Bu pazar yine genel kültür tadında…
Bunaltıcı ve yoğun gündemler arasında biraz tebessüm biraz da hayretle okuyacağınız bir konu…
Malum önceki hafta okullar bir bir yarıyıl tatillerine girdiler.
Peki…
Hiç merak ettiniz mi..?
Dünya tarihinde “ilk” okul nerede ve ne zaman açıldı..?
Haydi o zaman…
Bundan tam 5 bin yıl önce...
M.Ö.3 Binler...
Yer, Sümerliler...
Başka bir deyişle, ilk uygarlığı kuran, ilk yazıyı bularak tarihe başlangıç olan Sümerliler...
Sümerliler bir Ön-Asya topluluğu iken, (muhtemelen Tufan’dan sonra ) göçederek Mezopotamya’ya inerler...
Orada küçük şehir devletleri kurarlar.
Bunların içinde Ön-Türkler’in (Proto-Türk) de bulunduğu özellikle “Turukku” şehir devleti çok önemli ve oldukça da dikkat çekicidir.
Yıllarca batılılar Sümer dilini
Hint-Avrupa ya da Sami diller arasına sokmaya çalıştılar...
Ama olmadı...
Uymadı.
En sonunda hiç bir dille bağı olmayan, kaybolmuş bir dil diyerek işin içinden sıyrılma kolaycılığına giderek işi kapamaya çalıştılar.
Oysa...
Bulunan binlerce tabletler gösterdi ki; Sümerce eklemeli bir dildir.
Dahası…
Sümer dilinde, bırakın kadim Türkçeyi, günümüz Türkçesi ile bile bir çok ortak kelimeler mevcuttur.
Ne de olsa Ön Asya’dan gelmediler mi ? !!!
İLK OKUL
Herşey yazının Sümer’de bulunuşuyla başlar...
Başlangıçta meslekî bir eğitim için yani özellikle tapınak ve sarayın ekonomik ve idarî gereksinimleri için “yazmanlar” yetiştirmek amacı ile kurulurlar.
Yazmanlık o dönemde öyle geçerli hale gelir ki büyük rağbet görür.
Bu rağbet ile buralar meslekî eğitimden çıkarak, günümüzdeki anlamı ile okullar haline gelirler.
Böylece artık okullarda zamanın geçerli olan bilimleri tanrıbilim, bitkibilim, hayvanbilim, coğrafya, madenbilim,matematik ve dilbilgisi müfredata girer ve öğrencilere verilmeye başlanır.
Bunlarla ilgili onlarca ders kitabı tabletleri bulunmuştur.
Her ayın altı günü okullar tatildir.
Her okulun başında,
“okulun babası” denilen “ummia”(uzman) bulunurdu.
Okullarda öğretmenlerin yardımcısı olarak ayrıca “ağbey” denilen belletmenler de vardır.
Sabah gündoğumu ile okula giden öğrenciler günbatımı ile evlerine dönerlerdi.
Bir önceki gün belletmenler tarafından verilen dersler, özellikle de çizim ve kopyalama çok önemliydi.
Okullar aşırı disiplinliydi.
Hatalar ve eksiklere karşı “Sopa” belletmenlerin tek güvencesiydi.
(Sümercede “dayak” kelimesinin karşılığı “sopa şekli” ile yazılmaktadır)
İLK GÜNLÜK
Bulunan ve “ilk günlük” olarak kabul edebileceğimiz bir tablette anlatılanlar adeta günümüz ile aynı;
-Sabah erkenden uyandığımda anneme dönüp;
-Bana öğle yemeğimi hazırla,
okul vakti çok yaklaştı, dedim.
Annem de sandeviç hazırladı.
Hemen okula gitmek için yola koyuldum.
Ancak yine de okula çok geç kalmıştım.
Belletmen bunun için bana çok kızdı.
Yüreğim ağzıma geldi.
Zaten belletmenler yazıları, ödevleri, olur olmaz herşeyi bahane ederler ve döverlerdi.
-Tabletlerimi ezbere okudum.
Öğle yemeğimi yedim.
Yeni tabletimi hazırladım, yazdım, bitirdim.
...
-Akşam eve gelince ezberlerimi babama okudum.
Babamın çok hoşuna gitti...
Ancak...
İLK TORPİL
Gündüz ki olayı babama anlatınca babam hemen öğretmenimi eve davet etti.
Gelirgelmez baş köşeye oturttuk.
(İlk yağcılık 🤫😀)
Biraz armağanlar eşiliğinde güzel bir yemek ve içki ziyafeti verdik.
Bunun üzerine öğretmenim oldukça yumuşadı ve bana dersler hakkında nasihatlar verdi.
(İlk torpil 🤫😆)
BABA NASİHATI;
OKU OKU DA ADAM OL
Yine o dönemde bulunan bir başka ilginç tablette yazılanlar günümüzden hiç de farklı değildir.
Baba oğluna;
-Sokaklarda avare avare sürtme !
-Okuluna git !
-Ödevlerini yap !
-Ezberini yap !
-Ağabeyin gibi çalış !
-Önceki kuşaklardan örnek al !
-Arkadaşlarını iyi seç, kötülerle
eş olma !
-Ömrümde sana sazlıktan kamış
getirtmedim.
-Diğer çocuklar gibi taş
taşımadın, sazları taşımadın.
-Seni asla tarlamda saban
sürmeye zorlamadım.
-Git çalış beni geçindir demedim.
-Senin gibiler çoktan çalışıp
anne babalarının geçimini
sağlıyorlar.
-Yan komşunun oğlunu örnek al!
-Seni okutup “yazman”
olabilmen için çok uğraştım .
...
-Ama sen çok lakayıtsın...
-Çok sorumsuzsun !!!
-Bu durumun beni oldukça
endişelendirip, üzüyor.
-Bu gidişle sen çok zor adam olursun !!!
Bu sözleri...
Eminim sizler de bir yerlerden
hatırlıyorsunuzdur !
Dip Not:
Sümer Devleti’nin kurulum yeri günümüzde Bağdat’ın güneyidir.
Burada yapılan kazılarda bulunan tabletlerin bir kısmı;
-İstanbul Eski Şark Eserleri
Müzesi’ndedir.
Diğerleri ise;
-British Museum (Londra)
-Louvre Museum ( Paris)
-Philadelphia University
Museum
-Yale University Collections
gibi farklı ülkelere dağılmış
haldedir.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Fikirlerin ve doktrinlerin büyük talihsizliği, bir gün gelip kelimeleşmeleridir.
İnsanlığa yeni fikirler getiren ve yeni doktrinler veren düşünürlerin ve önderlerin hazin kaderi de, bir gün gelip, şekil ve suretlerden ibaret donmuş putlar haline sokuluşlarıdır.
Halbuki fikirler ve doktrinler yaşayan varlıklardır. Bunları düşünen ve yayanlar da, hayatın içinden gelen ve hayatın içinde yoğrulmuş hareketli yaratıklardır. Bunlar, tarih içinde birer misyonu olan insanlardır.
Türk Ocağı merkez binası için bir proje yarışması açıldı. Etnografya Müzesi'ni yapan Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun projesi birinci oldu.
Atatürk, binada Türk süslemelerinin kullanılmasını istemiş ve yalnızca Türk işçilerinin çalışmasını emretmişti.
Bunu Arif Hikmet Koyunoğlu kendi ağzından şu şekilde anlatıyor :
'' Türk ocağı inşaatına 21 Eylül 1925 tarihinde başlamış ve 18 ayda tamamlamıştım. Ankara'da ilk betonun kullanıldığı bu binayı Mustafa Kemal 18 ayda tamamlamamı emir buyurmuştu.
Ayrıca, ''binanın inşaatının her şeyinde yalnız Türkler çalışacak, yabancılar hiçbir yerde görev almayacaklar'' dediler. Ne yazık o günlerde teknik elemanların ve ustaların büyük bir bölümü yabancı kökenli idiler.
Son dakika haberine göre; AK Parti'nin tarihçi Milletvekili Doç. Dr. Halil Özşavlı, İngiliz arşivinde Atatürk'ün 98 yıl önce Le Temps gazetesinden gazeteci Paul Gentizon'a verdiği röportaja ulaştı.
AK Parti'nin tarihçi Milletvekili Doç. Dr. Halil Özşavlı, İngiliz arşivinde Mustafa Kemal Atatürk'ün 98 yıl önce Le Temps gazetesinden gazeteci Paul Gentizon'a verdiği ve bugüne kadar bilinmeyen röportajını gün yüzüne çıkardı.
Yaşadığımız günlerden, okuduğumuz kitaplardan, öğrendiğimiz gerçeklerden çıkardığımız sonuç şudur:
Türkiye’de, yüz bu kadar yıldan beri nice büyük adamlar, nice ileri görüşlü adamlar, Türk toplumunun yeni dünya şartları içinde ayakta kalıp tutulabilmesi için, Batı medeniyetine ayak uydurmak zorunda olduğunu sezmişler, bunun uyanıkken rüyasını görmüşlerdir.
Zaman zaman bu sezişi bilgili bir düşünceye çevirebilenler çıkmıştır… Namık Kemal gibi, Mithat Paşa gibi, Ziya Gökalp gibi bu düşünceleri işe çevirmek için çabalayanlar da eksik olmamıştır.
''ATATÜRK FİLİSTİN CEPHESİNDEN KAÇTI''
diyenlere, bol kaynaklı açıklamalar.
Her ne kadar onlar utanmayacak olsalar da, değerli takipçiler mutlaka arşivlerinde bulundurmalı.
Atatürk, 5 Temmuz 1917’de merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutanlığından İstanbul’da kurularak, Filistin Cephesi’ne intikal ettirilen 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanmış, 15 Temmuz 1917’de kurulan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına bağlanmıştır.
Mustafa Kemâl, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman Mareşali Falkenhayn ile sorunlar yaşayınca istifa ederek İstanbul’a gitmiştir. (Yazışmalar için; Atatürk'ün Filistin’deki yazışmaları-1917 yılı) Mareşal Falkenhayn, Filistin Cephesi’nde başarılı olamayınca,