yasal değişikliklere gitti. AKP döneminde bu sürece devam edildi.
18- Buna karşılık 1996'da Helsinki Zirvesi ile resmi üyelik statüsü kazanıldı ve 2005'te gecikmeli üyelik müzakereleri başladı. Kamuoyuna bu süreç AB üyeliği kesin olarak verildi, halbuki AB üyeliği tam da o yıl geriye dönüşü olmaksızın imkansız hale gelmişti.
19- Birçoğu Doğu blokunda yer alan ve iktisadi gelişmişliği Türkiye'ye yakın 10 ülke 2005'te AB üyesi oldu. 2007'de de Romanya ve Bulgaristan bu gruba katıldı. AB büyük ölçüde tarım alanında kendi kendine yeterliydi. AB bütçesinin %40'ı da ortak tarım politikasına harcanmaktaydı.
20- Türkiye'ye artık hiç ihtiyaç kalmamıştı, üstelik Türkiye'nin nüfusu 65 milyondu, kültürü Batılılaşmayla geçen asırlara rağmen farklıydı, Güneydoğu'da terör hakimdi ve sınır güvenliği yoktu. Muhafazakar toplum yapısı ve komşu ülkeleri Avrupa'nın ideallerinden çok uzaktı.
21- Hepsinden ötesi Türkiye ile gümrük birliği imzalanmış ve buna tarım ürünleri katılmayınca bizden istediklerini sonuna kadar almışlardı. En büyük avantajımız tekstil/giyim idi. Ama Çin 2002'de Dünya Ticaret Örgütü'ne girip kotalardan kurtulunca ondan da çok faydalanamadık.
22- AB'nin Mısır ve Vietnam ile yaptığı serbest ticaret anlaşmalarında ulusal çıkarları koruyamadık. AB kendi çıkarları doğrultusunda güya bizim adımıza da pazarlık yaptı ve biz de bunu zorunlu uyguladık. Tabii gümrük birliğinin avantajlarını da burada belirtmek gerek.
23- AB gibi büyük bir grubun pazarlarına eriştik, onların da çıkarlarına uyuyorsa bizim çıkarlarımız da korundu. Bu esnada montaj ile başladığımız orta düzey sanayide ilerlemeler yaptık; otomobil, beyaz eşya, elektronik ve demir-çelik. Bu alanlardaki şirketler dev boyuta ulaştı.
24- Tofaş, Otosan, Oyak-Renault, Türk Traktör, Arçelik, Vestel, Ereğli, Şişecam gibi. Bu nedenle TÜSİAD sermayesi her zaman AB yanlısı olmuştur, asıl sebep demokrasi değil AB'de kazandıkları pazarları kaybetmemektir. Tabii Batı tipi hayat tarzlarının da bunda etkisi vardır.
25- Zamanla AKP yönetimindeki otoriterlik arttı, bu AB liderlerine Türkiye'nin üyeliğini öteleme için bahane olarak kullanıldı. Halbuki AB Türkiye'den alacağını almış ve üyelik konusunu resmen değil ama fiilen ebediyete kadar kapatmıştı. Ta ki Suriye iç savaşı başlayana kadar.
26- Bir anda Türkiye'ye vize serbestisi konusu gündeme atıldı. hatta üyelik süreci de hızlandırılacaktı. Asıl mesele ise Suriyeli sığınmacıların Avrupa'ya en başta da Almanya'ya akmasıydı. Avrupa Ortadoğu ile sınırdaş olmak istemezdi, tampona ihtiyacı vardı ve Türkiye gönüllüydü.
27- Hikayenin sonraki kısmını biliyorsunuz, Avrupa sürekli Türkiye'nin sığınmacı meselesindeki tavrını övdü, kısmen maddi olarak destekledi, AKP'nin otoriterleşmesine fiilen ses çıkarmadı, vize serbestisini geçtik vize kolaylığı bile unutuldu, üyelik ise hayal oldu.
28- Bugün AB üyeliğinin gerçekçiliği bulunmuyor. AB'yi bir demokrasi çıpası olarak kullanmak da işe yaramadı. AKP'yi AB üyeliği beklentisi durduramadı, zaten birlik içindeki Macaristan'da Orban'ın yaptıkları da aşikar. Özetle AB üyeliğini hedeflemek artık pek iyi niyetli değil.
29- Bu AB ile kopalım demek değil, gerçekçi ve gurur kırıcı olmayan bir anlaşma yapılmalı. Türkiye sanayisi Avrupa ile artık çok entegre. Gümrük birliğinden çıkmanın zararı yararından fazla olur. Bununla birlikte Ortadoğu'ya karşı sınır ülke rolü de kabul edilmemeli.
30- Tüm bu anlatılanlar yakın zamanda yayınlanan Herkes İçin Ekonomi kitabından. Şahsım adına düşen gelirin tamamının ÇYDD'ye gideceğini de yineliyorum. Bu nedenle çekinmeden burada reklamını yapıyorum. Kitapla ilgili ön bilgiler aşağıdaki bağlantıdadır.

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Dr. M. Murat Kubilay

Dr. M. Murat Kubilay Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @mmkubilay

12 Jul
1- 1959'da Küba'da devrim oldu. Öncesinde dünyanın en zengin ülkesiydi, tüm Amerikalılar Küba'ya gitmeye çalışırken denizde boğulurdu. Devrimle birlikte bir anda Küba fakirleşti, ABD ise hiç olmadığı kadar zenginleşerek Kübalıların hep yaşamak istediği yer oldu.
2-Gördüğünüz gibi Cem Toker'in yazdığı sığ önermeyi yanlışlamak onunki gibi sığ ve yanlış bir argümanla bile çok kolay, çünkü tarihsel saptırmadan çekinmiyor ve sizlerin tarihi çok iyi bilmemenizden faydalanıyor. Biraz Küba ve SSCB üzerinden detaylandıralım.
3-Küba, devrim öncesinde fakir bir ülke idi ve servet adaletsizliği inanılmaz yüksekti. İsteyen Amerikalıların yaptığı Baba-2 filmindeki ilgili sahneleri izleyebilirler. Çaresiz kalan halk ABD destekli Batista isimli diktatörü devirdi. Alternatif bir sistem ABD'yi endişelendirdi.
Read 17 tweets
18 Jun
1.Mart 2020’de TCMB başkanlığındaki değişimin ardından şiddetlenen ekonomik buhranın 2. perdesi son 3 ayda duruldu ancak yıpratıcılığını sürdürüyor. Kur ve faiz çıkmazı ile rezerv yoksunluğu; hararetli dış ve iç politika ortamında yeni bir finansal istikrarsızlığa yol açabilir.
2.Bu yazı Para Analiz sitesinde ilki Ekim 2019’da yayınlanmış olan uzun bir dizinin 7. bölümü. Önce ülkenin genel finansal durumunu aktaracağız ve ardından olası senaryolara değineceğiz. Önümüzdeki dönemin kısa özeti ise şu: dolar kurunda yeni rekorların normal hale gelmesi.
3.Yazının bu bölümünü kısa tutabilmek için konuya ortasından girelim. İlk gündem TCMB’nin ne zaman ve ne ölçüde faiz indireceği. Şahap Kavcıoğlu ilk atandığında yılsonu enflasyon beklentisi %12 idi ve %1 kadar eksi reel faiz verilebileceği tasarlanıyordu.
Read 54 tweets
29 May
1.Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu tviti attığı gün Kanal İstanbul'un asla yapılamayacağını söylemiştim. Çünkü böyle bir projeye dış finansman bulunamayacağını mesleğim itibarıyla biliyordum. Ancak hızlı bir ihale ile Türkiye’nin yükümlülük altında bırakılma riskini atlamamak gerek.
2.Çevre ve şehircilik riskleri bir yana; bu proje rekor kıran dış borç sorunun çözülemez noktaya ulaşmasına neden olur. Tvitin atıldığı 2013'te Türkiye ekonomisinin dış finansman kırılganlığı yeni fark ediliyordu, derin bir iktisadi buhrana girileceğini öngörmek kolay değildi.
3.Devlet Planlama Teşkilatı bugün var olsa döviz tüketip döviz üretmeyen bu projeye asla onay vermezdi. Ancak devletteki kurumsallaşma kaybı ve yargının durumu yıkıcı dış finansal sonuçlarına rağmen bu projedeki ısrarı durduramadı. Neticesinde ihale sürecine girişiliyor.
Read 8 tweets
30 Mar
1.Mart 2020’de başlayan ekonomik krizin 2. perdesi, Kasım 2020’deki sürpriz görevden alma ve atamalarla zirveye ulaşmadan dinmişti. Bu yılın ilerleyen aylarında yeni bir istikrarsızlık beklerken, Erdoğan’ın Ağbal’ı görevden almasıyla bu süreç hem hızlandı hem de şiddetlendi.
2.Bu yazı daha önce Para Analiz sitesinde yer alan uzun bir serinin yeni bölümü. Herkesin anlayabildiği dilde son 5 ayda yaşanan olayların önce tahlilini yapıp, özellikle son 1 aya odaklanıp iç ve dış risklerin arttığı şu ortamda olası senaryolarını değerlendireceğiz.
3.Kasım’da Ağbal’ın atanması, Albayrak’ın görevden ayrılması ile para politikasında sadeleşmeye gidilmiş ve buna BDDK da aktif rasyosunu kaldırarak katılmış, Aralık ayında pozitif reel faiz verilmiş ve Ocak ayında sıkı politikanın süreceği taahhüt edilmişti.
Read 77 tweets
24 Nov 20
1.Kasım ayı ekonomi yönetimi ve finansal piyasalar için sürprizlerle geçti; ekonomide yeni bir anlayışa geçildiği beklentisi oluştu. Bu esnada kovid-19 patladı ve Joe Biden ABD başkanı oldu. Sorumuz şu; ekonomik krizde erken final mi yaptık, yoksa finali 2021’e mi bıraktık?
2.Bu bilgiselle ekonomi yönetimindeki değişiklikler, oluşturulan iyimser beklentiler, yabancı kuruluşların bakış açısı, nasıl bir acı reçeteden bahsedildiği, yerlilerin siyaset ve ekonomiyi iç içe geçiren algıları ve bundan sonra olacaklara dair senaryoları değerlendireceğim.
3.Bu sefer az veri ve çok yorum yapacağız; çünkü hikâyenin sonu ekonomi yönetimine değil, siyasi otoritenin kararına bakıyor. Verileri özetleyelim; kamu borcu seviyesiyle bu borcun döviz oranı ve kamu bankalarının kredi hacmi rekor düzeyde. Elde geri adım dışında araç yok.
Read 60 tweets
28 Sep 20
1.2018’de başlayan buhranın 2. perdesine Mart ayında girmiştik. Can derdi öncelik olunca bir süre ekonomiyi sineye çektik, ancak dolar kurunun yeniden yükselişiyle aniden ayıldık. Kur artışlarıyla yoksullaşıyoruz ve bunun en kötüsü olduğunu sanıyoruz. Ancak ötesi de var, YOKLUK!
2.Uzun bir yazı dizisinin 4. parçasını okumakta olduğunuzu hatırlatayım. Bu sefer konumuz 2013’ten beri tekrarlanan döviz kuru atakları ve neticesindeki yoksullaşmanın ikincil öneme düştüğü; yerine dolar yoksunluğunun satın alma gücümüzü direkt buharlaştıracağı.
3.ABD büyükelçisinin Türkiye’nin 2,3 milyar dolarlık ilaç karşılığı döviz borcu var sözünün altında yatanları anlamamız gerek. Apar topar yapılan ÖTV zamlarının yalnızca kamuya gelir sağlama amaçlı olmadığını görmemiz lazım. TCMB’nin şaşırtıcı faiz artışını da buraya bağlamalı.
Read 68 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!

:(