❝Kanımca bendeki yol severliğin temel geni, inşaat ustası dedemin Trakya’daki köyünden kalkıp işçi olarak Fransa’ya gittiği 1973 kışına dayanır. 81’de anneannemi ve üç dayımı yanına aldırır, okuyup öğretmen olmuş tek kızı yani annem, evlenip Türkiye’de kalır...
İlk kez 1990 yazında, 4 yaşındayken gittim Paris’e. Hayal meyal anımsıyor ya da çok anlatıldığından ve fotoğraflara çok baktığımdan anımsadığımı sanıyorum. Anneannem Corbeil’de 13. kattaki dairesinde bizi bekliyor, kapıyı açınca her yer mis gibi hamur ve yemek kokuyor.
Kim bilir kaç saattir mutfakta… Anneannem besleyerek sevgisini gösterenlerden. Gecenin bir saati torunu istedi diye patates kızartmaktan, oğlunun, kızının canı çekti diye akıtma yapmaktan hiç gocunmaz. Hatta bayılır buna...
2010 şubatında Paris’e yeniden gittiğimde anneannem beni bu kez Saint Georges’daki yeni evlerinde bekliyordu ve artık kokular bahçe kapısından duyuluyordu. Kesikli biberler benim için kavrulmuş, maydanozlu köfteler benim için yoğrulmuştu. Tencerelerin kapaklarını açıp...
“Bak burda ne var” diye çocuksu bir heyecanla kolumu dürten anneannemin mis kokulu sevgisine boğulmuştum yine. Önceki yıl Türkiye’dey geçemediğim derslere üzülüp ağlarken “Bi tencere sarma, ikişer tepsi baklava, börek var evde, sen daha ne ağlarsın?” diyerek hepimizi güldürmüştü.
Çünkü insanın karnı toksa ağlamaya gerek yoktu. Yaptığı yemekleri ne kadar iştahla yersek, anneannem kendini o kadar işe yarar hissederdi.
“Corbeil’deyken iyiydi, konu komşu vardı Türklerden, burda herkes Fransız...
Baksana şu karşıdaki kadıncağıza, o da camda durur bütün gün benim gibi. El sallarız birbirimize ama konuşamayız. Allah’ım niye herkese böyle başka başka dil verdin? N’olurdu o kadıncağızla bir dili konuşaydık da arada gidip geleydik birbirimize?” demişti de içim cız etmişti.
Anneannemi 2016’da kaybettik. Önceki geceden yemeğini yapmış, yoğurdunu, sütlacını bile dolapta hazır bırakmıştı. Yıllarca Paris’te yaşayıp da Eiffel Kulesini bir kez bile yakından göremediği ömründe, yalnızlığını tencere tencere yemeklere koymuştu anneannem.❞ 🌿 (Duygu Uzun)
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1972 yılında Berlin’deki Zoo Tren İstasyonu’nda 17 metrekarelik küçük bir dönerci açan Kadir Nurman, yıllar sonra “ekmek arası dönerin mucidi” olarak anılacağını hayal bile edemezdi. Nurman, Almanya’ya 1961 yılında konuk işçi (gastarbeiter) olarak gitmişti...
Önce Stuttgart’ta ardından Berlin’de çeşitli fabrikalarda çalıştıktan sonra 1972’de Berlin’de “City Grill” isimli bir dönerci açmaya karar verdi. Ancak dükkanı açtığı yer, istasyonun çok yakınında olduğu için insanlar genelde ayaküstü atıştırmalıklar tercih ediyordu.
Nurman da geleneksel olarak tabakta servis edilen döneri, buraya uygun olarak ekmek arası olarak satmaya karar verdi. İçerisine biraz marul, soğan ve domates ekleyip 1,50 marktan satmaya başladı. Önce Türk işçiler daha sonra da Almanlar, dönerin bu tarzını çok sevdi.
Hollandalı fotoğrafçı Robert de Hartogh, 1970’li yıllardan itibaren Rotterdam’da yaşayan Türklerin fotoğraflarını çekmeye başladı. Evler, iş yerleri, okullar, kurslar, kermesler ve günlük hayat üzerinden çektiği fotoğraflar bir döneme ışık tutuyor. 🌿
❝1969’un 27 Kasım’ında Münih Tren İstasyonu’nda meraklı bir bekleyiş vardı. Güneydoğu Avrupa’dan Almanya’ya gelecek 1 milyonuncu işçi bekleniyordu. Birkaç gün önce Atina ve İstanbul’dan yola çıkan trenlerden hangisi Münih’e önce varırsa 1 milyonuncu işçi o trenden inecekti...
5 yıl önce 1964 yılında Güney Avrupa’dan gelen 1 milyonuncu işçi Portekizli Armando Rodrigues olmuş, kendisine Zündapp marka bir moped hediye edilmişti. Bu kez peronun ortasında, beyaz örtülü bir sehpanın üzerinde üstten kolçaklı Schaub-Lorenz marka bir televizyon bekliyordu.
İlk gelen haberlere göre Atina treni önden geliyordu. Yunan gazeteciler gülümserken, Türk gazeteciler de Sirkeci treni daha önce gelsin diye dua ediyordu. Sirkeci treninin içerisindeki 800 işçinin ise bütün bu olup bitenlerden hiç haberi yoktu.
Kerstin, Sonja, Elisa ve Annemarie ismindeki dört arkadaş, 1983 yılında Stern Dergisi’nde çıkan yabancı düşmanlığıyla ilgili bir haberden etkilenerek bir sokak deneyi yapmaya karar verirler. Öğretmenlerine giderek fikirlerini paylaşırlar…
Buna göre kılık değiştirerek Türk çocukları gibi görünecek ve Köln sokaklarında gezerek Almanların onlara karşı davranışlarını gözlemleyeceklerdi. Köln-Holweide Gesamtschule’deki öğretmenler, ortaokul öğrencilerinin bu fikrini beğenir ve onlara yardım etmeye karar verir.
Sınıfta 30 öğrenci vardır. Alman öğrencilerin dışında 4 Türk, 1 İtalyan ve 1 Yugoslav öğrenci bulunmaktadır. Öğretmenler deneye katılmak isteyen 8 öğrencinin makyajlarını yapıp saçlarını geçici boyayla boyarlar. Türk öğrenciler de hazırlanmaları için arkadaşlarına yardım eder.
1902 yılında Berlin’de Alman mimar Bruno Möhring tarafından tasarlanan Bülowstraße İstasyonu’nun yıllar sonra “Türksicher Basar” ismiyle bir kapalı çarşıya çevrileceği ve hatta içerisinde Öztürk Serengil ve Neşet Ertaş’ın dükkanlarının bulunacağı kimsenin aklına gelmezdi…
Bülowstraße İstasyonu, Berlin’deki 2 numaralı metro ağının bir durağı olarak Schöneberg semtinde inşa edilir. 2. Dünya Savaşı’nda büyük hasar görse de savaştan sonra onarılarak yeniden işler hale getirilir. Ancak Berlin Duvarı’nın inşasıyla birlikte istasyon hepten kapatılır.
1972 yılında Alman bir iş insanı istasyonu içerisinde mağaza ve dükkanların olduğu alışveriş alanına dönüştürmek ister ancak başarılı olamaz. Bir süre sonra Büyükelçiliğin tavsiyesiyle eski Yeşilçam aktörlerinden olan sonradan Almanya’da ticarete atılan Atalay Özçakır’ı arar.
❝12 işçi Köln’de bir pansiyonda kalıyorduk. Bizim pansiyonun en yaşlısı Muharrem abinin okuma yazması yoktu. Bir gün elinde mektupla geldi, ‘Yengen yollamıştır belki şunu bana okur musun Bayram?’ dedi. Bir kıyıya geçtik, mektubunu tane tane okudum. Yenge yollamıştı...
Hem dinledi, hem ağladı. Birkaç gün sonra ‘Bir de cevap yazalım Bayram’ dedi. Oturduk iki sayfa yazdık. Gel zaman git zaman bu iş benim üstüme kaldı. İki haftada bir mektup okuyup cevap yazıyorduk. Artık aileden biri sayılırdım, her şeylerini biliyordum.
Son mektupta Muharrem abinin hanımı ‘Sağ olsun bizim komşunun kızı Gülizar ne zaman istesem sana mektup yazıyor’ diye not düşmüş. Meğer yengenin de okuma yazması yokmuş, o da tanıdık birine yazdırıyormuş. Muharrem abi cevabi mektubunda şöyle yazdırdı: