ERZURUM VE SİVAS KONGRELERİNDEN SONRA MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN ANKARA'YA GELİŞİNİN 101. YIL DÖNÜMÜ KUTLU OLSUN.
(27 ARALIK 1919)
Mustafa Kemal geliyor!
Açık ve ılık bir hava. Öğleden sonra saat üçü geçiyor. Bu dakika uzaklardan bir otomobilin korna sesi, bütün insanları yerinden oynattı. Kızıl Yokuş toz dumana karıştı. İki otomobil. Alkış ve yaşa sesleri yeri ve göğü inletiyordu.
Çankaya ve Dikmen tepelerinden güzel sesli hazıflar salat ve ezan okuyorlardı.
Büyük harpten kalma eski ve boyası dökülmüş motoru adeta işlemek için isyan ettiği hissini bırakan, takırtılı sesler çıkaran tekaüde çıkarılmış bir Benz otomobil yaklaştı.
Otomobiller Gölbaşı'na gelince Yahya Galip Bey ile Ali Fuat Paşa’yı Mustafa Kemal otomobiline aldılar. Mustafa Kemal’in şoförü Mehmet Efendi adında birsiydi.
Kırşehir’in bozuk yollarında otomobillerinin lastikleri patlamıştı. Lastiklerin patlak yerlerine şoför Mehmet paçavralar tıkamıştı. Bunu ATATÜRK’ün kendisi bana anlatmıştı.
Öndeki otomobilde sanki bir güneş doğmuştu. Mustafa Kemal binlerce insan onun yoluna dökülmüşlerdi. Bugün nasıl bir gündü? Bugünü tasvir etmek ve kaleme almak tarihçilerin değil ancak dahi ediplerin hakkıdır. Bu heyecan volkanın içinde Mustafa Kemal.
Bir millet tarihin karanlıklarına gömülerek yok olurken, tekrar ne suretle doğuyor ve toplum vicdanı ne suretle galeyana gelerek, sinesinden bir önder yaratıyor, onu bugün görmek mümkündü.
Bu yazdıklarımı okuyanlar, bilmeyenlere öğretsinler. Türkoğlu nedir? Oğuz töresince neler yaratmışlardır? Kendilerine bırakılan vatanın ne müşkül anlarda ve ne gibi büyük galeyanlarla meydana geldiğini okuyup anlasınlar.
Ona göre millet yolunda böyle çalışsınlar diye gece durmadım, gece uyumadım, sizlere tarihi vakaları yeniden canlandırmaya, millî enerjimizi yükseltmeye çalıştım. Millî mücadelenin bütün bu safhaları mazlum milletlere örnektir. Onlar da dikkatle okuyup uyansınlar!
İşte Türk’ün büyük seciyesi, yaratıcı kabiliyeti şimdi Mustafa Kemal’in etrafında kalpten bir çelenk örmüştü. Mustafa Kemal’de bu galeyan karşısında ne olduğunu şaşırdı.
O zaman ona muvaffak olmak inancı geldi. Ankara’lıları çok sevdi. Ankara’dan bir daha ayrılmadı. Ankara’lıları çok sevdiğini her zaman söylerdi.
Birinci otomobilde, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Bey’ler de bulunuyordu. İkinci otomobilde Temsil Heyetinin sekreteri Hüsrev (Gerede) Washington Sefiri olan Rüstem, Kocaeli mebusu olan Süreyya, başvekil olan Doktor Refik(Saydam) vardı.
Otomobiller halkın ruhundan kopan yaşa haykırışları arasında ağır ağır ilerliyordu.
Mustafa Kemal’in sarı kalın kaşları, göğün enginliğini taşıyan mavi gözleri herkese ayrı ayrı iltifatlar saçıyor, halkı coşturuyordu.
Otomobiller ilerledikçe, halkta takip ediyor, bu akış Osmanlı İmparatorluğu'nun yerine yeni Türkiye’yi yaratmaya koşuyordu. Kızıl Yokuş'un altında iki büyük sancak dikilmişti. Burada iki kurban kesildi.
Buraya Haymana Seymen’leri dizilmişti. Otomobiller Genelkurmay’ın bulunduğu sahada bulunan ahşap bir evin önüne geldiği zaman Seymen’ler tarafından burada alaca bir dana kurban edildi.
Mustafa Kemal Paşa burada karşılama heyetini ve devlet memurlarını bir arada görünce, otomobilinden indi. Herkesin ayrı ayrı ellerini sıktı.
Biraz daha ileri gidince yedi yüz delikanlı Zeybek kıyafetinde ve ellerinde teke palalar olan Seymen’leri dimdik ve canlı olarak görünce bu Zeybek Alay’larına büsbütün hayrette kaldı. Bu muazzam ve tarihte misli az görülmüş tezahürata şaşa kaldı.
Bu koç yiğitleri sert bir sesle:
-Merhaba Efe’ler!
Diye yüksek sesle selamladı. Efe’ler hep bir ağızdan:
-Sağ ol Paşa hazretleri.
Mustafa Kemal:
-Arkadaşlar buraya niçin geldiniz?
Efe’ler hep bir ağızdan bağırdılar:
-Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik!
Mustafa Kemal:
-Fikrinizde sabit misiniz?
Tekrar bağırdılar:
-And olsun!
Mustafa Kemal gözleri yaşararak:
-Var olun yiğitler!
Halkta yaşa sesleriyle her tarafı inletiyordu. Mustafa Kemal yürüyor, otomobili de kendisini takip ediyordu. Dil ve Tarih Fakültesinin bulunduğu yerde Ankara Uleması toplanmıştı. En başta Müftü Hoca Rifat Efendi bulunuyordu. Mustafa Kemal Ulemayı görünce yanlarına yaklaştı.
Adam, Türkçe bir sözdür. Sümercesi de, eski Türkçesi de adamdır. Adam, cinsiyet vurgulayan bir kavram değildir. Kişioğlu demektir. Adam nitelemesi kadın için de, erkek için de geçerlidir.
Sağda solda çok sık duyarız ya da kendimiz de söyleriz, “Çok uğraştım, ama onun adam olmadığını gördüm” ya da “Onu bir şey sanmıştım, ama adam değilmiş” diye.
Atatürk’ün manevi kızlarından Afet İnan, tarih öğrenimi görüyordu. Hocalarından, İsviçreli ünlü bilim adamı Prof. Eugéne Pittard, doktora tezi olarak, Türk’ü tanımlamasını istedi.
Öğrencisinin, Atatürk’e danışacağını biliyordu. İsviçreli ünlü profesör, En Büyük Türk’ün, Türk ulusunu nasıl tanımlayacağını merak ediyordu.
“ Ankara’ya gitmek zamanı yaklaşıyor. Hazırlanmak için lazım gelenlere emir verdim. Sen de kesenin ağzını aç bakalım.
Mazhar Müfit Kansu: Hangi kesenin ağzını, ağzı açılacak kese mi var?
Mustafa Kemal: Şakayı bırakalım, yol için para lazım. Mevcudumuz nedir?
Mazhar Müfit Kansu : Bankalardan Temsilciler Kurulu adına borç alamayız. Şahsımız namına alırız. Mesela ben, sen ve diğer bir arkadaş bankadan borç para alamaz mıyız? Bu da mı soygunculuk sayılacak?
İngiliz İzmir konsolosu Palgrave l868' de ülkesine yazdığı bir raporda şunları yazıyordu:
"Osmanlıda ki Hıristiyanların Türklere kıyasla refah içinde olmalarını, onların daha enerjik, çalışkan ve erdemli olmalarına yormak yanlıştır.
Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namusluluk ve dürüst iş çıkarma bakımından Türkler şaşmaz biçimde, Rum ve Ermeni hemşehrilerinden kesinlikle bir gömlek üstündürler.
Ama nevar ki, Türkler muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir ve ezilmektedirler.