Türk Ocağı merkez binası için bir proje yarışması açıldı. Etnografya Müzesi'ni yapan Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun projesi birinci oldu.
Atatürk, binada Türk süslemelerinin kullanılmasını istemiş ve yalnızca Türk işçilerinin çalışmasını emretmişti.
Bunu Arif Hikmet Koyunoğlu kendi ağzından şu şekilde anlatıyor :
'' Türk ocağı inşaatına 21 Eylül 1925 tarihinde başlamış ve 18 ayda tamamlamıştım. Ankara'da ilk betonun kullanıldığı bu binayı Mustafa Kemal 18 ayda tamamlamamı emir buyurmuştu.
Ayrıca, ''binanın inşaatının her şeyinde yalnız Türkler çalışacak, yabancılar hiçbir yerde görev almayacaklar'' dediler. Ne yazık o günlerde teknik elemanların ve ustaların büyük bir bölümü yabancı kökenli idiler.
Kurtuluş Savaşı’nda Türk taşçı ustalarının önemli bir bölümü cephede ölmüştü. Mimar Koyunoğlu mezartaşı ustalarını toplayarak ve Marmara adasından bin bir güçlükle mermer getirerek 1930 yılı Nisanında binanın inşaatını tamamladı.
Mermer ustası Hüseyin Avni, maden ustası Hakkı, taşçı ustası Baki ve Ankaralı Hüseyin Efendiler mimarın adlarını saygıyla andığı ustalardır. İnşaat süresince Atatürk sık sık denetimde bulunmuştur.
Mimar Koyunoğlu’nun anılarına göre, Atatürk karlı bir kış günü gene denetime gelmiş, tahtalarla çevrili odalarda mermeri işleyen işçilerle birlikte tencerede kaynatılan çayı tahta kaşıkla içmiştir.
Gençlik Parkı projesinden de inşaatın önünde Mimar Koyunoğlu’na söz etmiştir. Tiyatro salonunda akustik meselesine çok önem vermiştim.
Tanıdığım müzisyen arkadaşlarımı çağırıyor, çalgı çaldırıyordum. Bir yerden fena bir akis geliyor mu , ses uğulduyor mu , diye dikkatle tecrübeler yapıyordum.
Salon akustiğini kontrol için Avrupa'dan büyük sanatkarlar gelmişti. Paris'ten gelen Mari Bel , böyle güzel bir salon görmediğini söylemişti. Bütün işler bitmişti. Umumi temizlik yapıyorduk.
Hamdullah Suphi bey ve bütün sanatsever arkadaşlarını üzen bir durum vardı. Bu da ''Türk Salonu'' idi. Recep Peker ve Hamdullah Suphi Bey çekinerek yanıma gelmiş, '' Hikmet'çiğim hiç paramız kalmadı , sana aylarca Ankara'nın
tarihi evlerinde etüdler yaptırdık onlardan aldığın
ilhamla resimler hazırladın, çok yazık ki, paramız kalmadı.
Gazi'ye ne diyeceğiz, bilmiyoruz. Salonun alçı sıvası bitti, öylece bırakalım, ''kendilerine, paraya lüzum yok, ben o salonun bütün süsleme işçiliğini parasız olarak kendim yaparım, yalnız biraz alçı gibi şeyler lazım''
demiştim. İnşaat yerlerimizi ve atelyelerimizi sevgili Atatürk'ümüz daima şereflendirir, genellikle de bunu habersiz yapardı.
Hiç unutmam birgün inşaat şantiyesinde şu sözleri söylemişlerdi:
''Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine has birer mimari stil yaratmışlardır. Son asrın sanat çalışma ve düşüncelerinin sonunda modern bir mimari doğmuştur. Fakat bu modern mimari, her milletin karakter ve düşünce farklarıyla, birbirinden ayrı görüş ve anlamdadır.
Bir İtalyan modern mimarisi ile bir Alman modern mimarisi arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimariler bütün görünüşleriyle hangi milletin malı olduğunu anlatmaktadırlar.''
Biz de, asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimari lazımdır. Fakat bu modern mimari, diğer milletlerin taklitçiliğini değil, yurdumuza Türklüğe özgü bir mimari olmalıdır.
Bize orjinal bir modern Türk mimarisi lazımdır. Eminim ki , yetişmekte olan genç Türk mimarları olumlu bir yaratıcılığa erişeceklerdir.''
Ahmet Turan Altıner,
Zafer Akay,
Ahmet Ardıçoğlu.
Arkitek 1991 sayı 4..
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Fikirlerin ve doktrinlerin büyük talihsizliği, bir gün gelip kelimeleşmeleridir.
İnsanlığa yeni fikirler getiren ve yeni doktrinler veren düşünürlerin ve önderlerin hazin kaderi de, bir gün gelip, şekil ve suretlerden ibaret donmuş putlar haline sokuluşlarıdır.
Halbuki fikirler ve doktrinler yaşayan varlıklardır. Bunları düşünen ve yayanlar da, hayatın içinden gelen ve hayatın içinde yoğrulmuş hareketli yaratıklardır. Bunlar, tarih içinde birer misyonu olan insanlardır.
Bu pazar yine genel kültür tadında…
Bunaltıcı ve yoğun gündemler arasında biraz tebessüm biraz da hayretle okuyacağınız bir konu…
Malum önceki hafta okullar bir bir yarıyıl tatillerine girdiler.
Peki…
Hiç merak ettiniz mi..?
Dünya tarihinde “ilk” okul nerede ve ne zaman açıldı..?
Haydi o zaman…
Bundan tam 5 bin yıl önce...
M.Ö.3 Binler...
Yer, Sümerliler...
Başka bir deyişle, ilk uygarlığı kuran, ilk yazıyı bularak tarihe başlangıç olan Sümerliler...
Son dakika haberine göre; AK Parti'nin tarihçi Milletvekili Doç. Dr. Halil Özşavlı, İngiliz arşivinde Atatürk'ün 98 yıl önce Le Temps gazetesinden gazeteci Paul Gentizon'a verdiği röportaja ulaştı.
AK Parti'nin tarihçi Milletvekili Doç. Dr. Halil Özşavlı, İngiliz arşivinde Mustafa Kemal Atatürk'ün 98 yıl önce Le Temps gazetesinden gazeteci Paul Gentizon'a verdiği ve bugüne kadar bilinmeyen röportajını gün yüzüne çıkardı.
Yaşadığımız günlerden, okuduğumuz kitaplardan, öğrendiğimiz gerçeklerden çıkardığımız sonuç şudur:
Türkiye’de, yüz bu kadar yıldan beri nice büyük adamlar, nice ileri görüşlü adamlar, Türk toplumunun yeni dünya şartları içinde ayakta kalıp tutulabilmesi için, Batı medeniyetine ayak uydurmak zorunda olduğunu sezmişler, bunun uyanıkken rüyasını görmüşlerdir.
Zaman zaman bu sezişi bilgili bir düşünceye çevirebilenler çıkmıştır… Namık Kemal gibi, Mithat Paşa gibi, Ziya Gökalp gibi bu düşünceleri işe çevirmek için çabalayanlar da eksik olmamıştır.
''ATATÜRK FİLİSTİN CEPHESİNDEN KAÇTI''
diyenlere, bol kaynaklı açıklamalar.
Her ne kadar onlar utanmayacak olsalar da, değerli takipçiler mutlaka arşivlerinde bulundurmalı.
Atatürk, 5 Temmuz 1917’de merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutanlığından İstanbul’da kurularak, Filistin Cephesi’ne intikal ettirilen 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanmış, 15 Temmuz 1917’de kurulan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına bağlanmıştır.
Mustafa Kemâl, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman Mareşali Falkenhayn ile sorunlar yaşayınca istifa ederek İstanbul’a gitmiştir. (Yazışmalar için; Atatürk'ün Filistin’deki yazışmaları-1917 yılı) Mareşal Falkenhayn, Filistin Cephesi’nde başarılı olamayınca,