Tam 80 yıl önce Brezilya’da doğan bir çocuk, önce ülkesini, ardından dünyayı fethedecekti. Bazılarına göre yeryüzünün en iyisi, kimilerine göre ikincisi Pele. Üç Dünya Kupası zaferi, tonla gol, iç savaş durdurmak... Kariyerinde yok yok; yine de onu sevmeyen çok! #tarihtebugün
23 Ekim 1940'ta güneş Brezilya'yı bir başka ısıtıyordu. Tres Çoraçoes'te doğan bir bebek, başta tüm ülkeyi, ardından tüm dünyayı kendisine hayran bırakacaktı...
1940’ta çok fakir bir köyde doğmuştu Edson Arantes do Nascimento. Öyle bir dünyayı sarsmıştı ki... Nijerya vakt-i zamanında iç savaşı bile durdurmuştu onu görebilmek için. Ne de olsa sonra onlar yine çarpışılabilirdi ancak Pele Lagos'a hiçbir zaman gelmezdi!
Bauru'da büyüyen ufaklığın krampon alacak parası yoktu. Ne zaman topun peşine düşüyor, yaşıtlarından geceyle gündüz gibi ayrılıyordu. Baaru takımını yaş gruplarında eyalet şampiyonluklarına taşıyan delikanlıyı hocası Waldemar de Brito, Santos'a götürüyordu.
1934 Dünya Kupası'nda Brezilya forması giyen Waldemar de Brito, ülkesinin İspanya'ya elendiği maçta penaltı kaçırmıştı. Atışı kurtaran İspanyolların efsanevi file bekçisi Zamora'ydı. Arjantin'de San Lorenzo forması da giyen forvet, Pele'yi keşfeden adamdı...
Santos'la profesyonel sözleşme imzaladığında henüz 16'sını bile doldurmamıştı delikanlı. O günün gazetelerinin yoğun ilgi gösterdiği Pele, Santos formasıyla tanışıp Corinthians ağlarını havalandırdığında, 16. yaşgününe bir aydan daha fazla vardı.
Delikanlının ünü kulaktan kulağa yayılıyordu. Brezilya formasıyla ilk kez tanıştığında takvimler 7 Temmuz 1957'yi gösteriyordu. Sambacılar o gün Maracana'da Arjantin'e kaybetseler de şeref gollerini Pele atmıştı. O gün henüz 16'sındaydı. Sonrası malumunuz...
İlk kez Dünya Kupası sahnesine 1958'de çıkan Pele, ilk kez Sovyetler Birliği'ne karşı oynamış, Vava'nın golünün de asistini yapmıştı. Çeyrek finalde Sambacılar Galler'i tek golle geçerken, ağları havalandıran o delikanlıydı. Zaten bundan sonrası tufandı!
Yarı finalde Fransa karşısında hat-trick yapan ufaklık, İsveç'te güneş gibi açmıştı. Finalde rakipleri ev sahibi ülkeydi. Maçtan önce düzenlenen seremonide elini sıkan İsveç Kralı, 17 yaşındaki çocuğun yüzüne bile bakmazken kameralara yakalanmıştı. İntikam acı olacaktı...
İsveç’i 5-2’lik skorla deviren Brezilya, tarihindeki ilk Dünya Kupası’nı kaldırmıştı. Finalde iki defa fileleri sarsan Pele yıldızlaşırken, attığı bir gol bir ömürdür jenerikleri süslüyor.
Tüm yeryüzü onu konuşuyordu. Bizde de Halit Kıvanç ustamız sürekli onu anlatıyordu. O güne kadar Dünya Kupası'nda oynayan en genç oydu. Yaptığı her şey haliyle rekordu. Kaleci Gilmar'ın omzunda ağlayan delikanlının sonradan bazı rekorları kırılsa da o tarih yazmıştı.
Pele İsveç'te parladıysa da, Brezilya'nın en iyi oyuncusu sonradan Fenerbahçe'yi çalıştıracak ve şampiyonluklara taşıyacak Didi'ydi. Dört yıl sonra Dünya Kupası Şili'de yapılacaktı. Sambacılar unvanlarını koruyabilecek miydi...
Şili'ye dünyanın en iyi futbolcusu apoletiyle ayak basan Pele, Meksika karşısında bir gol atmış, bir de asist yapmıştı. Çekoslovakya maçında sakatlanan 21 yaşındaki yıldız, bir daha turnuvada boy gösterememişti. Yedeği Amarildo döktürmüş, ertesi yıl Milan'a transfer olmuştu.
Pele'nin yokluğunda dümene geçen Garrincha, ülkesini üst üste ikinci Dünya Kupası'na taşımıştı. Babasının masal diye futbolcuları anlattığı bir çocuğun rüyalarında o Sambacı hâlâ herkesi ipe dizdikten sonra sıfıra inip santraya geri dönüyor ya neyse...
Yeri gelmişken anımsatmalı, Pele'nin peşine Avrupa'nın devleri düşse de transferi mümkün olmamıştı. 1961'de devlet başkanı Janio Quadros'un milli hazine ilan ettiği futbolcunun yurtdışına transferi yasaklanmıştı. O zamanlarda her şey mümkündü...
1966 Dünya Kupası'na Brezilya yine favori olarak geliyordu. Bulgaristan karşısında ağları bulan Pele, üst üste üç Dünya Kupası'nda gol atan ilk futbolcu oluyordu. Bulgarların sakatladığı yıldız, Macaristan maçını pas geçmişti. Grupta son mücadele Portekiz'leydi.
Brezilya, Portekiz'i yenmeliydi. Joao Morais'in faulüyle sakatlanan Pele, oyuna sekerek devam etmişti. O zamanlar oyuncu değiştirme hakkı yoktu. Bu hak, Dünya Kupası'nda ilk 1970'te tanınacaktı. Eusebio'nun golleriyle Avrupalılar yoluna devam ederken, Sambacılar evine dönmüştü.
Hayal kırıklığı yaşayan Pele, bir daha asla Dünya Kupası'nda oynamayacağını söylüyordu. Fikrini değiştirecek ve Meksika'da tarih yazacaktı.
Sambacıların elendiği turnuvada ev sahibi İngiltere zafere ulaşırken, kupayı Kraliçe İkinci Elizabeth kaptan Bobby Moore'a takdim etmişti.
Pele, 1969'da Nijerya'yadaydı. Otobiyografisinde yıldız futbolcu, oynayacakları maç için ateşkes ilan edildiğini ve iç savaşın durduğunu söylemişti. Evet, Muhammed Ali'yle birlikte o tarihlerde iç savaşı durdurabilecek iki sporcudan biri olsa da aslında böyle bir şey yoktu.
Belki Nijerya'da iç savaşı durdurmamıştı ancak o yıl Brezilya'da hayatı durdurmuştu. Kariyerinde 999 defa fileleri sarsan Pele'nin 1000. golü ne zaman atacağı, ülkenin gündemini meşgul ediyordu. Takvimler 19 Kasım 1969'ı gösterirken, Santos'la Vasco Maracana'da buluşuyordu...
Saatler 23.11'i gösterirken, kazanılan penaltı için beyaz noktaya gelen Siyah İnci meşin yuvarlağı ağlarla buluşturduğunda saha ana baba gününe dönüyordu. Yüzlerce taraftarı muhabirler kovalamıştı. Pele kaçıyor, insanlar onu kovalıyordu.
Ertesi yıl Dünya Kupası Meksika'daydı. Muhteşem bir kadroyla turnuvaya gelen Brezilya, 3. Dünya Kupası'nı alıp Jules Rimet Kupası'nın sonsuza dek sahibi olmak istiyordu. Çekoslovakya ağlarını bulan Pele, dördüncü Dünya Kupası'nda da gol atmayı başarmıştı.
Grupta bir sonraki rakip İngiltere’ydi. Pele’nin kafasını akıl almaz bir şekilde çıkaran Gordon Banks, Dünya Kupası tarihinin en güzel kurtarışını yapmıştı. Geçen yıl ölen Banks’in ardından tüm dünya bu anı tekrar paylaşıyordu...
Romanya'yı yenerek gruptan çıkan Sambacılar, çeyrek finalde Peru'yu, yarı finalde de Uruguay'ı devirmişlerdi. Brezilya, finalde İtalya ile kapışacaktı. Her iki ülkenin de o güne kadar iki şampiyonluğu olduğundan, kazanan Jules Rimet Kupası'nın sonsuza kadar sahibi olacaktı...
Brezilya Uruguay'ı devirip 1950 Dünya Kupası'nın intikamını alırken, İtalya yarı finalde Federal Almanya karşısında ölüp ölüp dirilmişti. Dünya Kupası tarihine geçen ve futbol literatüründe "yüzyılın maçı" olarak bilinen maç 4-3 bitmişti.
Brezilya finalde yorgun İtalya’yı farklı geçerken, Dünya Kupası tarihinin belki de en güzel golünü atmıştı. Pozisyonda sekiz futbolcu topa değerken, fileleri havalandıran Carlos Alberto’ya “al da at” diyen Pele’ydi...
Oynadığı dört Dünya Kupası'nda da ağları sarsan Siyah İnci, yeryüzünün en büyük futbol organizasyonunda toplam 12 gole imzasını atmıştı. 1971'de Brezilya formasını son kez Yugoslavya karşısında terleten Pele, milli takım için 92 maça çıkmış, 77 defa da ağları havalandırmıştı.
Amerika'da yaşayan Ertegün Kardeşlerin kurduğu Cosmos takımına 1974'te transfer olan Pele, kariyerine Yeni Dünya'da nokta koymuştu. 1 Ekim 1977'de oynanan jübile maçında "Love, Love, Love" diyen Pele, bir devre Cosmos, bir devre Santos formasını giymişti.
Sonradan Brezilya'da bakanlık da yapan futbol efsanesi, paragöz olmakla hep itham edilmişti. Kimileri onu yapmacık bulurken, Maradona'yı hep samimi görmüştü. Bazılarına göre en büyük oydu; kimilerine göre Maradona.
Malum soruya gelmemeli fakat bugün 80. yaşını kutlayan efsanenin devlet bürokrasisi karşısında bir fani olduğunu anımsatmadan bitirmemeli. İsmi niye Edson'du biliyor musunuz... Köyüne o doğmadan kısa bir süre önce elektrik geldiği için. Peki nüfusta ismi doğru mu yazıyor...
“Benim dünyaya gelmemden kısa zaman önce Tres Coraçoes'e başka bir şey gelmişti: Elektrik. Bunu kutlamak isteyen babam Edison'dan hareketle bana Edson adını vermişti. Doğum belgemde adım bugün bile Edison olarak duruyor" diyen Pele, sisteme sitem etmişti. Tek sorun bu da değildi!
"Benim adım Edson ve bunu defalarca açıklamak zorunda kaldım. Bu yetmezmiş gibi doğum belgemde doğduğum günü de yanlış yazmışlar: 21 Ekim. Bunun nasıl olduğunu bilmiyorum fakat bu yanlış da bugün duruyor.”
Kim bilir devlet, ona fani olduğunu böyle hatırlatıyor; ne dersiniz...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
“Onu penaltı kurtarırken seyretmek, Gagarin’i uzayda görmekten daha heyecan verici”ydi. Kimilerine göre tarihin en iyi kalecisi Lev Yaşin 22 Ekim 1929'da doğmuştu. Ondan başka tarihte Ballon d'Or kazanan başka kaleci yok, kariyerinde kurtardığı penaltı 150'den çok!
Moskova’da bir işçi ailesinin oğlu olarak doğmuştu Yaşin. Delikanlılığını harpte yaşayan milyonlardan sadece birisiydi. İkinci Dünya Savaşı başladığında 12 yaşında olan ufaklık, fabrikada çalışmaya başlıyordu. Güçlendikçe güçleniyordu...
Bir gün Moskova'da çalıştığı fabrikanın takımında top oynarken keşfediliyordu. Dinamo Moskova takımının genç takımında oynamaya başlaması, onun yazgısını değiştirecek; milyonlardan ayılmasını sağlayacaktı.
"Birazdan öleceğim! Sizlerden, özellikle de senden canım anneciğim, senden talebim metin olman. Elbette daha yaşamak isterdim. 17,5 yaşlık bir hayat çok kısa. Sizlerden ayrılmak hariç hiç pişman değilim."
İdamına bir saat kala böyle yazmıştı Guy Moquet. Tarih 22 Ekim 1941'di...
Veda mektubunu "Siz tüm geride kalanlar, ölecek 27 kişiye değer bir saygınlıkta yaşayın" diye noktalayan direnişçi, tam 89 yıl önce Naziler tarafından 26 yoldaşıyla birlikte kurşuna dizildiğinde sadece 17 yaşındaydı.
Sıkı bir sendikacıyken Fransız Komünist Partisi'nden milletvekili seçilen bir babanın oğluydu Guy Moquet. Partinin kapatılıp babasının tutuklanmasından sonra delikanlı iş başa düştü diyor, 16'sında direnişe başlıyordu.
5 Eylül 1972’te milyarlar Olimpiyat heyecanıyla yanıp tutuşurken, Münih'ten gelen haberler dünyayı dehşete düşürdü. İsrail kafilesi Filistinli militanlar tarafından rehin alındı. Sonrası tek kelimeyle kâbustu...
Filistinli “Kara Eylül” örgütünün militanları İsrail delegasyonunun kaldığı bir binayı ele geçirip sporcu ve antrenörleri esir almıştı. Binayı işgal ederken çıkan arbedede militanlar yaralanırken, güreş antrenörü Moshe Weinberg ile halterci Yossef Romano öldürülmüştü.
Örgütün talepleri belliydi. İsrail’de hapishanede bulunan yaklaşık 200 tutuklunun serbest bırakılmasını istiyorlardı. İki de Almanya’daki Kızılordu mensubunu listelerine eklediler. İsrail, bu talebi bir saniye bile düşünmeden reddediyordu.
“34 yaşında NBA’de oynayan bir pivotum. Siyahım. Ve geyim.”
Jason Collins'in 2013'te bunları yazması tarihî bir andı, ertesi yıl Brooklyn formasıyla sahne almasıysa tarihin ta kendisi... Kariyeri boyunca giymeye çalıştığı 98 numara, bir nefret cinayetine göndermeydi. #Pride
NBA kariyerine New Jersey Nets'te başlamıştı Collins. Memphis, Minnesota, Atlanta, Boston, Washington formaları giyen pivot, 29 Nisan 2013'te cinsel yönelimini açıklamıştı. Ertesi hafta Sports Illustrated'da yayımlanan haber büyük ses getiriyordu...
İlk kez Amerikalı profesyonel bir sporcu, kariyeri devam ederken gey olduğunu söylemişti. Daha önce NBA'de forma giyen İngiliz John Amaechi, emekli olduktan sonra 2007'de cinsel yönelimini açıklamıştı.
Belki yeşil sahaların en büyüklerinden biri olabilirdi Socrates. Fakat o belki de sadece insanlık tarihine geçmeyi tercih etmişti. Düşününce de en büyük zaferini sahada değil, cuntaya karşı sandıkta almıştı. Obrigado Doutor!
4 Aralık 2011'de Brezilya'dan gelen bir haber, yeşil sahalarda kafasına göre takılmış bir ozanın son nefesini verdiğini söylüyordu. Biricik Socrates ölmüştü. Peki o sadece bir maestro muydu? Doktor, bir futbolcudan şüphesiz çok daha fazlasıydı. Düşünür, aktivist, sanatçı...
Aslında her şey 19 Şubat 1954'te Belem'de başlamıştı. Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtığında kaderi çizilmişti adeta.
Tam 43 yıl önce Berlin'de öldürülen bir öğrenciydi Benno Ohnesorg. Onun vurulması, Alman aşırı sol öğrenci hareketlerini ve şehir gerillalarını ateşlemiş; Baader Meinhof ve 2 Haziran Hareketi kurulmuştu. 2 Haziran 1967'den sonra Almanya'da iklim sertleşiyordu...
Tam 43 yıl önce Berlin'deki opera binasının önü karışıktı. Sosyalist Öğrenci Birliği, Mozart'ın ölümsüz Sihirli Flüt'ünü izlemeye gelecek olan İran Şahı ve karısını bekliyordu. İki bini aşkın eylemci Rıza Pehlevi'nin konvoyunu görmek için dakikaları sayıyordu.
Saat 8 sularında konvoyun görünmesini müteakip ortalık hareketleniyordu. “Şah şah şarlatan” diye bağırmaya başlayan öğrenciler, ellerindeki domates, yumurta, boyaları aşağı yukarı 40 metre ötedeki şah ve şürekâsına fırlatıyordu.