Düşünce, bireyin kendi zihninde oluşturduğu ifadedir. Düşüncelere duyguların büyük etkileri olabilir. Haliyle düşünceler kişiden kişiye değişebilen şeylerdir.
İnsanın düşüncesine "gerçek" muamelesi yapması ve diğer insanların da bu gerçeği kabullenmesini beklemesi büyük hata.
Neyin duygu, neyin düşünce ve neyin gerçek olduğunun ayrımını çok iyi yapmak gerek. İnsanın kendi düşüncesini gerçek kabul ederek yaşamını bu düşüncelere göre dizayn etmesi çoğu zaman gerçekten kopuk bir hayat sürmesine neden olabiliyor.
Bir insanın size mesaj atması bir gerçektir. Fakat mesajı sizi beğendiği için atması bir düşüncedir. Bu düşünceyi gerçek kabul ettiğinizde ve bu gerçeğe göre yaşamaya başladığınızda olan şey aslında gerçekten kopmanızdır. Mesaj bambaşka bir nedenle atılmış da olabilir neticede.
İnsan sürekli düşünce üretir. Bu düşüncelerin zihinde fazla yer etmesi onu bir gerçek olarak algılamanızı sağlayabilir.
İnsan çoğu zaman "belirleyemediği" durumlarda düşünce üretir. Mesajın ne için atıldığını bilemeyiz ve bu belirsizliği ortadan kaldırmak için düşünce üretiriz.
Zihnimizin bizi bu tip yanılgılara düşürmesini engellemek için belirsizliğe alışkın olmamız gerekiyor. Çoğu belirsizliği ortadan kaldırmak pek mümkün değildir. Bu nedenle belirsizlikle yaşayabilmeyi öğrenmeliyiz.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Savaştan 2 yıl sonra Dumlupınar'a giden Mustafa Kemal Atatürk, askerlerin şehit olduğu alanı hüzünlü şekilde seyretti. Bu esnada Esat Nedim Tengizman deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdi.
Atatürk'ün en sevdiği fotoğrafıydı. Daha sonra Time'a kapak oldu. #30AgustosZaferBayrami
1* Büyük Taarruz'da düşman yenilmişti fakat hala tam olarak kaybetmiş değildi. Yunan ordu komutanı Trikupis ordusunun başındaydı ve geriye çekilip yeni bir savunma hattı kurmanın peşindeydi. Başarması halinde düşmanı Anadolu'dan atma fırsatı kaçacaktı.
2* Atatürk bu nedenle Yunan ordusunun kalanını imha etmek istiyordu. Böylece düşman tamamen dağılacak ve denize dökülecekti.
29/30 Ağustos gecesi saat 2 sularında Atatürk'ün kapısı çaldı.
"Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız!"
Atatürk, "Bu planla kaybedersek bize vatan haini derler. Bu meclis bizi asar" diye itiraz edildiğinde böyle söylemişti. 26 Ağustos 1922, yani Atatürk'ün hayatındaki en zor günü işte böyle başladı. #BüyükTaarruz
1* Sakarya'da püskürtülüp Afyon'a çekilen düşmanı denize dökmek için fazla zaman yoktu. 11 yıldır süren savaşın ardından Türklerin atımlık tek kurşunu kalmıştı. Düşmanı tek hamlede yok etmek için riskli bir plan gerekiyordu.
2* Atatürk bu nedenle düşmana "beklemediği bir anda ve beklemediği bir yerden" vurmaya karar verdi. Taarruz planını gizli tuttu. Futbol maçı düzenleyip komutanları davet etti. Ankara'da çay partisi düzenledi.
Bugün 22 Ağustos! Dünyanın en uzun meydan savaşının 100. yıl dönümü! Atatürk, kırık kaburga kemikleri nedeniyle yatarak idare ettiği savaşta Ankara önlerine kadar gelen düşmanı yenmek için klasik savaş kurallarını alt üst etti ve çığır açtı.
1* Kütahya-Eskişehir bölgesinde yapılan savaşta Türk ordusu ciddi bir yenilgi aldı. Asker sayısı azdı. Cephane yetersizdi. Ordu tam olarak kurulamamıştı.
Atatürk, radikal bir kararla orduyu Sakarya'nın doğusuna çekmeye karar verdi. Büyük bir bölge Yunan'a bırakıldı.
2* Ricat kararı üzerine mecliste kıyamet koptu. Mustafa Kemal'e duyulan güven sarsıldı. Anadolu toprağının düşman tarafından çiğnenmesinin sorumlusu ilan edildi. Muhalifler onun ordunun başına geçmesi ve sorumluluğu kabul etmesini istedi.
Muhtemelen "niye böyle oluyor" diye uzun uzun düşünüyorsunuz. Ama bir cevap bulamıyorsunuz. Ve "daha ne kadar sürecek" diye hayıflanıyorsunuz belki de.
Yaşadıklarımız güzel şeyler değil ama zorunda olduğumuz şeyleri yaşıyoruz maalesef. Çok dramatik şekilde üstelik. Anlatayım...
1* Kafamızdaki en büyük sorun muhtemelen "modern ve demokratik" Türkiye'nin asla yaşamaması gereken kalitesizliği yaşamasıdır. Fakat maalesef bir gerçeği atlıyoruz.
Türkiye'nin modernizasyonu doğal yollarla gerçekleşmedi. Daha çok "tepeden" indi. En büyük şansımızdı aslında.
2* Toplumların modernleşmesi bazı sosyolojik aşamalarla meydana geliyor. Avrupa da bir zamanlar tarıma bağlı feodal topluluklardan meydana geliyordu. Tepelerinde Kilise gibi çağdışı bir balyoz vardı. Bitmeyen savaşlar vardı. Ortadoğu gibiydiler yani. Ama bazı şeyler yaşadılar.
Afganistan'ın şimdiki hali çok üzücü. Oysa yüz yıl önce ülkeyi Kemalist, modern ve laik bir lider olan Amanullah Han yönetiyordu.
Amanullah Han sıkı bir Atatürkçüydü. Ülkesini Türkiye gibi yapmak istiyordu. Fakat işler başka türlü gitti.
1* TBMM ile Afganistan arasında 1 Mart 1921 tarihinde "ittifak" antlaşması imzalanıyor. Türkler, Afganistan'a eğitim ve kültür alanında yardımda bulunma sözü veriliyor.
Yanlış okumadınız. Atatürk, işgalle boğuşurken diğer yanda Afganistan'a yardım eli uzatıyor.
2* Afganistan Kralı Amanullah Han modern bir askeri mektepte okumuştu. Dört dil biliyordu. Babasının suikast sonucu öldürülmesi üzerine amcasının hükümdarlığını tanımayıp 1919'da iktidara yürüdü.
İngiliz hakimiyetini tanımayarak bağımsızlığını ilan etti.
Yıllarca Afganistan'ın canına okudular. Sağdan soldan getirdikleri eli silahlı tipleri ülkenin başına bela ettiler. Radikal akımları hortlattılar. Ülkeyi uyuşturucu membaına çevirdiler. Şimdi de çekip gidiyorlar ve arkalarında koca bir enkaz bırakıyorlar.
İşte, ABD rüyası.
Afganistan'ı iki parçaya bölüp birini diğerine karşı silahlandırdılar. Çekip giderken Taliban yok etmesin diye silahlandırdıkları tipleri yerleştirecek ülke arıyorlar. Türkiye gibi ekonomik zorluklar yaşayan ülkeye bunları dayatıyorlar. Millet de tedirgin şekilde izliyor.
ABD, Afganistan'ı kendi çıkarları bataklığa çevirdi ve şimdi temizlik görevinin bir bölümünü Türkiye'ye yıkmak istiyor. Bunun için askerimizi Kabil'e, Amerikan güdümlüleri ülkemize göndermek istiyor.
Bunların ne Türkiye'nin ne de Türk Milleti'nin çıkarları ile ilgisi yok.