“Ali Koç Olayı”ndan yola çıkarak Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti, kültürü ve farklılıkları üzerine bir kaç şey söylemek istiyorum.
Futbol, gerçekten asla sadece futbol değil.
Ali Koç, eylem ve konuşmalarıyla daha derindeki çelişkiyi ortaya çıkarıyor.
Anlatmayı deneyeceğim.
Ali Koç, hedefe neden Fatih Terim‘i koydu?
Şalgam satarak çocuklarını büyütmüş bir babanın evladı, tırnaklarıyla kazıya kazıya bugüne gelen torun sahibi birine neden saldırıyor?
Burjuva kültürü aldığı varsayılan, ayaklı vizyon gibi dolaşan biri nasıl oldu da bu noktaya geldi?
Ülkenin “modern” bir Holdinginin parlak velihatı, ailesinin korunaklı sınırı dışındaki ilk sınavında bu kadar erken bu noktaya nasıl gelir?
Aslında bugünlerde arka arkaya yaşananlar, Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki 112 yıllık farkı da ortaya koyan turnusol kağıdır.
Çok eksiği de olsa, bazen yalpalasa da Modernleşmeye inanmış bir camia olarak Galatasaray, her türlü maddi zorluklarına rağmen Batı futboluna adapte olmayı, hatta bazı dönemlerde de onlarla ciddi rekabet etmeyi başarabiliyor.
Ama “Batı kültürüyle büyümüş, modernleşmeye inanmış” bir Başkanına sahip olan bir camia olarak Fenerbahçe, en hafif tabiriyle önüne bakıp kendi eksiklerini onarmaya girişeceğine yine rakibini aşağıda çekmeye çalışıyor...
Kader gibi, hep aynı şeyi yaşıyoruz.
Başka bir deyişle;
Adana’dan çıkan bu toprakların tipik çocuğu Fatih Terim, Galatasaray’ın bu kültürüne kolayca eklemlenip hedefini Avrupa’ya çevirebiliyor ve büyük başarılar alabiliyor....
Vizyonlu Ali Koç’un camiasının, Aykut’undan Ersun Yanal’ına yetiştirdiği hiçbir öz evladı, bunun yakınından kıyısından geçemiyor, yine ülke içi kısır rekabet ile “günü kurtarmaya” devam ediyorlar...
Bu, o cenahta hiç sorgulanmayacak. Bu yüzden hiç yanıtlanmayacak.
Oysa Fenerbahçelilerle toplumda birarada yaşıyoruz.
Çocukluk arkadaşlarımız var, iş arkadaşlarımız var, ailemizde var...
Biliyorum ki, hepsinin Ali Koç seçildiğinde en büyük umutları, Galatasaray’ın artık refleks haline getirdiği modern, Batı kafalı hamle üstünlüğünün nihayet kendi kulüplerinde de olacağı beklentisiydi...
Seçilirken şunlrı vaad eden bir Başkan vardı ve herkesi inandırmıştı:
“Futbol anlayışımız baştan aşağı değişmeli. Günü kurtarma felsefesi, rasyonel, içinde bulunduğumuz mali durumun da göz önünde bulundurularak orta vadeli tohumlar atılarak baştan aşağı değişmeli....”
“... Çağa uygun yönetim vizyonu. Gittiğimiz, görüştüğümüz yerlerde bambaşka bir dünya, bambaşka bir vizyon var.... Fenerbahçe'nin örnek kulüp olması. Ne demek bu? Toplam faydayı yukarıya çıkartmak. Tüm kulüplerin bir araya gelerek değeri artırmak, seyir zevkini artırmak...."
O dönemde Fenerbahçe’ye modern futbol yönetimi felsefesi geliyor diye endişe duyan Galatasaraylıları ilk feahlatan şey, seçildiğinin daha ilk günlerinde, yanına aldığı ve halen devam eden Comoli’nin “cebimizde 100 kişilik liste var” dediğinde buna inanmış görünen Ali Koç’tu.
Tipik bir “Batı hayranı Şark kafası” biriyle karşı karşıya olduğumuzu anlamakta gecikmedik...
6 yıldır işsiz birini sprotf direktör olarak almış, en abuk lafını bile doğru olarak kabul ediyordu:
“Wenger’e oyuncu soruyoruz. Direktörümüz hergün Wenger’le görüşüyor (!)
Rahatlamıştık.
Bu kafa, bildiğimiz aynı kafaydı:
Kendisi üretemeyen, fikri olmayan, Batı’nın herşeyini doğru kabul eden, öz güveni eksik Şark kafası.
Sonrası malum:
Philip Cocu’nun gelişi... Ellerindeki aslında fena olmayan futbolcu havuzunun jet hızıyla boşaltılması...
“100 Kişilik Hazır Liste”den inanılmaz transferler.
Harcanan yaklaşık 40 milyon Euro...
Sezonla tüm hataların anında ortaya çıkması...
Küme düşme hattına iniş...
Daha 6 ay önce Ersun Yanal’ı isteyen bir kongre üyesine kürsüden “siz benim vizyonumu hiç anlamamışsınız” diye dalga geçen Ali Koç’un U dönüşü..
Tolgay’dan Serdar’a “fırsat” transferleri... vs.
Ve şimdi, “futbol” alanında net kaybeden, başarısız olan Ali Koç’un futbolu bırakıp “masa başı”na girdiğini görüyoruz.
Fenerbahçe’yi 112 yıldır Avrupa’dan uzak tutan tam bu.
Ayrıcalıklı olma, sahada değil diğer alanlarda güçlü olma, güce yakın olma tutkusu...
Ama herşey eninde sonunda geliyor o 90 dakikaya, o yeşil sahanın içinde olacaklara dayanıyor.
Evet, orada futbol, yetenek bilgi, deneyim çalışıyor.
Hakemin penaltıları görmezden de gelse, kart da çıkarmasa, sonuçta apaçık gol olan golü o hakem bile iptal edemiyor!
Sen ne kadar kendi kendini kandırıp 114 yıllık Galatasaray’ın başarılarını Fetö’ye, Ağar’a, Ulusoy’a filan bağlamak için yırtınsan da Dortmund, Milan, Arsenal, Real Madrid ve daha onlarcasını tek tek sahada yenip o başarılara ve sadece kendi müzesinde olan kupalara ulaşıyor.
Bugüne geleyim.
Ali Koç, sınırlı birikimi, bilgisi ve vizyonuyla geçen yılın benzeri bir transfer sezonu ile bu sene de kendini tekrar edeceğinin sinyallerini veriyor.
Ama sahada benzeri bir sonucu şimdiden görüyor ve klasik, iyi bilinen şark kafasına geçiş yapıyor:
Masa başına geç.. itiraz et, randevu al, buluş, kural hatası de, kafa karıştır, başvuru yap, tablo hediye et, tahrik et, kavga ortamına çekmeye, rakibinin en güçlü yapı taşına bel altı vurmaya çalış...
Galatasaray, Asla bu “çağrıya” yanıt vermemeli.
Ali Koç Vizyonu’nun tam da bahsetttiği “günü kurtarma felsefesi” olduğunu biz görüyoruz, (umarız) görüyorlar.
Sondan önceki son hamleler bunlar; bu yüzden bu kadar saldırgan, bu kadar bel altı...
Evet, Coğrafya kaderdir ve rakibimiz Fenerbahçe’dir.
Bu yüzden Galatasaray kendi ana hedefi üzerinde yürürken de bunların yarattığı küçük arızalarla uğraşacak mecburen.
Biz Galatasaray’ın 114 yıllık ana vizyonunu küçültmeye çalışan dönemleri, adımları, konuşmaları kıyasıya kendi içimizde bu yüzden eleştiriyoruz. Bu bizi diri tutuyor hep.
Bu yüzden Fatih Terim “Şampiyonlar Ligi müziğini özlemişim” dediğinde yüzümüze gülümseme yayılıyor.
Evet, son yıllarda iyi performans gösteremiyoruz, çok puan alamıyoruz.
Ama uğraşıyoruz, çabalıyoruz, ona göre takım kurmak istiyoruz, ona göre gidip futbolcu almayı düşünüyoruz.
Vazgeçmiyoruz, deniyoruz.
Biliyoruz ki, biz birgün bunu başaracağız.
Bitmez bu öykü...
Herkese sevgiler...