Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yani herkesin daha aşina olduğu ismiyle Sovyet Rusya’nın yıkılmasının üzerinden yıllar geçti.
Döneminin adeta bir kapalı kutusu olan Sovyetler Birliği döneminin en büyük miraslarından bir tanesi de
Kızıl Ordu Korosu’dur.
Koro 1928 yılında dönemin Sovyetler Savunma Bakanı Kliment Voroshilov’un isteği üzerine Alexander Alexandrov tarafından Moskova Merkez Ordu Kulübü’nde kurulmuştur.
Koro ilk kurulduğu zaman 12 asker, bir vokal ve bir akordeon sanatçısına eşlik eden iki dansçıdan oluşmaktaydı. Koro ilk resmi konserini ise kurulduktan yaklaşık bir sene sonra 1929 yılında Sovyetlerin Doğu topraklarında demiryolu inşaatında çalışan askerler için vermiştir.
Kızıl Ordu Korosu, kurucu Vasilyeviç Aleksandrov’a ithafen Aleksandrov Topluluğu olarak da anılmaktadır. Aleksandrov, koronun ilk şefi, sanat direktörü, kondüktörü, öğretmeni olmuştur. Kendisi aynı zamanda Sovyetler Birliği milli marşının bestecisidir.
1933'te koro 300 kişiye ulaştı.
Sayının bu kadar hızlı artması sonucunda koronun yanı sıra bir orkestra oluşturulmuş ve dansçı topluluğu da büyümüştü.
Koro, Rusya’nın halk şarkılarından kilise müziklerine, opera aryalarından popüler şarkılara kadar birçok şeyi seslendiriyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nda tüm Sovyet bölgelerinde halka ve askerlere daha fazla moral vermek adına 1500’e yakın konser verdi.
Ordu içerisinde hiyerarşi göz önünde bulundurulmadan, her kademeden asker katılabiliyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından paramparça olan Berlin, dört büyük ülkenin yönetimi altına girmişti.
ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler.
Savaş sonrası atmosferi yumuşatmak adına, ABD’li bir yetkili Berlin’in Sovyetler kontrolündeki bir bölgesinde bir konser düzenlenmesini teklif etmiş ve Fransız yönetimince desteklenmiştir.
Bu konseri izlemeye toplamda 30.000 kişi katıldı.
Duvar örülmeden konser veren Kızıl Ordu Korosu 1991 yılında da Demir Perde’nin yıkılmasından sonra Roger Waters ile The Wall adlı konserinde sahneye çıkmış ve savaş karşıtı şarkılardan bir tanesi olan Bring the Boys Back Home adlı parçayı Roger Waters ile birlikte seslendirmiştir
1936 yılında koro Kızıl Yıldız Nişanı`na layık görüldü.
Aleksandrov`un 1946 yılında ölümünden sonra oğlu Boris Aleksandrov koronun yönetimini başarı ile devam ettirdi.
Katyuşa, Kalinka, Volga Teknecisinin Şarkısı ve Ave Maria gibi icralarıyla tüm dünyada yüz milyonlarca hayran ve seveninin gönlünde taht kurmayı başardı.
Orkestra klasik askeri koro orkestra nüelerinden başka balalayka, domra, akordion, ikili bass, çeşitli tahta üflemeli çalgılar, brass, gitar gibi Rus ve batı geleneksel müzik aletlerini de kullanmıştır.
Grubun sahne gösterilerinde yer alan dansları, Zaparozhtsi dansları, kazak süvari dansları, Mart bayramı, askeri danslar, denizci dansları temel olmak üzere zaman zaman bunların birbiriyle kombinelerinden oluşan dansları da kullanılmıştır.
Topluluğun repertuvarında toplam 2 binden fazla eserin olduğu biliniyor.
1990'lı yıllarda koro üye sayısı 80'e indirilmişti.
25 Aralık 2016, Rusya’nın Soçi kentinden Suriye’nin Lazkiye şehrine yeni yıl kutlama etkinliklerine gitmek için
havalandıktan sonra Tupolev Tu-154 askeri tipi uçağın kısa sürede Karadeniz'de çakıldığı bildirildi.
Dünya kamuoyu açısından en sarsıcı şok,
Kızıl Ordu Korosu’nun tam 64 üyesinin kazayla birlikte hayatlarını kaybetmesiydi.
Moskovalılar, Tu-154 kazasında hayatını kaybedenleri anmak için Aleksandrov Kızıl Ordu Korosu’nun binası önüne çiçek bıraktılar...
Oyunlarının temalarını güncel sorunlara dayandırdığı için ‘tiyatro karikatürcüsü’, ‘toplumsal ajitatör’ ve ‘radikal palyaço’ olarak nitelendiriliyordu. Aykırı solcu kimliğiyle siyaset dünyasına sert göndermelerinden ötürü, ‘koronun dışında kalan solun adamı,
bayraksız militan’ olarak da anılıyordu.
İtalyan halk tiyatrosu geleneğinin son temsilcisi oyuncu, yazar ve yönetmen Dario Fo .
Sanatçı kimliğinin yanı sıra muhalif tavrıyla da öne çıkan büyük usta dünyadaki politik olaylara duyarlı olması ve
iktidar ve otoritelere sözünü esirgemeden konuşmasıyla da tanınıyordu.
24 Mart 1926'da İtalya'nın kuzeyindeki Sangiano kasabasında dünyaya gelen Dario Fo, sosyalist fikirlerle anne-babası aracılığıyla tanıştı. Demiryolu istasyon şefi olarak çalışan, amatör aktörlük de yapan
Evliya Çelebi hakkında şöyle yazar:
“İstanbulun izdiham ve güzide yerinde Ali Osmanın hazinei azimi bir bezazistandır ki güya Kal’ai Kahkaha’dır”
Herhangi bir alışveriş kültüründen çok daha fazlasını barındırır Yüzyıllardır popülaritesini yitirmemesinin nedeni de aslında budur
Kapalıçarşı sadece İstanbul’un değil, dünyanın da en büyük ve en eski çarşılarından biri.
Kapalıçarşı’nın inşası için ilk çalışmalar 1455-56 yılı kışına, yani Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan hemen sonrasına dayanıyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Kapalı Çarşı, üzeri kubbelerle örtülü bir alışveriş pazarıdır. Geçmişteki adı “Çarşu-yı Kebir” olarak ta bilinen bu tarihi alanın ana omurgasını iki bedesten oluşturur.
Dünyanın delisi. Dünya onu ilk böyle tanıdı. Deli bir adam. Kafasına göre yaşayan, kavga etmekten çekinmeyen, sözünü esirgemeyen, bu yüzden hapsi boylayan, sonrasında on yıl sürgün cezası alıp İtalya, Napoli’ye giden, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Haçlı Seferleri başladığında
hiç düşünmeden gidip adını orduya yazdıran, İnebahtı Deniz Muharebesi’nde İmparatorluk askerlerine esir düşüp köle olarak çalıştırılan; bütün bunlara rağmen yine de mücadele eden, yine de kavga eden, korkularına yenik düşmeyen bir deli adam..
Miguel De Cervantes yoksul olduğu rivayet edilen, bazı kaynaklarda sağlık memuru, bazı kaynaklarda eczacı olarak geçen bir babanın yedi çocuğundan biri.
1547’de Madrid’in Alcala de Henares bölgesinde doğdu.
1991 yılında bir çiftçi, Vietnam’daki Phon Nha-Ke Bang Milli Parkı’nda daha önce keşfedilmemiş bir mağara olduğunu fark eder.
Mağaranın girişinden garip bir su sesi geliyordu.
Çiftçi bu gürültüden korkunca, mağaranın içine girmekten vazgeçer.
Khanh geri döndüğünde mağaranın yolunu bulamayınca bu doğal güzellik 18 yıl daha saklı kalmış. İşin ilginci ormanda yiyecek ararken kaybettiği girişi gören çiftçi mağarayı tekrar bulan kişi de olmuş.
Bu tarihten sonra İngiliz Mağara Arama Organizasyonu BCRA araştırmaları başlamış
Hang Son Doong 2010 yılında ara kesitine göre dünyanın en büyük mağarası unvanını almış.
5 kilometre uzunluğunda ve 200 metre yüksekliğindeki ana mağaraya 40 katlı bir bloğu sığdırmak mümkün.
Tarihin başından beri, insanoğlu her zaman düşüncelerini aktarmanın ve kaydetmenin yollarını ve bunları nasıl daha ileriye götüreceğini araştırmış, en yaygın hali olan yazıya başvurmuşlardır.
İnsanlar yazı yazmak için kağıttan önce kil tablet, papirüs, parşömen, kaplumbağa kabuğu, ahşap tablet, bambu çubuğu, palmiye yaprağı ve ipek kumaş gibi birçok farklı malzeme kullanmıştır.
M.Ö. 4000 , Eski Mısırlılar bizim bildiğimiz şekliyle kağıt benzeri ilk maddeyi bulmuşlardır. Papirüs denen bir madde dokunarak hasır haline getirilmiş saz kamışlarının dövülerek sert ve ince bir sayfa haline getirilmesiyle oluşmuştur.
Hem sanatta hem de bilimde eşsiz yeteneklere sahip idi.
Aynı zamanda Anotomi ile de ilgili idi.
İnsan bedeninin kusurluğu ve barındırdıkları oran onu yakından ilgilendiriyordu.
Onun günlüklerinden birinde bulunan, çizdiği bir eskiz bu konudaki görüşlerini ortaya koymaktadır.
“Vitruvius Adamı”
Dahi bir mimar olan Vitruvius Pollio’nun (MÖ.80-15) bir eserinde açıkladığı oranlardan esinlenerek yapıldığı için bu isimle anılır.
Leonardo da Vinci ilk kez 1480’lerin sonlarında insan vücudunun oranları, anatomi ve fizyoloji konularında
kapsamlı çalışmalara başlamıştı. 1489’da ‘İnsan Figürü Üzerine’ adlı bir kitabın hazırlıklarına başladı. Kitabı bitirememişti ancak bu projesi için çeşitli çizimler yapmıştı. Oturmuş ve diz çökmüş bedenlerin oranlarını incelemeye başladı.