Oyunlarının temalarını güncel sorunlara dayandırdığı için ‘tiyatro karikatürcüsü’, ‘toplumsal ajitatör’ ve ‘radikal palyaço’ olarak nitelendiriliyordu. Aykırı solcu kimliğiyle siyaset dünyasına sert göndermelerinden ötürü, ‘koronun dışında kalan solun adamı,
bayraksız militan’ olarak da anılıyordu.
İtalyan halk tiyatrosu geleneğinin son temsilcisi oyuncu, yazar ve yönetmen Dario Fo .
Sanatçı kimliğinin yanı sıra muhalif tavrıyla da öne çıkan büyük usta dünyadaki politik olaylara duyarlı olması ve
iktidar ve otoritelere sözünü esirgemeden konuşmasıyla da tanınıyordu.
24 Mart 1926'da İtalya'nın kuzeyindeki Sangiano kasabasında dünyaya gelen Dario Fo, sosyalist fikirlerle anne-babası aracılığıyla tanıştı. Demiryolu istasyon şefi olarak çalışan, amatör aktörlük de yapan
babası Felice Fo ile ailesinin çiftçilik geçmişini bir kitapta anlatan annesi Pina Rota, 2. Dünya Savaşı yıllarında direniş hareketinde yer alıyordu.
Doğduğu kasabadaki cam fabrikasının işçilerinin de birbirlerine kendi memleketlerinden hikayeler anlattığını gören Dario Fo,
çocukken onları dinleyerek hikaye anlatmanın gücünü öğrendiğini söylemişti.
Milano'da güzel sanatlar akademisinde eğitim alan Dario Fo, ordudan kaçarak katılmayı reddettiği 2. Dünya Savaşı'nın ardından tiyatrolarda çalışmaya başladı.
Fo, Oyuncu Franca Rame ile evlendi.
Fo çifti, 1959’da Dario Fo — France Rame Topluluğu’nu kurdu.
Fo-Rame çifti, halka yakın ve toplumsal misyon üstlenen bir tiyatro topluluğu kurarak tiyatro salonlarının yanı sıra grevdeki işçilerin işgal ettiği fabrikaları,
öğrenci gösterilerinin yapıldığı üniversiteleri, meydanları ve cezaevlerini sahne olarak kullanmaya başladı.
Dario Fo'nun gittikçe popülerleşen gösterileri, kurumların ve muhafazakar kesimlerin tepkisini çekiyor, tehdit ve sansürlere maruz kalıyordu.
Karısı Rame ile birlikte devlet kanalı Rai'de yaptıkları "Canzonissima" programına sansür uygulanmasının ardından kanaldan ayrılan çifte, devlet kanalı tarafından 15 yıla yakın bir süre ambargo uygulanmıştı.
Franca Rame 1973'te, güvenlik güçleriyle bağlantılı olduğu iddia edilen faşist bir grup tarafından kaçırılarak işkence ve tecavüze uğramıştı.
Dario Fo ve Franca Rame'nin sol görüşleri nedeniyle 1980'de ABD'ye girişine izin verilmemişti.
Hristiyan geleneğindeki hikayeleri yeniden yorumladığı 1969 tarihli "Mistero Buffo" (Komik Gizem) adlı oyunu da Katolik Kilisesi'ni kızdırmış, Vatikan bu oyunun "dine hakaret" teşkil ettiğini savunmuştu.
Fo’nun, Türkiye’de tanınmasına yol açan ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü (1970)’ adlı eseri, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda 8 yıl sergilenmişti.
Fo, “İtalya’da hep rahatsız edici bulunan yazarları sansür ettiler,. Faşistler, Nicolo Machiavelli’nin “La Mandragola” yapıtından
sahneye uyarlanan bir oyunu yasakladılar. İnanılır gibi değil.” diye anlatıyordu.
68’de İtalyan Komünist Partisi’nin (PCI) kültürel şubeleri olan ARCI’lerde çalışmaya başlarlar. Bir nevi halkevi diyebileceğimiz bu mekanlarda, seyirciyle iç içe oyunlar oynamaya devam ederler.
Neredeyse başrol ayrımı olmayacak şekilde bir konumlanma tarzına geçerler. Hiyerarşiyi reddeder, isimlerin bile alfabetik sıraya göre yazıldığı, eşitliğin her alanda gözetildiği bir anlayışı benimserler.
1977’de İtalyan Feminist hareketin yoğun olduğu dönemde “Kadın Oyunları” oldukça fazla ilgi görür. “Ödenmeyecek Ödemiyoruz” ve “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” ile birlikte en bilinen ve en çok oynanan oyunlar haline gelirler.
Fo 1981 yılında “Sonning Ödülü”, 1986 yılında “Obie Ödülü”, 1997 yılında “Nobel Edebiyat Ödülü” ve 1997’de ise “İtalya Kültür ve Sanat Altın Madalyası” olmak üzere toplamda dört ödül kazanmıştır.
‘Darwin, ama baba tarafından mı anne tarafından mı maymunuz?’ adlı son eserinde, yaratılışçılıktan bahseden Fo, “Bir zamanlar beyaz tenli olduğumuz doğru değil. Birçok asır önce, Afrika’nın ortasında doğduk ve doğal olarak bizler siyahtık. Adem ile Havva da siyahlardı ve
özellikle Tanrı da bir baba olarak öyleydi” tezini ortaya atmıştı.
Ülkemizde Oyunları Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları ve özel tiyatrolara da en çok oynanan yazar olarak biliyor.
Dario Fo ismi başlı başına bir ekol olarak sahnelere adını yazdırdı.
Yazarlıkta ve sahnelemede gelenekselden güncele yorumları ile bir birikim oluşturdu ve kendi tarzını yarattı.
Oyunlarını geniş kitlelere ulaştırmak için sadece sahneyle sınırlamadı kendini, fabrikalarda, parklarda ve sokaklarda oyunlar sahneleyerek sözlerini
geniş halk kesimine cesurca taşıdı.
Hayata, sanata, iktidara ve gerçekliğe dair sözlerini sadece sahne ile sınırlamadı Dario Fo, enternasyonel kimliği ile bir barış yanlısı olarak da çeşitli coğrafyalarda sürdürülen savaşlara karşı çıkarak Barış Komiteleri’nde yer alarak
barbarlığı teşhir etti, baş kaldırdı ve hayatı boyunca hep barıştan ve özgür bir dünya için mücadele verdi.
Dario Fo’nun "Yüzsüz" oyununu, “Bêrû” adıyla Kürtçe olarak 13 Ekim’de Gaziosmanpaşa Sahnesi'nde sahnelenecekti.
Ancak kaymakamlık, perdenin açılmasına saatler kala oyunun yasaklandığını oyunculara bildirdi.
Oyun, 2017’den itibaren Kürtçe olarak İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Batman’da 100’den fazla kez sahnelenmiş.
“ Gırtlağımıza kadar boka battığımız doğru; bu yüzden başımızı dik tutarak yürüyoruz.”
Dario Fo
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yani herkesin daha aşina olduğu ismiyle Sovyet Rusya’nın yıkılmasının üzerinden yıllar geçti.
Döneminin adeta bir kapalı kutusu olan Sovyetler Birliği döneminin en büyük miraslarından bir tanesi de
Kızıl Ordu Korosu’dur.
Koro 1928 yılında dönemin Sovyetler Savunma Bakanı Kliment Voroshilov’un isteği üzerine Alexander Alexandrov tarafından Moskova Merkez Ordu Kulübü’nde kurulmuştur.
Koro ilk kurulduğu zaman 12 asker, bir vokal ve bir akordeon sanatçısına eşlik eden iki dansçıdan oluşmaktaydı. Koro ilk resmi konserini ise kurulduktan yaklaşık bir sene sonra 1929 yılında Sovyetlerin Doğu topraklarında demiryolu inşaatında çalışan askerler için vermiştir.
Evliya Çelebi hakkında şöyle yazar:
“İstanbulun izdiham ve güzide yerinde Ali Osmanın hazinei azimi bir bezazistandır ki güya Kal’ai Kahkaha’dır”
Herhangi bir alışveriş kültüründen çok daha fazlasını barındırır Yüzyıllardır popülaritesini yitirmemesinin nedeni de aslında budur
Kapalıçarşı sadece İstanbul’un değil, dünyanın da en büyük ve en eski çarşılarından biri.
Kapalıçarşı’nın inşası için ilk çalışmalar 1455-56 yılı kışına, yani Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan hemen sonrasına dayanıyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Kapalı Çarşı, üzeri kubbelerle örtülü bir alışveriş pazarıdır. Geçmişteki adı “Çarşu-yı Kebir” olarak ta bilinen bu tarihi alanın ana omurgasını iki bedesten oluşturur.
Dünyanın delisi. Dünya onu ilk böyle tanıdı. Deli bir adam. Kafasına göre yaşayan, kavga etmekten çekinmeyen, sözünü esirgemeyen, bu yüzden hapsi boylayan, sonrasında on yıl sürgün cezası alıp İtalya, Napoli’ye giden, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Haçlı Seferleri başladığında
hiç düşünmeden gidip adını orduya yazdıran, İnebahtı Deniz Muharebesi’nde İmparatorluk askerlerine esir düşüp köle olarak çalıştırılan; bütün bunlara rağmen yine de mücadele eden, yine de kavga eden, korkularına yenik düşmeyen bir deli adam..
Miguel De Cervantes yoksul olduğu rivayet edilen, bazı kaynaklarda sağlık memuru, bazı kaynaklarda eczacı olarak geçen bir babanın yedi çocuğundan biri.
1547’de Madrid’in Alcala de Henares bölgesinde doğdu.
1991 yılında bir çiftçi, Vietnam’daki Phon Nha-Ke Bang Milli Parkı’nda daha önce keşfedilmemiş bir mağara olduğunu fark eder.
Mağaranın girişinden garip bir su sesi geliyordu.
Çiftçi bu gürültüden korkunca, mağaranın içine girmekten vazgeçer.
Khanh geri döndüğünde mağaranın yolunu bulamayınca bu doğal güzellik 18 yıl daha saklı kalmış. İşin ilginci ormanda yiyecek ararken kaybettiği girişi gören çiftçi mağarayı tekrar bulan kişi de olmuş.
Bu tarihten sonra İngiliz Mağara Arama Organizasyonu BCRA araştırmaları başlamış
Hang Son Doong 2010 yılında ara kesitine göre dünyanın en büyük mağarası unvanını almış.
5 kilometre uzunluğunda ve 200 metre yüksekliğindeki ana mağaraya 40 katlı bir bloğu sığdırmak mümkün.
Tarihin başından beri, insanoğlu her zaman düşüncelerini aktarmanın ve kaydetmenin yollarını ve bunları nasıl daha ileriye götüreceğini araştırmış, en yaygın hali olan yazıya başvurmuşlardır.
İnsanlar yazı yazmak için kağıttan önce kil tablet, papirüs, parşömen, kaplumbağa kabuğu, ahşap tablet, bambu çubuğu, palmiye yaprağı ve ipek kumaş gibi birçok farklı malzeme kullanmıştır.
M.Ö. 4000 , Eski Mısırlılar bizim bildiğimiz şekliyle kağıt benzeri ilk maddeyi bulmuşlardır. Papirüs denen bir madde dokunarak hasır haline getirilmiş saz kamışlarının dövülerek sert ve ince bir sayfa haline getirilmesiyle oluşmuştur.
Hem sanatta hem de bilimde eşsiz yeteneklere sahip idi.
Aynı zamanda Anotomi ile de ilgili idi.
İnsan bedeninin kusurluğu ve barındırdıkları oran onu yakından ilgilendiriyordu.
Onun günlüklerinden birinde bulunan, çizdiği bir eskiz bu konudaki görüşlerini ortaya koymaktadır.
“Vitruvius Adamı”
Dahi bir mimar olan Vitruvius Pollio’nun (MÖ.80-15) bir eserinde açıkladığı oranlardan esinlenerek yapıldığı için bu isimle anılır.
Leonardo da Vinci ilk kez 1480’lerin sonlarında insan vücudunun oranları, anatomi ve fizyoloji konularında
kapsamlı çalışmalara başlamıştı. 1489’da ‘İnsan Figürü Üzerine’ adlı bir kitabın hazırlıklarına başladı. Kitabı bitirememişti ancak bu projesi için çeşitli çizimler yapmıştı. Oturmuş ve diz çökmüş bedenlerin oranlarını incelemeye başladı.