1 Kasım 1922 günü komisyon odasındakiler, uzun tartışmalara rağmen saltanatın kaldırılması için çözüme varamıyordu. Atatürk, beklemenin boşuna olduğunu düşündü ve sıranın üzerine çıkıp konuşmaya başladı. Son cümlesi çok sertti:
Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir.
1* Atatürk Samsun'a çıktığında öncelikli gayesi vatanı parçalamakta olan işgale son vermekti. Çevresindeki herkesi bu gaye için topluyordu. Etrafında saltanatçı, hilafetçi, sosyalist, milliyetçi ve cumhuriyetçi pek çok insan vardı. Bu nedenle bir süre yalnızca buna odaklandı.
2* Fakat ona yakın olan bazıları, onun ileride saltanatı kaldırıp Cumhuriyet'i ilan edeceğini tahmin ediyordu. Temmuz 1919'da Erzurum'da sabaha kadar süren bir toplantı yapıldı. Orada bulunan Mazhar Müfit, Atatürk'ü adeta sıkıştırmaya başladı.
3* Mazhar Müfit bu işin sonunda saltanatın kaldırılıp cuhmuriyetin ilan edilmesini istiyordu. Atatürk'ün de bu düşüncede olduğunu tahmin ediyordu fakat duymak istiyordu. Atatürk bir süre cevap vermemek için direndi.
4* Atatürk, Mazhar Müfit'e "Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma, şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir Padişah’ı kurtarmaya, inandırmaktan ibarettir" diyerek imada bulunuyordu. Fakat sonrasında bir sır olarak saklaması kaydıyla cumhuriyetin ilan edileceğini açıkladı.
5* Erzurum ve Sivas kongresinde cumhuriyet kelimesi geçmiyordu. Fakat oraya giden yolun taşları itina ile döşeniyordu. Atatürk her defasında "milli irade" ve "milli egemenlik" kavramlarını kullanıyor akabinde grupları ürkütmemek için "padişahı kurtarmak" amacını açıklıyordu.
6* Gerçekten de Milli Mücadele'nin ilk yıllarında mecliste saltanat yanlıları azımsanamayacak kadar kalabalıktı. Fakat mücadele sürdükçe Vahdettin çok büyük hatalar yaptı. İşgalcilere teslim oldukça, toplum nazarındaki itibarı azaldı. Böylece saltanat taraftarlığı güç kaybetti.
7* Vahdettin, İngilizlerin talebiyle, Türk ordusuna karşı Hilafet Ordusu'nu sahaya sürdüğünde ve Milli Mücadele yanlılarını "kafir" ilan eden fetvayı imzaladığında meclis ve toplum nazarındaki itibarı yerini öfkeye bırakmaya başladı.
8* Atatürk, Vahdettin'in hatalarından yararlanarak "cumhuriyet" kavramını kullanmadan milli irade kavramını güzelce işledi. Öyle ki meclisin adını bile "millet meclisi" olarak belirlemek için çabalamıştı.
Yapılan savaşlarda kazanılan başarı, onun itibarını daha da güçlendirdi.
9* Fakat her şeye rağmen Osmanlı bürokrasinin yerleşikleri, iktidarın tamamıyla Atatürk'ün eline geçmesine karşıydı. Mücadele Atatürk, Rauf, Karabekir, Ali Fuat ve Refet beşlisiyle başlamıştı. Bu beşli başlarda birbirine denk kimselerdi. Fakat Atatürk zamanla sivrildi.
10* Atatürk ön plana çıkmaya ve güçlenmeye başladığında diğerleri onun sahip olduğu güçle hilafet ve saltanatı kaldırıp cumhuriyeti ilan edebileceğinden kuşku duymaya başladı.
1922'yılının baharında, Atatürk'ü Refet Bey'in evine davet ettiler.
11* Sabah kadar süren görüşmede meclisin tedirgin olduğunu, saltanatın kaldırılmasından şüphe edildiğini, bunun olmayacağı yönünde teminat istediklerini Atatürk'e ilettiler. Atatürk de karşısındaki dörtlüye kendi fikirlerini sordu.
12* Ali Fuat dışındakiler, saltanata taraftar olduklarını ve meclis gibi düşündüklerini ilettiler. Rauf Bey, babası nedeniyle padişahın ekmeğini yediğini ve ona nankörlük edemeyeceğini özel olarak belirtti. Atatürk "karar gerektiğinde meclis verecektir" diyerek konuyu noktaladı.
13* Ağustos ayında Türk ordusu İzmir'e girdiğinde Atatürk artık ülkenin kurtarıcısıydı. Halk nazarında inanılmaz bir itibara sahipti. Vahdettin ise, sarayında saklanan, Türk ordusunu tebrik etmeye bile çekinen itibarsız bir hal almıştı.
14* Rauf Bey, Atatürk'e telgraf göndererek savaşın bittiğini, artık başkomutanlık yetkisine gerek kalmadığını ve sürecin meclis tarafından yönetilmesi gerektiğini yazdı. Atatürk, durumu anlamıştı. Arka plana düşürülmek isteniyordu.
15* Atatürk cevap olarak savaşın henüz bitmediğini ve bakanların İzmir'e gelmesi gerektiğini yazarak cevap verdi.
Bir süre sonra İngilizler ateşkes teklif etti ve Mudanya'da antlaşma imzalandı.
16* İngilizler barış görüşmelerini başlatmak istediğinde masaya hem Ankara'yı hem de İstanbul'daki Osmanlı Hükümeti'ni davet etti. Sadrazam, Atatürk'e mektup yazarak ortak hareket etmeleri gerektiğini söylediğinde zamanın geldiği anlaşılmıştı.
17* Atatürk Nutuk'ta süreci şöyle anlatıyordu:
Bu dönemde iki fikir ve iki görüş durmaksızın birbiriyle mücadele etti. O fikirlerden biri saltanatın sürdürülmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir saltanat yönetimine son vererek cumhuriyet yönetimi kurmaktı.
18*
Bu bizim fikrimizdi. Biz fikrimizi söylemekte sakınca görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulama yeteneğini saklı tutup uygun zamanda uygulayabilmek için saltanat taraftarlarının fikirlerini uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik.
19*
Yeni yasalar yapıldıkça, özellikle anayasa yapılırken saltanat taraftarları, padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz bunun zamanı gelmediğini veya gerek olmadığını bildirerek o yönü söylemeden geçmekte yarar görüyorduk.
20*
Devlet idaresini Cumhuriyetten söz etmeden millî egemenlik esasları çerçevesinde her an Cumhuriyete doğru yürüyecek bir şekilde biçimlendirmeye çalışıyorduk.
21* Atatürk sadrazamın mektubundan sonra Rauf Bey'i odasına çağırdı. Saltanatın kaldırılmasının zamanının geldiğini söyleyip destek vermesi gerektiğini istedi. Rauf Bey bu teklife direnmedi. Kabul etti.
1 Kasım 1922 günü saltanatın kaldırılması için kanun teklifi düzenlendi.
22* Atatürk mecliste uzun bir tarih konuşması yaptı ve saltanatın kaldırılmasını talep etti. Fakat bir sorun vardı, padişah aynı zamanda halifeydi. Bu iki statü asırlardır birlikte kullanılıyordu ve şimdi ayrılması gerekiyordu.
23* Padişahın itibarı büyük oranda sönmüştü fakat hilafet hala itibarlı bir konumdu ve onun kaldırılması için erkendi. Bu nedenle iki statünün birbirinden ayrılması teklif ediliyordu. İşte, meclisin kafası burada karışmıştı, bu iki statü ayrılabilir miydi?
24* Meclis, konunun uzmanlar tarafından değerlendirilmesi için komisyona havale etmeye karar verdi. Komisyon kuruldu ve meclisteki bir odada konuyu tartışmaya başladı. Tartışma saatlerce sürüyor fakat bir sonuca varılamıyordu.
25* Atatürk, tartışmaları bir köşeden izliyordu. Bir noktadan sonra dinlemenin faydasız olduğu kanaatine vardı ve önündeki masanın üzerine çıkarak konuşmaya başladı:
Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez.
26* Atatürk konuşmaya devam ediyor ve herkes onu dinliyordu:
Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir.
27* Atatürk konuştukça sözleri sertleşmeye başlamıştı:
Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hâkimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldu bittidir.
28*
Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir.
29* Atatürk, sözünü ciddi bir ültimatomla bitirdi:
Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir.
30* Millet, kendi gücüyle işgalciyi vatandan kovmuş ve kendini kurtarmıştı. Şimdi egemenliğini yeniden bir padişaha veremezdi. Atatürk gerekirse bunun için de mücadele edeceğini ima ediyordu. Fakat bu sözler, odada bulunanları ikna etmeye yetti.
31* Hoca Mustafa Efendi, "Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık" dedi ve komisyon tasarıyı onayladı.
Kanun teklifi meclise getirildi ve oylandı. Bir oy hariç herkes teklifi onayladı. Böylece saltanat sona erdi.
32* Atatürk, toplum nazarında büyük bir itibara sahipti ve Vahdettin milletin gözünden çoktan düşmüştü. Millet mücadele etmişti, millet savaşmıştı ve millet kazanmıştı. Artık bir padişahın bu topraklarda yeri yoktu. Bu nedenle saltanatın kaldırılması toplumda bir tepki yaratmadı.
İşte, saltanatın kaldırılmasının kısa bir özeti...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türkiye'nin, uğruna ortadoğu politikasını alt üst ettiği, Mısır'la neredeyse düşman olduğu, bu politikayı eleştirenlerin darbeci ilan edildiği Müslüman Kardeşler örgütünün liderliğini yürüten İbrahim Münir'in "dış güç" İngiltere'de yaşadığını biliyor muydunuz?
Dikkatle okuyun.
1* Ülkede ortalama bir politikacı Londra'ya veya Washington'a gittiğinde, anında "dış güçlerin piyonu" ilan ediliyor ama uğruna Mısır'la yıllardır çekiştiğimiz İhvan'ın lideri yıllardır Londra'da yaşayabiliyor.
Ve dış güç edebiyatı yapanı göremiyoruz. Daha da tuhafı var.
2* Sisi darbe yapıp Mursi'yi devirip İhvan'a karşı büyük bir operasyon başlattıktan sonra Türkiye İhvan'a kucak açtı ve lider kadroların bir çoğu İstanbul'a yerleşti. Kendi medya organlarını kurdular ve iktidar tarafından ciddi şekilde desteklendiler.
YouTube kanalı açmadan, canlı sohbet yapmadan, kitap yazmadan, twitch yayını olmadan ve anonim kalarak sadece bilgi sunarak 600.000 kişiye hitap etme imkanına erişmiş oldum.
Kolay olmadı ama çok da keyif aldım. Herkese teşekkürler.
Benim için hep bir merak konusuydu:
İsmi, cismi, yaşı, işi, konumu vb bilgileri bilinmeyen, isimsiz ve kimliksiz bir kişi, sadece bilgi sunarak nereye kadar gidebilir?
Ne yalan söyleyeyim, bunun bir yerde durup kalacağını düşünmüştüm.
Fantastik bir dizi karakterinin resmi ve lordsinov gibi bir alakasız bir isimle, sıfır kişisel bilgiyle, sadece bilgiyi ön plana koyarak Türk tarihi, Atatürk ve dış politika yazan tuhaf bir hesabın sesini en fazla kaç kişiye duyurabileceğini hep merak etmiştim.
Hasan Cemal, CHP'yi "1967'dan bu yana devlet partisinden sosyal demokrat bir partiye dönüşme sancıları çeken ve bir türlü sahici bir sosyal demokrat partiye dönüşemeyen parti" olarak nitelemiş.
Yani Kemalizm'i bir türlü tam olarak terk edemiyor olmasından rahatsız.
Hasan Cemal'in "sahici sosyal demokratlık" derken kastettiği "teröre terör diyemeyen, milliyetçilik ilkesini tamamen çatıya kaldırmış, üniter ulus devlet modelini bırakıp adem-i merkeziyetçiliğe bürünmüş, Türk milleti kavramını unutmuş" Kemalizm'den tamamen kopuk bir CHP...
Hasan Cemal, CHP'nin bugünkü durumunu yeterli bulmuyor. Yani "evet ama yetmez" diyor. Daha da istiyor. Kemalizm'den tam kopuş arzuluyor.
Sonra da 29 Ekim'de "Atatürk'ün yanındayım" diye tweet atıyor.
Vekilin bahsettiği şey işin magazin kısmı. İşin aslı çok daha vahim. Türküyü bir kenara bırakalım. Meselenin özü, Menderes döneminde ABD ile imzalanan tarım anlaşması...
Anlaşma 12 Kasım 1956 tarihinde tarım ürünleri ticaretinin geliştirilmesine ilişkin...
Menderes bu anlaşma ile ABD'den Buğday, Arpa, Mısır, Konserve Sığır Eti, Peynir, Süt Tozu, Soya yağı gibi ürünler almayı kabul etti.
Bu ürünler ABD'nin üretip satamadığı ürünlerdi. Ama şanslılardı, elde Türkiye gibi ülke vardı.
Savaştan 2 yıl sonra Dumlupınar'a giden Mustafa Kemal Atatürk, askerlerin şehit olduğu alanı hüzünlü şekilde seyretti. Bu esnada Esat Nedim Tengizman deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdi.
Atatürk'ün en sevdiği fotoğrafıydı. Daha sonra Time'a kapak oldu. #30AgustosZaferBayrami
1* Büyük Taarruz'da düşman yenilmişti fakat hala tam olarak kaybetmiş değildi. Yunan ordu komutanı Trikupis ordusunun başındaydı ve geriye çekilip yeni bir savunma hattı kurmanın peşindeydi. Başarması halinde düşmanı Anadolu'dan atma fırsatı kaçacaktı.
2* Atatürk bu nedenle Yunan ordusunun kalanını imha etmek istiyordu. Böylece düşman tamamen dağılacak ve denize dökülecekti.
29/30 Ağustos gecesi saat 2 sularında Atatürk'ün kapısı çaldı.
Düşünce, bireyin kendi zihninde oluşturduğu ifadedir. Düşüncelere duyguların büyük etkileri olabilir. Haliyle düşünceler kişiden kişiye değişebilen şeylerdir.
İnsanın düşüncesine "gerçek" muamelesi yapması ve diğer insanların da bu gerçeği kabullenmesini beklemesi büyük hata.
Neyin duygu, neyin düşünce ve neyin gerçek olduğunun ayrımını çok iyi yapmak gerek. İnsanın kendi düşüncesini gerçek kabul ederek yaşamını bu düşüncelere göre dizayn etmesi çoğu zaman gerçekten kopuk bir hayat sürmesine neden olabiliyor.
Bir insanın size mesaj atması bir gerçektir. Fakat mesajı sizi beğendiği için atması bir düşüncedir. Bu düşünceyi gerçek kabul ettiğinizde ve bu gerçeğe göre yaşamaya başladığınızda olan şey aslında gerçekten kopmanızdır. Mesaj bambaşka bir nedenle atılmış da olabilir neticede.