Ulu Önder Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde ölümünden sonra, O’nun manevi varlığına karşı saldırılar gerçekleştirilmeye başlamıştı.
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu 12 senelik dönem içerisinde tespit edilebildiği kadarıyla O’nun tinsel varlığına, fotoğraflarına, heykel ve büstlerine olmak üzere toplam 67 saldırıda bulunulmuştu. (1)
Atatürk’ün manevi varlığına yönelik olarak yapılan bu saldırılar, İnönü döneminde başlayıp, Demokrat Parti iktidara gelene kadar artarak devam etmişti. Bu dönemde yapılan saldırılar, Ticani tarikatı v.b. tarikatlar tarafından yapılıyordu.
Bilhassa İnönü döneminin son yıllarında, Atatürk’e, O’nun ilke ve devrimlerine karşı olarak yapılan saldırıların gittikçe artması, Atatürk’ün manevi varlığının bir kanun vasıtasıyla korunması fikrini doğurdu.
Bunun sonucunda, ilk kez 1949 yılında İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Atatürk’ün manevi varlığını bir kanun aracılığıyla korunması düşüncesi gündeme geldi ve uzun süre kamuoyunda tartışıldı.
Aslında yaşanan bu durum, millet olarak Atatürk’ün aziz hatırasını, manevi varlığını koruyamaz hale geldiğimizin bir fotoğrafıydı. O yıllarda gazetelerde, Atatürk’ü korumak amacıyla bir kanun çıkarılması fikrine karşı çıkanlar olduğu gibi, bu fikri destekleyen de olmuştu.
Bu hususta bilhassa Nadir Nadi, Cumhuriyet gazetesinde “Atatürk İçin Kanun” başlıklı makalesiyle, Atatürk’ü korumak amacıyla bir kanun çıkarılmasına sıcak bakmıyordu.
Nadir Nadi bu konudaki düşüncesini Cumhuriyet gazetesindeki köşesine taşımış ve bu fikre şu sözlerle karşı çıkmıştı:
"Büyük kaybımızın üzerinden henüz 11 yıl geçtiği bir sırada, bugün, Atatürk ’e dil uzatanlara karşı tedbirler alındığına şaşar mısınız?
-“Demek içimizde böyleleri var! Diyeceksiniz. Ya evet, tek tük bulunuyor ve bulunmasında bence hayret edilecek bir nokta da yok. Sırtlanlar, aslana saldırmak için ölümünü beklerler.
Bir büyük adam hayata gözlerini yumdu mu, sağlığında ona ağız açmaya cesaret edemeyenlerin derhal harekete geçmesi adettir. Bu fikir ve aksiyon olarak ölenin ölmediğini gösteren en kuvvetli delildir.
Ata'ya şimdi dil uzatmak isteyenlerin yıllarca beklemek lüzumunu duyması da, en büyük eserin ne tükenmez hayatiyet taşıdığını gösterir.
Bundan 50 yıl ya da 100 yıl sonra meczuplarla mürtecilerin yeryüzünden kalkacağına inanmayalım Büyük eserlere çelme takmak isteyenlere her zaman çelme takmak isteyenlere her zaman rastlanabilecektir.
Yalnız Atatürk’ün aziz hatırasını kanun yolu ile koruma düşüncesine ne dersiniz? Türk cemiyeti içinde Atatürk’e karşı birleşmiş az çok kuvvetli bir kara ruh hissini verebilecek olan böyle kanun ihtiyacı duyarsak bu bizi rahatsız etmez mi?
Fakat bir iki akıl kaçkınının keyfi yerine gelecek diye de koskoca bir milleti çirkin sesler dinlemeye mahkûm edebilir miyiz? Karar vermeden önce uzun uzun düşünmeliyiz.
Atatürk bu milletin varlığını kurtaran, Cumhuriyeti kuran, bizi aydınlığa kavuşturan, hürriyet aşığı bir kahramandı. O artık olmadığı için, bizim gözümüzde sadece bir semboldür. Hürriyetlerimizin, benliğimizin ve şerefimizin sembolüdür.
Ona bir bayrak da diyebiliriz. Hürriyet uğruna bayrağımıza hakaret edilmesine göz yumabilir miyiz? Bizi biz yapan adama hakaret ettirmemeliyiz; fakat dar bir yasak zihniyetine saplanarak devrimin sağlam bünyesini de zedelememeye de dikkat edelim.
Böyle bir hakaret her şeyden önce Atanın ruhunu rahatsız eder. Bütün ömrünü batılı ananesiyle bir Türkiye yaratmak uğruna harcayan o büyük adamı, hiçbir kötü niyet yıkamayacaktır.”(2)
Nadir Nadi, Atatürk’ün manevi varlığını korumak için kanun çıkarılmasını doğru bulmamaktadır. Ancak İnönü döneminde, böyle bir kanuna ihtiyaç duyulduğu düşünülse de,
DP döneminde de Atatürk’ün manevi varlığına ve heykellerine olan saldırıların oldukça artması üzerine, Atatürk’ü korumak maksadıyla bir kanun çıkarılması fikri, yeniden gündeme geldi.
Nitekim 1951 yılında, TBMM’de “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” tasarısı görüşüldüğü sırada, o dönemde iktidar partisi olan DP adına söz alan Manisa milletvekili Muhlis Tümay yaptığı konuşmada;
İçişleri Bakanı Halil Özyörük’ün, Atatürk’ün ölümünden, DP’nin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950’ye kadar olan 12 senelik dönemde; Atatürk’ün manevî varlığına 51, fotoğrafına 12, heykel ve büstlerine 4 olmak üzere, ceman (toplam) 67 tecavüz hadisesinin meydana geldiği
ile ilgili olan ifadelerini tekrarlamış ve bunun da Atatürk’e yönelik yapılan saldırıların yurdun her köşesine yayıldığını gösterdiğini belirtmiş,
Atatürk’e yönelik olarak yapılan saldırıların başarılı olması durumunda, ileride sıranın Atatürk’ün inkılâplarına geleceğini sözlerine ekleyerek konuşmasını tamamlamıştır. (3)
DP Manisa milletvekili Muhlis Tümay’ın konuşmasından sonra, sözü dönemin muhalefet partisi olan CHP adına, Mardin milletvekili Kamil Boran almış ve “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” tasarısının Atatürk’ün inkılâplarını ve manevi varlığını ayrı gördüğünü,
bu nedenle korumadığını ve Atatürk’ün memlekette bıraktığı eserlerden, şahsi resim ve heykellerini rüçhanlı(öncelikli) kabul eden bir düşünce tarzını benimseyemeyeceğini sözlerine ekleyerek tasarıya karşı çıkmıştır.(4)
Kırşehir’de bulunan Atatürk heykelinin, burun ve çenesi 24 Şubat’ta kırılmıştı. Bu hadise üzerine, İstanbul halkı akın akın Kırşehir’e giderek olaydan üzüntü duyduğunu belirtmişti.
Ayrıca Ankara’da da Atatürk’ün bir büstü parçalanmıştı. Bu hadiseler, devrin gazetelerinde geniş yer tutunca, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, bundan rahatsızlık duyduğunu TBMM’de belirtmişti.(5)
TBMM’de tartışılan tasarıyla ilgili olarak; dönemin İzmir milletvekili Halide Edip Adıvar, Atatürk’ün manevi varlığının bir kanunla korunmasına karşı çıkmış, heykel kırmak veya Cumhuriyetin banisi olan Atatürk’e dil uzatmak gibi bir saygısızlığın önüne geçmek için
yeni bir kanun yapmayı Şark zihniyetinin mahsulü olarak telakki edeceğini ifade etmiştir.
Halide Edip Adıvar, Atatürk’ü bir put haline getirmenin yanlış olduğunu ve bunun da özgürce eleştiri yapabilmenin önüne set koyacağını belirterek söz konusu tasarıya karşı çıkan
milletvekilleri arasında yerini almıştır.(6) İzmir milletvekili Halide Edip Adıvar, söz konusu tasarı doğrultusunda, sözlerine son olarak şunları eklemiştir:
“Hükümeti bu yanlış yola sevk eden amil nedir? Hükümet samimidir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın yetiştirdiği, ordunun, milletin gözbebeği olan Şehzade Mustafa’yı öldürtecek kadar delâlete düşüren hareket ne idi? Kanuni Sultan Süleyman, belki de vatanını düşünerek oğlunu öldürtmüştü, fitne çıkmasın diye öldürtmüştü.
Demek ki, hükümeti yanlış yola düşüren kuvvetler vardır” diyerek, tarihten verdiği bir örnekle hükümetin iyi niyetli olmasına karşın, hükümeti bu tasarıyı burada tartışmaya iten nedenler olduğunu belirterek tasarıya karşı çıkmış ve bu tasarının kabul edilmesinin yanlış olduğunu
Tüm bu gelişmeler üzerine, Atatürk’ün resim ve heykellerine yönelik olarak yapılan saldırıların dozu, İnönü döneminden başlayarak DP dönemine gelinceye dek bir hayli artınca,
DP hükümeti 25 Temmuz 1951 tarihinde, 5816 numaralı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunu” kabul etmiştir. 25 Temmuz 1951 tarihinde, Mecliste kabul edilen bu kanunun maddeleri aşağıda yer almaktadır:
“Madde 1. Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden ve söven kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abidelere veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır
hapis cezası verilir. Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları islemeye başkalarını teşvik eden kimse, asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2. Birinci maddede yazılı suçlar, iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya açık mahallerde yahut basın vasıtasıyla
işlenirse, hükmolunacak ceza yarı nispette arttırılır. Birinci maddenin ikinci fırkasında yazılı suçlar, zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa, verilecek ceza bir misli artırılır.
Madde 3. Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet Savcılılıklarınca resen takibat yapılır.
Madde 4. Bu kanun yayımı tarihinden itibaren yürürlüğe girer.
Madde 5. Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.”(8)
Sonuç olarak, Atatürk’ün manevi varlığını korumak maksadıyla bir kanun çıkarılması düşüncesi ilk kez İnönü döneminde ortaya çıkmıştır fakat bu kanun, çok tartışılmasına karşın kabul edilmemiştir.
Atatürk’ün heykel ve büstlerine karşı saldırılar artarak devam edince, DP döneminde tekrar gündeme gelerek, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”, adıyla Demokrat Partinin iktidarda olduğu 1951yılında kabul edilmiştir.
Sözkonusu yazı, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun’un tarihsel gelişimi ve kamuoyunda bilinenin aksine Demokrat Parti iktidarında çıktığını anlatmak için paylaşılmıştır.
Yasanın varlığı veya kaldırılmasına matuf siyasi söylev içeren benzeri yorumlar ziyadesiyle üzecektir. Konunun kısa ve öz sadece sizlere bilgilendirmeye matuf paylaşım yapıldığı asla unutulmamalıdır.
[Hilal İşçi’nin İnönü Döneminde Atatürk İmajı (1938-1950) konulu tez çalışmasından (Sayfa-101-105) aynen alınmış ve yazarın dipnotlarıyla paylaşılmıştır. Sözkonusu tez bilahare kitap halinde basılmıştır.]
Mekur kitabın tanıtımını içeren link ve tanıtımı.
Dipnotlar 1- Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti-
(1946-1950), Ankara, 2004, 227. 2- Nadir Nadi, “Atatürk İçin Kanun”, Cumhuriyet, 10 Kasım 1949. 3- TBMM Tutanak Dergisi, 7 Mayıs 1951,c.7, birleşim73, o.1,s.84.
4- TBMM Tutanak Dergisi, 4 Mayıs 1951,c.7, birleşim 72, o.1,s.55. 5- TBMM Tutanak Dergisi, 4 Mayıs 1951,c.7,birleşim72, o.1, s.59. 6- TBMM Tutanak Dergisi, 7 Mayıs 1951,c.7, birleşim.73,o.1,s.91.
7- TBMM Tutanak Dergisi, 4 Mayıs 1951,c.7, birleşim72,o.1,s.54.
8-TBMM Tutanak Dergisi, 25. Temmuz 1951, c.7 birleşim. 104, o.1, s. 317, 320, 324."
ALINTIDIR.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
''ATATÜRK FİLİSTİN CEPHESİNDEN KAÇTI''
diyenlere, bol kaynaklı açıklamalar.
Her ne kadar onlar utanmayacak olsalar da, değerli takipçiler mutlaka arşivlerinde bulundurmalı.
Atatürk, 5 Temmuz 1917’de merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutanlığından İstanbul’da kurularak, Filistin Cephesi’ne intikal ettirilen 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanmış, 15 Temmuz 1917’de kurulan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına bağlanmıştır.
Mustafa Kemâl, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman Mareşali Falkenhayn ile sorunlar yaşayınca istifa ederek İstanbul’a gitmiştir. (Yazışmalar için; Atatürk'ün Filistin’deki yazışmaları-1917 yılı) Mareşal Falkenhayn, Filistin Cephesi’nde başarılı olamayınca,
Mustafa Kemal Atatürk 1915'te 34 yaşında Anafartalar komutanı olarak Çanakkale Savaşları'nın en şiddetli günlerini savaşın en önünde askerleriyle birlikte yaşarken, bir taraftanda ülkesinin gelecekteki kurtuluş günlerini hayal ediyordu.
Her an ölme ihtimali çok yüksek olan bu günlerde, İstanbul'daki bir dostuna mektup gönderiyor. Okumak için kitaplar göndermesini istiyor. Paris'ten ve İstanbul'dan temin edilen kitaplar Atatürk'e ulaştırılıyor. Hepsini cephede okuyor.
Dışişleri Bakanlığı'nın resmi belgelerine göre, Cumhuriyet döneminde Amerika Birleşik Devletleri-Türkiye diplomatik ilişkileri ilkin 1927 yılı Mayıs ayında Amerika'nın Ankara'ya bir büyükelçi ataması ile başlamıştır.
Şöyle ki Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras'la, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Frank B. KelIog'un 1927 yılı başlarında Cenevre'de bir araya gelmelerinden sonra iki ülke arasında o güne kadar konsoloslukları aracılığı ile
Kanda Türkomun yoğunluğu ve Beta Nova Dünya’da 4 ve 5.Boyut astral yoğunluğu Kanda Türkomun yoğunluğu ve Beta Nova Dünya’nın artık 21 Aralık 2012 ‘den sonra aldığı yeni karakteri, bilinçlerin yüksek benlikçe yaşamasını mümkün kılan önemli bir astral yoğunluk kriteridir.
Turkomun nedir?
Bilinçlerin enerjetik kainat saflarında kullandıkları kristal formlarının damarlarında dolaşan sıvıdır. Bu sıvı, astral bir yoğunluğa sahiptir. Kristal bedendeki bu sıvıya fiziki boyut koşullarında kan olarak bilinen sıvı tekabül eder.
BUGÜN İSTANBUL'U BAŞKENT YAPMAYA ÇALIŞANLARIN ASIL AMACINI HALA ANLAMADIYSANIZ YAPACAK BİRŞEY YOK....
Osmanlı-Rus Savaşı’nda İstanbul’un işgal edilme tehlikesi doğmuştu, başkenti Konya veya Kayseri’ye taşımayı düşündüler.
Ordunun emanet edildiği Alman generalleri ise, Halep’e veya Şam’a taşınmasını teklif ediyorlardı.
★
Balkan Savaşı’nda İstanbul’un kaybedilme tehlikesi yeniden ortaya çıktı, başkenti Bursa’ya taşımayı düşündüler.
Kayseri civarına yeni bir şehir kurulmasını, adının Osmaniye olmasını, Osmaniye’nin de başkent olmasını önerenler oldu.
Atatürk’ün, yurt dışında, çeşitli kıta, ülke ve şehirlerde bulunan anıt, heykel, büst, rölyef ve benzeri sanat eserlerini derleyip toplamak ve bir bütün olarak sunmak gerçekten zor, meşakkatli ve belki de yapılması tam olarak mümkün olmayan bir durumdur.
Acaba yeryüzünde, kendi ülkesinin dışında başka ülkelerde, Atatürk kadar bir başka devlet adamının heykeli, anıtları var mıdır?