Türkiye siyasetindeki krizlerin “sol sorunsalı” ile ilişkili bir yönü vardır.
“Sol” olarak kabul edilen kesimlerin aldığı konum, takındığı tutum ve nitelikleriyle ilgili; Kemal Tahir, İdris Küçükömer, Cemil Meriç ve Hikmet Kıvılcımlı gibi düşünürlerin tespitleri buna işaret eder.
Sol siyasal görüşün felsefi temelinde insana dair olumlu görüş vardır. İnsan doğal durumda iyiliğe yatkındır. Kötülüğü doğuran; mülkiyet ve mülkiyeti güvence altına almak için üretilen toplumsal-siyasal kurumlardır.Mülkiyet ve devlet ortadan kalkarsa yeryüzü cenneti yaratılabilir
Sol; doğası gereği evrenseldir, eşitlikçidir, ilerlemecidir. Ortak insanlık değerlerini yüceltir. Irk, inanç, etnik köken gibi ayrımları reddeder.
“Ulusalcı sol” ya da nasyonal sosyalizm mutant bir canavardır.
Almancası bütün dünyada bilinir; “Nationalsozialistische” (Nazi).
Küresel vizyonu olmayan sol olmaz.
Yabancı düşmanı, göçmen karşıtı sol olmaz.
Etnik köken, renk, dil, din ayrımı yapan sol olmaz.
Gerici faşist darbeleri savunan sol olmaz.
Demokrasi düşmanı sol olmaz.
Halkları birbirine düşman eden sol olmaz.
Emeğe ve emekçiye karşı sol olmaz.
Türkiye’de ne yazık ki kendisini “sol” olarak tanımlayan birçok grup, evrensel sol ile ilgisi olmayan, Batıda aşırı sağ kabul edilen akımların savunduğu politikaları savunabilen çizgidedir.
Gerçek solu temsil eden onurlu ve saygın kesimlere en çirkin saldırıları da bunlar yapar.
Tarihsel koşullar içinde anlaşılabilir izahı olan bu durum, Türkiye siyasetinin trajedilerinden biridir.
Bu paradoksun çözümünde, bu açmazdan çıkışta en etkili çözümü üretebilecek ve en büyük sorumluluğu taşıyan ise
gerçek anlamıyla sol siyasetin temsilcileridir.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türkiye ekonomisi bir kıskaca yakalanmış durumda.
Sayın Cumhurbaşkanı bir konuşmasında ekonomiyi kur, enflasyon, faiz parantezine sıkıştırmaya çalışıyorlar dedi. 2018'den bu yana izlenen politikalarla ekonomiyi bu açmaza bizzat hükümetin politikaları düşürdü.
Bu açmaz; kredi büyümesi, cari açık, kur artışı, enflasyon, döngüsüdür. Ekonomiyi canlandırmak için gerekli mekanizma işlemiyor çünkü bankalarda ciddi sorunlar var. Bu sorunları çözecek yapısal reformlar yapılmıyor. Türkiye'ye ekonominin gerek duyduğu sermaye girişi sağlanamıyor.
Hükümet ekonomiyi yeni bir kredi genişlemesi yoluyla desteklemek istiyor ama ne yurt içi tasarruflar ne bankaların bilanço yapısı bu kredi genişlemesinin piyasa dinamikleri içerisinde sağlıklı bir şekilde çalışmasına yeterli değil. Dışarıdan sermaye girişi de son derece sınırlı.
Mahalle taassubu, kabile tarafgirliği, asabiyet bilinci...
Bu çağa ait olmayan arkaik yankılar sadece...
“Mahalle taassubu” tarım toplumu sosyolojisinin yan ürünüdür. Bireyleşemeyen, bireysel değer bulamayan toplulukların değişim travmasına verdiği sağlıksız bir tepkidir.
Tarım toplumu değerlerini esas alan,
dogmatik anlayışla kollektif indoktrinasyonu amaçlayan mahalle bağnazlığı/kabileci zihin; dünyayı ve gerçekliği kavrayamadığı için hırçındır ve içe kapanmacıdır.
Her şeyi komplolarla açıklar, açık gerçekleri bile reddeder.
Düzen kurucu olamaz.
Topluma yön veren zihniyet, evrensel değerleri esas alan rasyonel akıl ve birey merkezli olursa ancak o zaman düzen kurucu paradigmadan bahsedilebilir. Geleceğin dünyasında antropolojik bir kalıntı değil, küresel düzenin onurlu bir unsuru olabilmek ancak böyle bir düzende mümkün.
İş yine başa düştü...
Ne yapalım, öğreteceğiz mecburen.
1) Merkez bankasının döviz satmak zorunda olduğu döviz kuru rejiminin adı; sabit kur rejimidir. Nokta veya bant olarak kur taahhüdü olduğu için merkez bankası “kendi belirlediği” kurdan döviz satmak zorundadır.
2) Hem kurun piyasada oluştuğu hem merkez bankasının talep edilen dövizi piyasa kurundan (döviz için fiyat demiyoruz) satmak zorunda olduğu bir rejim yoktur. “Ekonomi eğitimi veren okulların birinci sınıflarında öğretilen temel kuralları” bilseniz bunu da bilirsiniz.
3) Dalgalı döviz kuru rejiminde, döviz kuru bir politika aracı değildir. Merkez bankasının nominal ya da reel herhangi bir kur hedefi olmaz.
Arz-talep koşullarını, dolayısıyla kur seviyesini etkilememek için döviz alımı ve satımı; kuralları önceden belirlenen ihalelerle yapılır.
Demokrasiye, hukuk devletine ve bu bağlamda anayasal milli iradeye sahip çıkma konusunda en ufak bir tereddüde yer yok.
Tarafımız belli;
*evrensel insan hakları,
*demokrasi,
*anayasal kuvvetler ayrılığı düzeni,
*siyasal iktidarın özgür ve adil seçimle belirlenmesi.
NOKTA!
“Aksi halde, T.C., tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir” ifadesini;
seçimle belirlenen siyasal iktidara demokrasi dışı müdahale anlamı taşıyan, muhtıra niteliğindeki açıklamayı açıkça eleştiriyoruz.
Bizim bu konudaki eleştirimiz ‘ama’sız ve net.
Tabi her şeyin de bir sırası var. “Ehem mühimme müreccahtır” derler. Şu listenin sonuna ekliyoruz:
Kasım 2000 - Şubat 2001 hatırlatmasına çok sayıda soru geldi.
Biz içinde yaşadığımızdan olsa gerek imâ etmenin yeterli olacağını düşünmüştüm. Ama zamanın ne kadar hızlı geçtiğini yine unutmuş, bugünün kuşakları için o dönemin çoktan tarih olduğunu atlamışım.
O zaman haydi buyurun
1999’da Türkiye Marmara bölgesini etkileyen ve derin acılar bırakan 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleriyle sarsılmış, resmi verilere göre 20 bine yakın insan yaşamını yitirmiş, bir yıl öncesinde başlayan ekonomik kriz derinleşmişti.
Enflasyon yüzde 70 iken ekonomide daralma yaşandı
Hazinenin borçlanma faizi yüzde 100’ün üzerindeydi.
9 Aralık 1999’da, enflasyonu kalıcı olarak düşürmeyi amaçlayan döviz kuru çapasına dayalı bir istikrar programı çerçevesinde IMF ile stand-by kredi anlaşması yapıldı.
Kur bir miktar gevşeyince (ne gevşeme ama!) sosyal medya hemen hareketlendi. Danışmanlar TV ekranlarından erken zaferler ilan ediyor.
Aklıma şu meşhur “Ettehiyyatü fıkrası” geldi. Hani sonu şöyle bitiyor;
“Bakalım en son oturunca ne edeceksin.”
“Good Friday-Easter Monday” hazır piyasalar kapalıyken, biraz küresel piyasalarda hafta başından beri hâkim olan olumlu havanın biraz da yatırımcı toplantısında verilen “yeminle indirmeyeceğiz” sözünün etkisiyle ve yeniden başlayan ‘nazik dokunuşlarla’ şimdilik idare ediyorsunuz.
İyi de sorun sadece spekülasyon değil ki!
İlk üç ayda 11 milyar dolar dış ticaret açığı oldu. Covid vaka sayıları ve Ukrayna gerilimi sebebiyle turizm rezervasyonları da sıkıntıya girdi.
Önümüzdeki üç ayda bankalarla reel sektörün 14 milyar dolar kredi geri ödemesi var.