Yaşadığımız günlerden, okuduğumuz kitaplardan, öğrendiğimiz gerçeklerden çıkardığımız sonuç şudur:
Türkiye’de, yüz bu kadar yıldan beri nice büyük adamlar, nice ileri görüşlü adamlar, Türk toplumunun yeni dünya şartları içinde ayakta kalıp tutulabilmesi için, Batı medeniyetine ayak uydurmak zorunda olduğunu sezmişler, bunun uyanıkken rüyasını görmüşlerdir.
Zaman zaman bu sezişi bilgili bir düşünceye çevirebilenler çıkmıştır… Namık Kemal gibi, Mithat Paşa gibi, Ziya Gökalp gibi bu düşünceleri işe çevirmek için çabalayanlar da eksik olmamıştır.
Türk topluluğunu yaşatmanın bu hayal şartlarını bir terkip halinde ele alan, sezişi düşünceye çıkaran, düşünceyi iş yapan tek adam, Mustafa Kemal’dir.
Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler kâşâneler gördüm
Dolaştım mülk-i islâmı bütün virâneler gördüm
diyebilen Ziya Paşalar :
Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın
Herşey olacak kudret-i irfanla inandım
diye bekleşen Tevfik Fikretler, hep rüya görmüşlerdir;
bunları bir bir hayra yoran Ziya Gökalp’ten sonra bu tekrar tekrar, başka başka görülen rüyayı bir uçtan bütün heybeti ve haşmetiyle gerçekleştirmek, Mustafa Kemal’e kısmet olmuştur.
Onun açtığı yol, bütün eski büyüklerin, eski iletilerin, eski uyanıkların, eski aydınların izlediği çetin ve çapraşık dağ yoludur.
O tek başına tırmanan zavallı büyüklerin dar geçidi şimdi bütün Atatürk çocuklarının elini kolunu sallayarak yürüdüğü bir ana yol olmuştur.
Her gerçek Türk idealistinin hayat yolu, dâva yolu, iman yolu, bu ‘Atatürk beli’nden geçer.
…Dönüp baktım benim, hep benim izlerimdi
diye kendi açtığı geçitten,
bütün korkutmalara ve yıldırmalara rağmen tek başına yürümek, bir büyüklük harcıdır amma o dar, o sarp, o çetin geçidi, herkesin kamaşan gözleri ve büyüyen bakışları önünde, başının üstündeki kurşunları sinek kovalar gibi elinin tersiyle iterek,
herkesin geçebileceği bir ana yol haline getirebilmek, asıl büyüklüktür, en büyüklüktür!..
Biz, sevgimizi, Namık Kemallerden, Tevfik Fikretlerden, Mithat Paşalardan, Ziya Gökalplerden alarak Mustafa Kemal’e vermiş , dar görüşlü, dar kalpli kimseler değiliz.
Biz onların yaptığı piramitin üstünde duran Mustafa Kemal’i, o canlı kaidelerle birlikte, bir bütün, bir anıt olarak seviyoruz. Onlar yalnız bizim kalbimizde ve kafamızda değil, her yerde, her zamanda,
Mustafa Kemal’in sayesinde anlaşılabilecek, sevilebilecek, tutunabilecek bir varlık olmuşlar. Bir takım olmaz şeyleri hayal eden meczuplar olmaktan bu sayede kurtulmuşlar; onunla hayalden hayata doğmuşlardır.
Biz yıllar süren uzun bir karanlığın içinde, yarasa olmamak azmiyle doğan, gece içinde boyuna ve boşuna göz kırpıp duran, ruhumuzu emzirecek bir güneş ışığını beklemekten yorulan zavallılar, uçsuz bucaksız kara göğün şurasında burasında parıldayan yıldızlara, ağzı açık,
hayran hayran bakarken; bir de ne görelim, ‘Bunlar da elimizden gitti, o ışıklar söndü. hangi mumu hangi harçlıkla nereden alıp derdimize yanalım?’ diye sızlanırken birden koyu karanlığın içinden bir güneş parlamasın mı?
Ona nasıl Günebakan’lar gibi dönüvermeyelim, nasıl gözlerimiz kamaştıkça önünde eğilmeyelim, nasıl yanar gibi oldukça pervaneleşip ısınmaya muhtaç oldukça yakınına koşmayalım?..
Doğum tarihimiz kaç olursa olsun, biz 1919 tevellütlüyüz; doğum yerimiz neresi olursa olsun, biz Dumlupınarlıyız… Sözün kısası, biz Mustafa Kemal'in çocuklarıyız.
Sade namus belâsı ve ahde vefa icabı değil; en egoistçe yaşama şartı olarak da, Atatürkçü olmaktan başka çare göremiyoruz.
Mustafa Kemal’in ilk parolası ‘Ya. hürriyet ya ölüm‘dü; Mustafa Kemal’lerin ilk ve son parolası: ‘Ya Garbci milliyetçilik ya ölüm!’
Ya Atatürk’ün yolundan gider, yeni hayata kavuşur, yeniden şerefle yaşamaya lâyık oluruz yahut bizi ölümlerden ölüm beğenmeye bile bırakmazlar; düşmanlar süpürmezse hayat sürükler alır gider.
Bu, parola bile değil; bu çetin ve yaman gerçeğin ta kendisi!.
Tekrar edelim: Mustafa Kemal’le, menfaat, mevki, şu bu bakımdan bir hesabı olanlar, kanuni veresesine müracaatta bulunsunlar. Bizler, fikir Mustafa Kemal’in varisleriyiz! Onun fikirlerini ve eserlerini, uyanık, tetikte, azimle bekliyoruz.
‘Siz kimsiniz’ diye dudak büküp soracak menfiler çıkabilir! Onlara ‘Biz bütün gençler’ diye büyük lâf etmesek de olur.
Biz bir avuç olsak da varız ve hep var olacağız!
Behçet Kemal ÇAĞLAR
Not: Mustafa Kemal'in çocukları olmaktan gurur duyanlar el kaldırsın.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Fikirlerin ve doktrinlerin büyük talihsizliği, bir gün gelip kelimeleşmeleridir.
İnsanlığa yeni fikirler getiren ve yeni doktrinler veren düşünürlerin ve önderlerin hazin kaderi de, bir gün gelip, şekil ve suretlerden ibaret donmuş putlar haline sokuluşlarıdır.
Halbuki fikirler ve doktrinler yaşayan varlıklardır. Bunları düşünen ve yayanlar da, hayatın içinden gelen ve hayatın içinde yoğrulmuş hareketli yaratıklardır. Bunlar, tarih içinde birer misyonu olan insanlardır.
Türk Ocağı merkez binası için bir proje yarışması açıldı. Etnografya Müzesi'ni yapan Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun projesi birinci oldu.
Atatürk, binada Türk süslemelerinin kullanılmasını istemiş ve yalnızca Türk işçilerinin çalışmasını emretmişti.
Bunu Arif Hikmet Koyunoğlu kendi ağzından şu şekilde anlatıyor :
'' Türk ocağı inşaatına 21 Eylül 1925 tarihinde başlamış ve 18 ayda tamamlamıştım. Ankara'da ilk betonun kullanıldığı bu binayı Mustafa Kemal 18 ayda tamamlamamı emir buyurmuştu.
Ayrıca, ''binanın inşaatının her şeyinde yalnız Türkler çalışacak, yabancılar hiçbir yerde görev almayacaklar'' dediler. Ne yazık o günlerde teknik elemanların ve ustaların büyük bir bölümü yabancı kökenli idiler.
Bu pazar yine genel kültür tadında…
Bunaltıcı ve yoğun gündemler arasında biraz tebessüm biraz da hayretle okuyacağınız bir konu…
Malum önceki hafta okullar bir bir yarıyıl tatillerine girdiler.
Peki…
Hiç merak ettiniz mi..?
Dünya tarihinde “ilk” okul nerede ve ne zaman açıldı..?
Haydi o zaman…
Bundan tam 5 bin yıl önce...
M.Ö.3 Binler...
Yer, Sümerliler...
Başka bir deyişle, ilk uygarlığı kuran, ilk yazıyı bularak tarihe başlangıç olan Sümerliler...
Son dakika haberine göre; AK Parti'nin tarihçi Milletvekili Doç. Dr. Halil Özşavlı, İngiliz arşivinde Atatürk'ün 98 yıl önce Le Temps gazetesinden gazeteci Paul Gentizon'a verdiği röportaja ulaştı.
AK Parti'nin tarihçi Milletvekili Doç. Dr. Halil Özşavlı, İngiliz arşivinde Mustafa Kemal Atatürk'ün 98 yıl önce Le Temps gazetesinden gazeteci Paul Gentizon'a verdiği ve bugüne kadar bilinmeyen röportajını gün yüzüne çıkardı.
''ATATÜRK FİLİSTİN CEPHESİNDEN KAÇTI''
diyenlere, bol kaynaklı açıklamalar.
Her ne kadar onlar utanmayacak olsalar da, değerli takipçiler mutlaka arşivlerinde bulundurmalı.
Atatürk, 5 Temmuz 1917’de merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutanlığından İstanbul’da kurularak, Filistin Cephesi’ne intikal ettirilen 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanmış, 15 Temmuz 1917’de kurulan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına bağlanmıştır.
Mustafa Kemâl, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman Mareşali Falkenhayn ile sorunlar yaşayınca istifa ederek İstanbul’a gitmiştir. (Yazışmalar için; Atatürk'ün Filistin’deki yazışmaları-1917 yılı) Mareşal Falkenhayn, Filistin Cephesi’nde başarılı olamayınca,