“Tıp benim resmi nikahlı karım, edebiyat ise metresim” diye tanımlarmış kariyerini.
1860 yılında Rusya’nın bir taşra kenti olan Taganrog’da doğdu.
Babası bakkaldı. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları taşra Rusya’sında geçti.
Çocukluğu ve ilk gençliği babasının baskısı altında geçen
Anton Pavloviç Çehov “Çocukluğumuz, ben ve kardeşlerim için gerçek bir acıdır” der.
Yıllar sonra bir yazar olduğunda “Yeteneklerimiz babamızdan, ruhumuz da anamızdan geçti bize” diyecektir.
Lise arkadaşları arasında komik öyküler anlatmadaki yeteneğiyle bilinir. En sevdiği hocası ona incelikli nükte yeteneğini görerek “Çehonte” lakabını takar.
Moskova Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirir.
Ailesinin geçimine katkıda bulunmak üzere haftalık mizah dergilerinde skeçler, kısa hikayeler yazdı ve oldukça başarı kazandı.
Hekim olduktan sonra da yazarlığı sürdürdü.
Yoksul hastalarına parasız baktığı için kaleminden kazandığı gelire gereksinimi sürüyordu.
1887’de yayımlanan ilk öykü kitabı Alacakaranlıkta (V Sumerkoh) ile Rus Akademisi tarafından verilen Puşkin Ödülü’ nü kazandı. Ardından öykülerini derlediği iki kitabı daha çıktı. Genellikle tek perdelik oyunlar yazan Çehov’un sahnelenen ilk eseri İvanov’du (1887).
1873 yılında Offenbach’ın “Güzel Helena” adlı opereti sahnededir.
Kostümler, oyuncular, dekor kötüdür; ancak tiyatro genç Çehov’u büyüsü altına almıştır.
Sonraları bir tutku olur tiyatro.
Edebiyata “Çehov’un Tüfeği” terimini sokar.
Çehov’un oyunlarında, ilk perdenin herhangi bir sahnesinde bir tüfek görünüyorsa o tüfek patlamalıdır.
Çehov’un öykülerinde de her öge kurguya titizlikle yerleştirilmiştir. Gereksiz bir sözün, tasvirin, kişinin öyküde yeri yoktur.
1884’te öykülerini derlediği “Melpomena Masalları”nı yayımlar. Kapakta Antoşa Çehonte adı vardır.
“Karar verilinceye kadar bütün dikkatimiz katilin üstünda toplanıyor ama hapishaneye gönderilir gönderilmez tümden unutuveriyoruz onu. Peki hapishanede neler oluyor?”
Çehov hapishanede olan bitenin cevabını bulmak için Pasifik’te Japonya’nın kuzeyinde bir ceza sömürgesi olan Sahalin’e doğru bir yolculuğa çıkmaya karar verir.
Çehov neredeyse her mahkumla görüşür ve konuşur. Adada olan biten her şeyi öğrenmek ister.
“Üç dört gece düşümde hep celladı ve tüyler ürpertici işkence sehpasını gördüm.”
Sahalin Adası Çehov için iç kanırtıcı bir tecrübedir. “İnsan bu canavarlar dünyasından hiçbir zaman kurtulamayacak gibi bir duyguya kapılıyor” diye yazar mektuplarında.
1891'de Batı Avrupa'yı dolaşır.
1892’de Rusya'da kolera salgınında kolera salgını olan bölgelerde doktor olarak aktif rol oynar.
1899'da sağlık nedenleriyle (akciğer veremi) Yalta'ya taşındı. O sırada Kırım'da yaşamakta olan L. Tolstoy ve Maksim Gorki ile yakın dostluk kurdu.
1902'de, Çar II. Nikola'nın Gorki'nin Rus Bilimler Akademisi'ne üye olmasını onaylamaması üzerine, 1900 yılında onursal üye seçildiği Akademi'den ayrıldı. 1903-1904 yıllarını sağlık nedenleriyle Güney Almanya'daki bir sağlık yurdunda geçirmek zorunda kaldı.
“Martı” “Vişne Bahçesi”, “Vanya Dayı”, Üç Kız Kardeş” modern tiyatro tarihini değiştiren oyunlarıdır ve Moskova Sanat Tiyatrosu tarafından sahnelenir.
Anton Çehov, 1900’lü yılların başından beri yabancı dillere çevrilir.
Raymond Carver, Çehov öykülerinin ‘insanı sarstığını ve insan duygularını ancak gerçek sanatın yapabileceği bir biçimde ortaya koyduğu’nu vurgular.
Lev Tolstoy ise “Çehov benzeri olmayan bir sanatçıdır.
Onu büyük bir yazar yapan yapıtlarının yalnız Ruslarca değil, dünyanın dört bir yanındaki insanlarca hissedilip anlaşılabilmesidir,” der.
Öykülerinde yansıttığı ortam, 19. yüzyıl sonlan Rusya’sının taşrası ve yoksul köylü çevreleridir.
Çehov, gündelik yaşamın ve toplumun içinden seçtiği sıradan görünüşlü karakterlerin yaşamları üzerinden anlattığı öykülerle okuyucuyu yoğun düşüncelerin içine bırakmayı ve derinden etkilemeyi başarır.
Mayıs 1904'te tüberküloz tedavisi için gittiği Alman kaplıca şehri Badenweiler de hayatını kaybeder.
1908'de, eşi Olga kocasının son anlarını şöyle dile getirmiştir:
"Anton olağandışı bir şekilde oturdu ve yüksek sesle ve açıkça söyledi ("Ölüyorum"). Doktor onu sakinleştirdi, bir şırınga aldı, ona bir kafur iğnesi yaptı ve şampanya sipariş etti.
Anton dolu bir bardak aldı, inceledi, bana gülümsedi ve şöyle dedi: "Şampanya içmem üzerinden çok zaman geçti." Şampanyayı bitirdi ve sol tarafına sessizce uzandı ve ona doğru koşarak yatağa eğilip ona seslenecek vaktim oldu ama nefes almayı bırakmıştı ve
çocuklar gibi huzur içinde uyuyordu."
19. ve 20. yüzyıl Rus ve dünya edebiyatında derin etkiler bırakmış olan Çehov, bugün de en çok oynanan ve yorumlanan oyun yazarlarından biri olma sıfatını korumaktadır.
Geçmişe gidelim. Her şeyin başladığı yere.
Milattan önce 4. Yüzyıla kadar… Platon’a…
Bu fikri ilk ortaya atan kendisidir.
Kendisi sağlıklı ve güçlü bireylerin üremesinin devlet eliyle artırılmasını savunuyordu
Öjenik (veya öjeni), 20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar toplayan bir kuramdı.
Öjenik engelli, hasta, homoseksüel insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu.
Bu olayın teorileşmesi ve literatüre girmesi 1900’lü yıllarda olacaktı.
Teorileştiren de Charles Darwin’in kuzeni Francis Galton’du.
1904 yılında öjeniyi "insanın doğum kalitesini arttırma ve en yüksek avantajı sağlama bilimi" olarak tanımladı.
Hun istilalarından kaçanlar tarafından beşinci yüzyılda kurulduğu düşünülüyor.
Bir dönem dünyanın en güçlü ekonomilerinden birisine sahipti.
12-13. yüzyıllarda Avrupa’nın en zengin şehriydi.
Venedik lagünlerinin yerleşimcileri hakkında yapılan ilk kapsamlı betimleme Romalı Cassiodoro tarafından MS 6. yüzyılda yapılmış;
"Kayıklarınızla, geniş kanallarda sanki çayırlardan farkı olmayan kumluklar üzerinde süzülüyor gibisiniz ve
ev kapılarının önüne normalde hayvanlar bağlanırken, sizler saz ve saman kulübelerinizin önüne kayıklarınızı bağlıyorsunuz."
Önce, çevredeki ormanlardan kestikleri kütükleri yüzdürerek getirmişler, sonra çamur adacıklarının arasındaki kanalları derinleştirip
2 trilyon galaksi yaşadığımız galaksinin etrafını çevreliyor. Bilim insanları sadece Samanyolu’ndaki yıldızların yaşama elverişli bölgelerinde yaklaşık 40 milyar dünya benzeri gezegen olduğunu tahmin ediyor.
Bu sayılara baktığımızda yalnız olduğumuza düşünmek zor.
Bilim insanları, bir medeniyetin büyümesine ve daha gelişmiş hale gelmesine bağlı olarak nüfus artışı ve çeşitli makinelerin enerji gereksinimleri nedeniyle enerji taleplerinin hızla artacağını iddia ediyorlar.
1964’te, kozmik sinyallerle dünya dışı akıllı yaşam arayan Rus astrofizikçisi Nicolai Kardashev, bir kültüre ait uygarlık statüsünün genel olarak iki temel şey üzerinde durduğu fikrini ortaya attı: Enerji ve teknoloji.
Nerede ve ne zaman ortaya çıkmış olduğu tam olarak bilinmiyor. 7. ve 10. yüzyıllar içinde Çin’de ortaya çıkmış olduğu ve 13. yüzyılda Marco Polo tarafınca Avrupa’ya getirilmiş olduğu tahmin ediliyor.
Hindistan’dan ya da Arabistan’dan geldiğini ileri sürenler de var fakat bugünkü şekilleriyle kullanılmalarının 14. yüzyıl Fransa’sına dayandığı düşünülüyor.
Haklarında kesin olan bilgiler yanı sıra, kanıtı olmadığı için gizemini devam ettiren bir çok ilginç teori vardır.
Özellikle kullanılan figürler ve grafikler bazı tarihi kişi, olay ve fikirler ile ilişkilendirilir.
İskambil kağıdının ilk olarak Çin’de ortaya çıktığı düşünülüyor. Kağıt gibi dayanıksız bir malzemeden üretildiği için, o günlerden günümüze ulaşan örnekler yok.
Polonya 2. Dünya savaşında hem Almanya hem de Rusya tarafından işgale uğrar.
Naziler sonradan Sovyetlere de saldırır.
Rusya’da o dönem binlerce Polonyalı esir vardır.
Almanya saldırmaya başlayınca Sovyetler Polonyalı savaş esirleri ve mültecileri serbest bırakmak durumunda kalır.
300.000 Polonyalı, İngiliz kontrolündeki İran topraklarına doğru göçe başlar.
Bunların arasında oluşturulan savaş birlikleri İngiliz ana komutasına girecek ve
İran’dan İtalya’ya kadar olan bir bölgede Nazilere karşı savaşacaklardır.
Bu tutsaklara eşlik etmek ve bölgede düzeni sağlamak için Orta Doğu’da İngiliz ordusu kumandası altında bir Polonya askeri birliği oluşturulur.
Görelilik kuramlarına göre zaman, farklı koşullardaki gözlemciler için farklı hızlarda akabilir. Örneğin siz sabitken size göre hareket eden bir cisimde zaman daha yavaş geçer. Bu, düşük hızlarda fark edilmeyecek kadar küçük bir farktır.
Ancak hız farkı, ışık hızına yaklaştıkça bu etki gözle görülür büyüklüklere ulaşır. Bu olgu, zamanın kısalması olarak bilinir ve deneysel olarak gösterilmiştir.
Eğer bir astronot ışık hızının hemen altındaki bir hızda altı ay boyunca uzayda seyahat ederse ve
Dünya’ya geri dönmesi de altı ay sürerse, gelecekteki dünyaya ayak basacaktır.
Astronotun ışık hızına ne kadar yakın yolculuk yaptığına bağlı olarak astronotun saatinde bir yıl geçerken, dünyada on binlerce yıl geçmiş olabilir.