TARİHE DÜŞEN KARA BİR LEKE: STANFORD HAPİSHANE DENEYİ
1971 yılında Philip Zimbardo isimli bir sosyal psikolog, insanların sosyal rollere nasıl tepki verdiğine dair bir deney düzenleme kararı aldı
Stanford Üniversitesi'nin Psikoloji Departmanı'nın bodrum katına inşa edilen sahte bir hapishanede, gardiyanlar ve mahkumlar olarak davranmalarını sağlayacak şekilde, 2 hafta sürecek olan deneyi için 24 kişiden oluşan bir grup erkek, üniversite öğrencisini deneyinde kullandı.
Fakat Zimbardo deneklerine hangi role sahip olacaklarını, onların haberi olmaksızın belirledi. Deneklere, önceden bunun 2 haftalık bir deney olacağı, bir hapishanenin simüle edileceği ve gün başına 2012 parasıyla 85 dolar alacakları bildirildi.
Mahkumlara deney süresince gardiyanların emirlerini dinleme zorunluluğu yükledi. Gardiyanlara ise mahkumlara sözlerini geçirebilmek için olabildiğince sert davranmalarını; ancak şiddete kesinlikle başvurmamalarını tembihledi.
Zimbardo, sonradan yayınlanan görüntülerde, deney öncesinde gardiyanları eğitirken şunları söylüyordu:
"Mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz.
Ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. Onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. Genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. Yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce..."
Gardiyanlar, tıpkı gerçek gardiyanlar gibi giydirildi, ellerine tahta sopalar verildi ve tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratılmaya çalışıldı. Göz temasına engel olması amacıyla aynalı gözlükler verildi.
Mahkumlaraysa, tıpkı gerçekte olduğu gibi, oldukça rahatsız edici bir mahkum kıyafeti giydirildi ve bileklerine birer zincir vuruldu.
Gardiyanlara, mahkumları onlara atanmış ve mahkum kıyafetlerine işlenmiş numaralar ile çağırmaları tembihlendi. Böylece tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratıldı.
Zimbardo, 14 Ağustos 1971 günü, "mahkum" konumunda olacakları kendi evleri önünde ansızın, beklenmedik bir zamanda tutuklayarak deneye dahil etti.
Tutuklamaları Palo Alto polisi, Zimbardo ile anlaşmalı olarak yaptı ve mahkumları silahlı soygun suçuyla suçladı. Mahkumlar, tüm gerçek tutuklanma prosedürlerinden geçirildi, parmak izleri alındı ve profil fotoğrafları çekildi.
Polis karakolundan sonra, sahte hapishaneye gerçek bir mahkum taşıma aracıyla transfer edildiler.
Hapishanedeki her bir hücre, 3 mahkuma ev sahipliği yapmaktaydı. Hücreler oldukça dardı; mahkumlar için bir hapishane bahçesi yaratılmıştı ve gardiyanlar içinse geniş, rahat alanlar kurulmuştu.
Gardiyanlar, üçlü gruplar halinde, 8 saatlik vardiyalarla çalıştılar. Gardiyanların görev sonrası hapishane alanında bulunmaları gerekmiyordu.
Deney bu şekilde başladı ve göreceli olarak sorunsuz bir ilk günden sonra, daha ikinci günden ortalık karışmaya başladı.
İkinci gün, 1. Hücre'de kalan mahkumlar kapılarını yataklarla bloke ederek, kıyafetlerini çıkardılar ve gardiyanları dinlemeyeceklerini söyleyerek emirleri reddettiler. Olaylar bu şekilde başladı ve sonuçlar oldukça rahatsız edici düzeydeydi.
Sıradan ve normal sayılacak üniversite öğrencileri sadece birkaç gün içerisinde vahşi düzeyde sadist gardiyanlar ve gitgide korkaklaşan mahkumlara dönüştüler. Her geçen gün, her biri, rollerine daha da bağlı hale geldiler.
Günler geçtikçe, gardiyanlar giderek şiddetlenen psikolojik kontrol taktikleri geliştirmeye başladılar. Örneğin isyanlara katılmayanları aldıkları özel bir hücre yarattılar ve burada onları ödüllendirmeye başladılar.
Benzer şekilde, mahkumların yatak çarşaflarını ve süngerlerini alarak onları metal yataklarda uyumaya zorladılar. Kısa süre içerisinde gardiyanlar, mahkumlara önce gizli, sonrasında ise açık şiddet uygulamaya başladı.
Yemeklerini yemeyenler için gardiyanlar tarafından karanlık bir oda yaratıldı ve oraya hapsedilme cezası uygulanmaya başlandı. Sadece 36 saat içerisinde, 8612 numaralı "mahkum", Zimbardo'nun tanımıyla "çılgın" tavırlar sergilemeye başladı.
Zimbardo, olayları şöyle anlatıyor:
"8612 numaralı mahkum delice davranmaya başladı, bağırıyor, çığlık atıyor, küfrediyor ve kontrolsüz öfke nöbetleri geçiriyor. Onun gerçekten bu psikolojik durumda olduğunu kabullenmemiz epey bir zaman aldı ve sonunda onu salma kararı verdik."
Deneyin başlamasından 6 gün geçmesine ve deneyin tamamen rol olmasına rağmen sosyal ilişkilerin gerçekliğinden ötürü mahkumlar ile gardiyanlar arasındaki ilişki o kadar sadist bir hale gelmişti ki, Zimbardo beklediği süreyi tamamlayamadan deneyini sona erdirmek zorunda kaldı.
Sonuç:
Deneyin ilk günlerinden itibaren gardiyan konumundaki öğrenciler, sözlerini mahkumlara dinletebilmek için giderek şiddetli hale gelen yöntemler uygulamışlardır.
Mahkumlar da, ilk günlerde gardiyanlar ile gerçek hayatta "aynı düzeyde" olduğunu bildiklerinden inatçı ve "zoraki" bir şekilde rollerini üstlenenmişler , ancak her geçen gün bu inatlaşmaya bağlı olarak artan şiddet, onları giderek uysal ve korkak bir hale getirmiştir.
Zimbardo, deneyden kendisinin bile etkilendiğini belirtmiştir, çünkü kendisi de deneyde "hapishane müdürü" rolüne sahipti ve tamamen rol yapması gereken gardiyanların, tamamen rol yapması gereken mahkumlara uyguladıkları şiddeti sürdürmesine izin verecek kararlar almıştır.
Bu deney, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde yerine getirdiğini net bir şekilde ortaya koymuştur.
Deneyle ilgili birçok tartışma ve karşıt bilimsel makale yayınlanmıştır. Ancak yine de, Stanford Hapishane Deneyi, psikolojik deneylerin en meşhurlarından biri olmuştur.
Kaynaklar:The British Psychological Society, Democracy Now, Stanford University(arşiv)
Instagram hesabımıza sizleri de bekliyoruz orada da buradakilerle birlikte farklı ve güzel etkinliklerle beraber sizlerin yanında olmaya çalışacağız takip ederseniz seviniriz instagram.com/esrarengizdurum
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Davranışçı psikolog John B. Watson, sahada yaptığı araştırmalarda insanın korkularının sonradan kazanıldığına dair bir gözlem yapınca, bu tezini araştırma laboratuvarına taşıma kararı verir.
Denek olarak ise belki de seçilebilecek en kötü kişiyi seçer: 8 aylık olan Küçük Albert...
SU TANKINDA ÖLÜ BULUNAN ELISA LAM'İN ÜRKÜTÜCÜ HİKAYESİ
Elisa Lam; 1992 yılında Kanada’nın Vancouver şehrinde doğup büyüyen genç bir kızdır. Onu bu kadar ünlü yapan şey; 19 Şubat 2013 tarihinde ABD’de bulunan Cecil Hotel’de gizemli ve “açıklanamayan” bir şekilde ölmesi..
Elisa Lam’in ölüm şekli son derece kötü: Odasından çıkıp asansörde görülen garip ve ürkütücü hareketleri yapan Elisa; otelin çatısında bulunan bir su tankının içinde, o ağır kapak da üzerinde kapanmış şekilde ölü bulunuyor.
Yukarı Karabağ bölgesinin bir kasabası olan “Hocalı”, 936 kilometre karelik alanı ve 11.356 kişilik nüfusu ile ufak bir yerleşim yeri olmasına rağmen bölgede bulunan tek hava alanına sahip olması nedeniyle stratejik olarak çok önemli bir konumdaydı.
Bölge 1991 yılının Ekim ayından itibaren abluka altına alınarak Ermeni Devlet Kuvvetleri tarafından bombalanmıştı. 1992 yılının Ocak ayında ise bölgede uçan helikopterin düşürülmesi 20 Rus ve Kazak uzmanın ölmesi ile sonuçlanınca
Yok etme gücü devasa boyutlarda olan nükleer patlamalar nükleer reaksiyon ve nükleer fisyonun birlikte kullanılması sonucu yüksek hızda çekirdek tepkimesiyle ortaya çıkan bir güçtür.
Nükleer patlamaların sonucunda atmosferin en alt katmanı olan troposfere ulaşan enerji dört ana gruba ayrılmaktadır. Bu gruplardan patlamanın sonucu olarak oluşan tahrip kısmı, toplam gücün %40-50 sini oluşturmakta,
Finlandiya'nın En Ünlü Cinayet Serisi: Bodom Gölü Olayları
Finlandiya'daki Bodom Gölü, çok sayıda gizemli olay ve cinayete ev sahipliği yapan bir yer. İlk olay ise 1960 yılında 4 genç sevgilinin Bodom Gölü kıyısında kamp yapması ile gerçekleşti.
Göl kıyısında tek bir çadırda kalan 4 arkadaştan 3'ü sabah ölü olarak bulundu. Dördüncü ise vahşi bir şekilde yaralanmıştı. Böylece yaralanan 4. kişi Bodom Gölü cinayetinin en baş şüphelisi haline geldi.
Hayat Kadınlarını 'Kendi İç Çamaşırlarıyla' Boğarak Öldüren Seri Katil: Jack Unterweger
1950 yılında Avusturya'da doğan Jack Unterweger, hayat kadınlarına karşı bir takıntı beslemekteydi.
Hayat kadınlarını tek tek evine çağırarak onları önce tahta sopa ya da demir çubuklarla darp ediyor, cinsel organlarına zarar veriyor ve ardından sütyen ya da külotları ile boğarak öldürüyordu